Almanya Seçimleri: Kazanan Kim?

25 yaşın altındaki genç seçmenler, seçim akşamı, 1989 yılında duvar yıkıldığında ortayaşlı ve yaşlı kuşakların hissettiğine benzer şeyler hissetmiş olmalılar: Daima var olan ve asla değişmeyecek şeylerin konduğu rafta duran bir olguya veda ediliyordu - gitmişti, yoktu artık!

Şansölye Kohl’ün başında olmadığı bir Alman hükümeti, Almanya’nın genç kuşakları üzerindeki etkisi bakımından, Demirel’in aktif politikadan çekilmesine veya bir astronotun ilk uçuşunda hissettiği hafifliğe benzetilebilir. Bir şansölyenin seçimle değiştirilmesi de Federal Almanya tarihinde yeni bir olay. Bu değişimin kendisi ise, aslında tamamen normal bir edim. Fakat her iki taraf da biraz endişeli şimdi. “Bekliyorum, acaba ne zaman,” diye soruyordu, mağlup taraftan, seçimin ertesi akşamında haber kanalı NTV’yi arayan birisi, “elektrik kısıntıları başlayacak? Kış kapıya dayandı.” Sıtma görmemiş sesli sosyal demokratların seçim gecesi Kohl’ün evinin önünde coşkularının ifadesi olarak “haydi kardeşler, güneşe ve özgürlüğe yürüyoruz” marşı söylemesi de, fazlasıyla abartılı umutları yansıtıyordu sadece. Ortada -her iki yanda da- bu kadar dramatik bir durum yok. Nitekim göreve hazırlanan hükümet takımı, “finansman bulunması kaydıyla” ve “vergi açığı” gibi sihirli sözlerle seçmenlerini illüzyonlardan korumaya çalışıyor.

Seçim sonuçlarını kısaca hatırlatalım: SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) % 40.9; CDU/CSU (Hıristiyan Demokratlar/Hıristiyan Sosyal Birliği) % 35.2; İttifak 90/Yeşiller % 6.7; FDP (Hür Demokrat Parti) % 6.2; PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) % 5.1; REP (Cumhuriyetçiler) % 1.8; DVU (Alman Millî Birliği) % 1.2; diğerleri % 3. SPD 1994 seçimine göre sağladığı 4.5 puanlık artışla seçimin galibi oldu, PDS de 0.7 puan artış sağladı. Bu ikisinin dışında, % 5 barajı nedeniyle Meclise giremeyen diğer kazançlıları (aşırı sağcı DVU gibi) bir kenara bırakırsak, seçimin sadece mağlupları vardı: CDU/CSU 6.3 puan kaybetti. CSU’nun kaybı, genel seçimden daha iki hafta önce yapılan Bavyera eyalet parlamentosu seçimlerine göre bile 4 puan kayba uğradı. İttifak 90/Yeşiller 0.6 puan kaybettiler, FDP 0.7 puan kayıpla karşılaştı ve parlamentoda kesin olarak dördüncü sıraya düştü.

