Yirmi Dört Ayar Altın Kı(s)sa Cumhuriyet Tarihi!

Kısa Türkiye Tarihi III

Türkiye’nin adı, / Soyadı yasasından beri / Atatürk adından / Soyutlanamadı: / 1930’lu yıllarda / Etitürkiye; / 1940’lı yıllarda / Atetürkiye; / 1950’li yıllarda / Uditürkiye; / 1960’lı yıllarda / Ötetürkiye; / 1970’li yıllarda / Atatürkiye; / 1980’li yıllarda / Adıtürkiye;

Mavi yolculuklar var bir de, / O yunani o güzel yolculuklarda, / Hemen her zaman:

Adatürkiye.”

Cemal Süreya

Ben, sen o, biz siz onlar; bir şekilde, mekân olarak ve imkân olarak cumhuriyeti yaşadınız, hüvel baki Cumhuriyet’te yaşadınız...

Yorumlanması ve değiştirilmesi, tadilatı ve tamiratı yasak olan tek şey var Cumhuriyet...

Tıpkı Allah’ın sıfatları gibi - her yerdedir, ezelden ebede doğrudur, toplum ve yurtaşlar tarafından dokunulamaz, yenilmez ve de yenilenemez...

Toplumsal meşrûiyet sorunu yoktur, elini sağını sallaya sallaya, meşrûiyet yasası ve tasası olmadan, büyük Türk milleti ve ulus-devleti adına icra eder...

Cumhuriyetin bütün kurucu kavramları birer birer göçseler de; hiç kimse “nasıl bilirsiniz meftayı; iyi bilmeyiz!” diyemez...

Tanıdığım bütün devletlerin sesi koroya müsait değildir, birinci ve bininci Cumhuriyetin de...

Tanıdığım bütün devletlerin okuması yazması yok desem inanan bulunur mu?

Cumhuriyet ve devlet, zorunlu imar edilen ve zorunlu iskân edilen birer evdirler, evden kaçılamaz, eve itiraz etmek hal ve gidişten evde ve sınıfta kalmak demektir...

Belli zaman aralıklarında bilinen ve bilinmeyen nedenlerle irtifa kaybedip düşerek tarihe ve coğrafyaya açılan bu cumhuriyet tayyaresinin karakutusu’nu kimse bulamamıştır...

Tarihin ve geleneğin korunması masalı, cumhuriyet tarihinde temel bir devlet masalı olarak divanda dergahta, söylene gelmiştir.

Cumhuriyet, yaşadığımız tarihe ve coğrafyaya, öteki’ne rağmen uydurulmuş ve giydirilmiştir. Bireylerin tıpkı basım devlete uydurulması ise zaman alsa da başarılmıştır...

Gelecek gelenekle ile örtüştürülmüştür...

Yazıyı yazarken bir arkadaşım “kendini nasıl hissediyorsun” diyor...

“Yine azınlığa düştü yüreğim...”

ÖZÜ VE BİÇİMİ ŞİDDET; CUMHURİYET

Kısa Türkiye Tarihi III

Üç anayasa

ortasında büyüdüm:

Biri akasya

Biri gül

Biri zakkum.

Cemal Süreya

İtiraz ediyorum. Belki de şair üç Atayasa ortasında büyümüştür de itiraf edemiyordur.

Cumhuriyetin ulusçu bir romantizmi cehennettir...

Cumhuriyet hüzüntülerin iç ve dış toplamıdır....

Ey, anayasadan sınıfta kalmış olanlar, tarihten ve coğrafyadan, öteki bilgisi ve bilincinden sınıfta kalmış olanlar...

Beklemeliler...

Öteki’ler neden cumhuriyet bayramlarında müsamereye alınmaz...

Öteki’nin, lerin, neye imrenmesi yasaktır:

a) kendi kimliğine b) kuşlara c) doğu’ya

Velhasıl cumhuriyet çaldı biz oynadık ve geldik bugüne kardeşim...

ve bir de baktık ki...