Seçim sonucunun yaygın bir yorumu şöyle: “Almanlar değişimi istiyor ama hiçbir değişiklik istemiyor”. Bu yoruma göre, SPD, “yeni orta” ya da “yeni merkez” konumunu CDU/CSU’dan geri kazandı. Peki ama “yeni merkez” ne demek? Seçimin galibi Schröder, Die Woche’nin “‘yeni merkez’ teriminin moda bir slogandan öte bir anlamı var mı?” sorusuna şu cevabı verdi: “Yeni merkezi tanımlayan, yeni entelijensiyanın mensuplarıdır, kültürel seçkinlerdir, ama aynı zamanda, zanaat ustası veya küçük veya orta ölçekli girişimci olarak çalışanlardır. Bunun yarısıra, klasik işçi de, ona soracak olursanız, kendisini merkezde saymaktadır.” Sayıca pek ehemmiyet taşımayan orta ölçekli girişimcileri bir kenara bırakırsak, bu tarif, tamamen yeni bir şeyden çok, klasik sosyal demokrasinin seçmen potansiyelini andırıyor. SPD’nin seçim seferi, pazarlama stratejistlerinin canlı ürün Schröder’i işbitirici ve muzaffer adam hâlesiyle kuşattığı yeni, Amerikanvâri özellikler taşıyordu gerçi. Kahramanın seçim arenasına çıkışında kopyalanabilir Blair-vâri pozların kullanımı, medya çağında kaçınılmaz, herhalde. Fakat SPD’yi Batıdaki kalelerinde güçlendiren ve Doğu’daki eyaletlerde ilk kez birinci parti olmasını sağlayan; sosyal devleti tasfiye ederek globalleşme çağında girişimcilere bu ülkede kalmayı cazip kılma misyonunu sosyal demokratların da muhafazakârlar kadar veya onlardan daha iyi yerine getirecekleri vaadi değil, sosyal demokrasinin klasik mesajıydı: “daha fazla sosyal eşitlik”. Paradoksal olarak, SPD, seçim kampanyasında, listesinde bir girişimciye yer verdiğini öne çıkartarak veya sanatçılarla ve entelijensiyayla diyalogunun yeni bir sahnelemesini yaparak daha çok burjuva/küçükburjuva merkezle flört etti, seçim vaadlerinde çekingen davrandı ve bunun yerine Kohl’ün yeniden seçilmesinin getireceği gerontolojik sorunları ortaya attı. Mamâfih SPD seçim başarısını esas itibarıyla, klasik seçmen potansiyeli nezdinde sosyal sorunlarla ilgili selâhiyetli bir görüntü çizmesine borçlu - neredeyse istemeye istemeye ortaya çıkan bir görüntüydü bu! Dolayısıyla değişim, kazananlar safında, pekâlâ sahici değişikliklere dönük umutlarla birleşmiş durumda. Bir hamle, bir seferberlik havası var; hayvan korumacılardan eğitimcilere, sosyal çalışma ve kültür alanından sendikalara dek birçok çevre, yeni hükümete yönelik talepleriyle söze karışıyor. SPD, tekrarlarsak, neredeyse istemeye istemeye temsil etmek durumunda kaldığı, gerçek bir değişime olan taleplerle bir hayli boğuşmak zorunda kalacak.

Seçim sonrası, aynı zamanda seçim öncesi demektir. Hıristiyan Demokrat işçi ve kadın birlikleri şimdiden, kaybettikleri selâhiyetlerini geri kazanabilmek için, sosyal piyasa ekonomisi kavramının sosyal unsurlarına bundan böyle daha çok önem vereceklerini duyurdular. CDU’nun oy kaybının kayda değer bir bölümünü, her bireyin ötekileri dirsekleye dirsekleye kendini kurtarmaya bakacağı bir toplum tasarımını haddinden fazla dayatan koalisyon ortakları FDP’nin sırtına yıkıyorlar. Ancak bu kanadın, “iktisadî bir mevki olarak Almanya’nın rekabet yeteneğini” artan ölçüde “yurttaşların kendi kendinden sorumlu olması” yoluyla muhafaza etmek isteyen ve yenilginin nedenini sosyal devletin tasfiyesinde fazla gevşek davranılmış olmasına bağlayan şahinler kanadına üstünlük sağlaması, şüpheli görünüyor. Belli ki bu iki eğilim arasında yıpratıcı bir çatışma yaşanacak.

Alman partilerinden ikisi, bir çeşit “hemşehri örgütü” karakteri taşıyor: PDS ve CSU. Bavyera partisi CSU, pozitif tanımlı bir role dayalı olarak, dışlama ve ortaklık yoluyla kimlik politikası yapıyor: vatanına bağlı, sıkı muhafazakâr, genel gelişmeye tam dahil olmayan, farklı, kendine özgü, ama aynı zamanda ilerlemenin motoru, her zaman kazanan. Doğu Alman PDS seçmenlerinin ise, farklılıklarını sergileyişleri, kurban rolüne oturuyor: farklı, dışlanmış, kaybeden. Kaybedenler bu seçimde kazandılar: PDS yeni Doğu eyaletlerinde ikincil oyların % 21.6’sını, Doğu Berlin’de yaklaşık % 30’unu aldı. 1994’te SPD veya CDU’yu seçenlerin yaklaşık 600 bininin oyunu kaptı - CDU’dan kaptığı oyun, SPD’den kaptığından 50 bin fazla olduğunu kaydedelim. PDS’nin % 5 barajını aşarak milletvekili sayısını 6 artırmasını ve Mecliste ilk kez grup oluşturabilmesini sağlayan, sadece anti-Kohl protesto oyları değil, anti-Batı protesto oylarıydı. Ama gene de Doğu Almanların seçim davranışı, eğilimsel olarak Batı Almanlar’ınkine yaklaştı: ülkenin iki yarısında da seçmenler değişime oynadılar ve SPD’yi birinci parti yaptılar. PDS, genç seçmenlerin ve eski solcuların “türün korunması” kaygısıyla ya da Yeşillerin yerleşik-egemen politika doğrultusundaki davranışlarından uğradıkları hayal kırıklığı nedeniyle SED’nin* vârisini destekledikleri batı eyaletlerinin metropollerinde, kayda değer başarılar elde etti. “Gönlündeki sonuç” olan bu sonucu Spiegel dergisinde “Avrupa’nın her yerinde parlamentolarda sosyal demokratların solunda herkesçe kabul edilmiş bir sol güç mevcuttu; artık bizde de var” diye yorumlayan PDS lideri Gysi, “sol muhalefet biziz” deklarasyonunu yaptı. PDS iki ayrı düğümü çözmek zorunda. Bir yandan, orta vâdede, Yeşiller’in reel politikasından hayal kırıklığına uğrayarak yeni bir sol yurt arayışına giren Doğulu ve Batılı genç seçmenlerin ve protesto oylarının akışını bekliyor. Diğer yandan, Demokratik Almanya’nın çöküşü ve Batı’yla birleşmesi sürecinin kaybedenlerinden ve geleneksel SED’lilerden oluşan kitlesel Doğulu hemşehri tabanı, bu yeni uçuk-kaçık müşteri potansiyeliyle kolay telif edilebilir görünmüyor. Parlamento politikasında da PDS, muhalefet yapmakla kırmızı-yeşil koalisyon hükümetini desteklemek arasında kararsızlıklar yaşayacaktır.

Radikal sağ partiler, beklentilerinin altında kalan sonuçlarla yetinmek durumundalar. Yeni Doğu eyaletlerinde ve ayrıca Baden-Württemberg’de Cumhuriyetçiler, DVU ve NPD (Almanya Millî Demokratik Partisi)* toplam oylarıyla % 5’i tutturdular, Saksonya’da ve Baden-Württemberg’in bazı seçim çevrelerinde % 7’ye eriştiler. Bu sonuca bakarken gözden kaçırılmaması gereken tatsızlık şu: Aşırı sağın parlamentoya girememesinin tek nedeni bu hareket(ler)in bölünmüşlüğü ve ileri sürdükleri nutuk kahramanlarının yabancılar konusu dışında hiçbir söylediğinin kimse tarafından ciddiye alınmaması değildi; asıl neden, büyük kitle partilerinin onların yabancı düşmanı tavırlarına iştirak ederek, ülkeye göçü sınırlamada ve sıkı bir kanun-ve-nizam-hâkimiyeti kurmada bizzat inisyatif alarak aşırı sağdan geri kalmayacakları yönünde hiçbir şüpheye yer bırakmamalarıydı. Bu tavrın öncüleri, “Mehmet Davası”yla* ve seçimden birkaç gün önce CSU’lu politikacı Glos’un ciddi ciddi uyarma gereği duyduğu “bu gidişle bir gün Almanya İslâm Cumhuriyeti’nin kurulacağı tehlikesi” gibi acaip hayaletlerle somutlanan düşman imajları sundular. Gizli ırkçılık sahne almayı sürdürüyor ve birden fazla politik adreste mukim.