Cumhuriyette peşrev olmaz ne çıkarsa bahtına...

Velhasıl bir tel maşaydı bu saat, onlar kurdu biz zembereği boşalttık kardeşim...

Velhasıl bir tez masaldı bu, onlar söyledi biz uyumadık, uykumuz kaçtı kardeşim...

Bir dahaki gelişte düşya’ya, yine korku yollarından geleceğe benziyor. Çünkü;

Dökülecekler

1. Uç Doğu. Anadolu’yu anlatacaktır öğretmen.

Haritayı asar.

2. Bütün sınıf korkmuştur; göller, ırmaklar

dökülecekler!”

Ece Ayhan

Yorulan bir cumhuriyetin ayak değiştirmesi ikinci bir emre kadar yasaktır... Korkudan...

Yorulan, devletlü her şairin uyak değiştirmesi, hükümet dahilinde ve serbesttir...

şimdi orada... ve burada...

Kuruldukları yaşlarıyladır zulüm mekânları...

Cumhuriyetin, tarihin ve coğrafyanın, zamanın rahmine düşmesi de doğumu da erkenliği ve ergenliği de kanlı–cansız olmuştur.

İttihatçıların iktidar yöntemi, kurdukları korku iklimi bütün zamanlarda Cumhuriyet tarafından devralındı. Bu çocuk doğduğunda kulağının dibinde üç el silah atılarak, ödü cumhuriyet’e karıştırıldı...

O gün bu gün, bu memlekette, “Ödleriyle öten kuşlar” dizeleri her daim yürürlüktedir.

İktidar, muhalefet, ben ve biz, biz ve öteki ilişkisi daha başından beri siyasî değil “hayatî” oldu... (Bakınız, “öz ve üvey evlatlar” ölüm listesine...)

Ulus-devlet her zaman, en “sivil” anlarda bile siyasî değil silahi mücadeleyi temel aldı...

Milli mücadele dış düşmanlar kadar iç isyanları, “hayır” diyenleri, Cumhuriyet dersanesinde parmak kaldırıp başöğretmenlere itiraz edenleri, siyasî alternatif yaratması kuvvetle muhtemel kişiler, etnik, dinî grupların ensesinde boza pişirildi.

Cebinde sınıfa kuş getiren çocuklar başöğretmen tarafından her zaman cezalandırıldı.

İrtica, bölücülük ve komünizme ezelden ebede karşı olmak, bütün dönemlerde, bu çağdaş, laik dinin, cumhuriyetin amentüsü oldu...

Cumhuriyet tulumbacılar her zaman dolu dizgin bir yangını omuzlarında koşturdular... Su yerine...

Ve her zaman Kârbela’sı olmuştur... Ve...

“3. Öğrenilir; ve herkes üç oh! çekerek oturur devlet koltuklarına.” (Ece Ayhan)

“Haberler salınır taht’a ulaşamayana vay!”

“Hürriyet” sloganıyla ortaya çıkan İttihatçıların hasımlarını temizleme ve tepeleme yöntemleri, köprü üstünde hasım vurmaları gelenek oldu. Köprü olmayan yerlerde ise, bir yolu yöntemi bulunup hasımlar temizlendi... 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve şimdi yaşananlar bu tarihin doğrusal halkaları olageldi...

Kapaklısaat

1. Kellesi alınmak üzre Mermer Denizi’nden çağrılmış ve aptesi atılmış adam yaşlıdır;

“Gençtir yeşildir kıymayın!”

ya da gençtir;

“etmeyin yaşlıdır mısırdır!”

2. Hâlet Efendi çakmak gözlüdür. Akrebi düşmüş saatinin kapağını açmıştır. Araya girenlere karşılığı;

“bre her zaman orta yaşlı adamı nerden bulacağız!”

Ece Ayhan

“Elma çekirdeğinin içinde gizlidir” denir ya, biz de Cumhuriyet devletin en içinde, mağmasında gizlendi, hiç kimse, devletin zül cemalinden cumhuriyeti gül cemalini göremez oldu.

Gizli açık devlet, derin en derin devlet her zaman ayan beyan ortadayken, tarih boyunca Cumhuriyet’i gören olmadı... Yıllarca elma dedik yine ortaya çıkmadı. Ama elma diyenler cehennetten kovuldu...

Orta(lık) oyunu, geleneği devlette de devam etti, devlet her daim taklit edildi. Toplum, kurumlar, birey ve hattâ sanatçılar kendilerini “tıpkı basım” devlet’e benzettiler: Devlet, toplumdevlet, bireydevlet, şairdevlet, şiirdevlet... Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş devlet satarım... Yukarı, hükümete çıkmak modadır, tepetaklak “kelle koltukta” kelle inmek, indirmek gelenek...

Yurttaşlar adına da hayal eden devlet–cumhuriyet, kitlelerin hayallerini sürekli olarak planladı, bu nedenle yargısız infazlara ve naklen verilen ev infazlarına, toplumun bilinçaltı da, bilinçüstü de itiraz etmedi...

Başından her işte bir Mit yeniği oldu, devletin ömrü çetelerin çetelesini tutmakla geçti ve “ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” şarkısı en çok devlet ve cumhuriyet için okundu...

Öteki olmak, Kürtleselleşmek, bok yemek, evi yanmak, 6–7 Eylül ile gözü ve özü korkutulmak, Varlık vergisi ile yok edilmek nedeniyle her zaman, esintisiz bir cumhuriyet özlemi resmî tarih olmuştur...

Yani bence çocuklar, cumhuriyetin koynunda uyumamalı değil mi? Devletin hiç...

Kısa Türkiye Tarihi I

Şelaleye

Düşmüştür

Zeytinin dali;

Celaliyim

Celalisin

Celali.

Cemal Süreya

Sözün burasında, bir şiirin ayakları dibinde oradan oraya sektirilen, öteki’nden konuşuyoruz...

Devrimci, muhalif, muhtelif öteki’nin ötekisi, hal ve gidiş tüzüğünde eşitlik özgürlük, devrim, sosyalizm yazanlardan...

Şelaleye düşmüş zeytin dalından...

Sosyalizmi göresi gelenlerden...

Aşkta sıkça imla hatası yapanlardan...

Esastan ve usulden tersine çevrilmiş bir cumhuriyetten bahisle, karşı çıktıkları şeye benzeyenlerden...

Gördüğüm kadarıyla hem eski hem de eskiyen kavramlar hızla terk etmektedir, her biri alternatif devlet gibi kurgulanmış ve kurulmuş devlet olmamış devletleri...

Devletin adı ve soyadı üzerine yapılan tartışmalar, devletin özü ve biçimi üzerine yapılan tartışmalar, bir acemiliğin adıdır ama neyin?

Öteki’ni dıştalayan, çoğulcu ve katılımcı, özyönetimci, enternasyonalist, dayanışmacı özgürlükçü ve eşitlikçi olmayan, bütün bilgi ve bilinç biçimlerinin tek partide olacağına inanan geleneksel bir “sosyalist cumhuriyet”te bizim yolumuz ve solumuz galiba –tıpkı verili cumhuriyette olduğu gibi–, ya cezaevlerine, ya illegal hayata, ya da mülteci olmaya düşecek...

Oysa, sosyalizm devrim gibi büyük harflerle konuşanların hemen şimdi diyerek, çok kimlikli çok kültürlü, çok inançlı ulus ötesi bir toplum düşü nasıl kurulur, diye tarih ve coğrafya ödevlerine çalışmaları gerekiyor....

Gökkuşağı badanalı, düzayak ve düşayak bir Dünya/Türkiye nasıl kurulur?

“Yeryüzüne dağılmış, tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar” bu sorunun cevabını vermelidir...

Amin yerine, iki üç daha fazla özgürlük... Öteki’ne bin selâm...

İki üç daha fazla aşk... Devrime ve sosyalizme bin selam...