Yeşiller seçimlerin birkaç ay öncesinde benzin fiyatının 5 DM’ye yükseltilmesini (şimdiki fiyat yaklaşık 1.60 DM) tartışmaya açmışlardı. Bir Yeşil kadın politikacı Almanlar’ın seyyariyetlerinden biraz feragat etmelerini istemiş, çevre koruma amacıyla bir insanın dört yıldan bir defadan fazla uçağa binmemesi gerektiğini savunmuştu. Bu açıklamalar, parti tarafından tekzip edilmelerine rağmen, seçim mücadelesinde muhafazakârlar ve bulvar basını tarafından sivri bir şekilde tekrarlanarak, tadı çıkarıla çıkarıla çiğnenip durdu. Ama “hür yurttaşlara seyahat ve otomobil serbestisi” için oy verenler zaten Yeşiller’in seçmen tabanının dışındaydı. Dolayısıyla Yeşiller bu kampanyanın kurbanı olduklarını söyleyerek kendilerini teselli edemezler. Oy oranlarını koruyamadılar ve Doğu’da (% 5.2) Batı’daki düzeylerine (% 7.1) denk bir konum almayı başaramadılar. Yeşiller ihtiyarlama tehlikesiyle karşı karşıya: “potansiyel emekliler partisi” olarak da tanımlanmaya başlayan partinin genç seçmenler arasındaki oy oranı 1994’te % 14 iken şimdi % 10’a düştü. Genç protesto oyları Doğu’da PDS’e, Almanya’nın tamamında ise bunun yanısıra aşırı sağa yönelmiş görünüyor. ’70’lerin ve ’80’lerin toplumsal hareketlerinden doğan Yeşiller’i besleyen, silahlanma yarışına, nükleer enerjiye karşı ve alternatif hayat tasarımlarından yana mücadeleleri, bunun yanısıra da kadın hareketiydi. Bu hareketlerin bugünün Almanya’sında pek ehemmiyetleri kalmadıysa da, Yeşillerin seçmenlerinin büyük kısmının toplumsallaşmasını sağlayan arkaplanı teşkil ediyorlar. İşsiz sayısının 4 milyonu bulmasına rağmen, “dışlananlar”ın oluşturduğu bir toplumsal hareket hâlâ doğmuş değil. Örneğin SPD’nin onayıyla birkaç aydır konutların dinlenmesine cevaz veren “büyük dinleme atılımı”na getirdikleri eleştiriyle, Yeşiller, “yurttaş özgürlüklerinin” savunucusu olarak da bir kimlik ve profil kazanamadılar. SPD’ye 400 binden fazla oy kaptırdılar, belki bunları “değişim için mecburen verilmiş ödünç oylar” olarak tanımlamak mümkündür. Ayrıca PDS’ye 26 bin kadar oy kaybederken, CDU’dan 14 bin kadar oy kazandılar. Bunlar da, Partinin bugün daha sağda konumlandırıldığının işaretleridir. Nitekim kırmızı-yeşil koalisyonunu bir cüretkârlık, tehlikeli bir macera veya deney olarak tanımlayan sesler artık işitilmiyor. Yeşiller ipe çıktılar. İp üstündeki danslarında başarılı olup olamayacaklarını, koalisyon ortakları SPD’yle uyumları ile ona mesafelenerek kendi kimliklerini/profillerini korumak arasındaki dengeyi nasıl ayarlayacakları belirleyecek.

HARALD SCHÜLER

Çeviren Tanıl Bora

(*) SED (Almanya Sosyalist Birlik Partisi), Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin devlet-partisiydi. PDS, D.Almanya’nın çöküşünden sonra SED’nin kendisini dönüştürmesiyle/uyarlamasıyla kuruldu.- çn.

(*) Yeni Sağ akımlarla içli dışlı daha ‘modern’ yapılar olan diğer radikal sağ partilere nazaran ‘muhafazakâr’ bir Nazi takipçisi olan marjinal parti. -çn.

(*) Mehmet, şimdilerde görülen bir cinayet davasının sanığı bir çocuk. Bu vaka, Alman medyalarında, bütün dünyada -özellikle Batı’da- “çocuk-katil” vakalarının yaygınlaşmasına hiç dikkat etmeden biricikleştiriliyor ve zımnen -kimi zaman da açıkça- yabancı/Müslüman-Türk kimliğine hasrediliyor. - çn.