Devletin Sanatçılarını Seçmek

Türkiye’de devlet kavramına atfedilen önemin ideolojik ve siyasal boyutları üzerinde bu dergide sık sık duruldu. Kendini topluma sınıflar üstü, ezelden ebede ve kutsal bir içerikle takdim eden devlet ile ona kan ve can veren katmanlar, devleti aynı zamanda topluma örnek oluşturacak örgütlenmenin bir modeli olarak da kullandılar. Toplumun en “ilerici” kesimlerinin yarattığı en “modern” örgütlenme o olduğuna göre toplum da ona bakarak hizaya girmeliydi. Bütün bir Cumhuriyet tarihi (hatta daha da öncesinden beri) kılık kıyafetten yemek ve balo adabına, günün saatlerinin kullanımından eğlence alışkanlıklarına kadar devlet hep model oldu ve gösterdi. Toplumdan da bakarak kendini benzeştirmesi istendi (Bazen güzellikle bazen de devletin bildiği yollarla).

Burada iki fonksiyonu ayırmak gerekiyor. Birincisi devletin model ve yön göstericiliği, diğeri ise gösterilen yön. Bunlardan birincisinin (devleti oluşturanlar açısından) vazgeçilemez olduğu, bu zihniyetin olmazsa olmaz bir niteliğidir (Bu konunun tarihsel arka planı için Birikim’de birçok yazı çıktı). Ama gidilecek yön konusunun son zamanlarda epey bir bulanıklık kazandığını düşünüyorum. Her askeri darbenin ilk bildirisinde bile “çağdaş dünyaya, NATO’ya, anlaşmalara bağlılıktan ve en kısa zamanda demokrasiye dönmekten” söz edecek kadar ‘kompleksli’ bir anlayışın aniden bu konumunun değişmesi tabii ki düşünülemez ama bazı işaretlere de dikkat etmek gerekiyor. Bu işaretlerden birisinin de devlet sanatçılığı meselesi olduğunu düşünüyorum.

Devlet sanatçılığı kavramının kendisi bile bir totaliterlik taşıdığı ve bu ünvanın yalnızca ‘bu tip’ ülkelerde olduğunun ötesinde, devlet bu ünvanlandırmayı, yukarıda anlattığımız kapsamda bir işaret etme vasıtası olarak kullandı. Hem kendi halkına hem de “uygar dünyaya” gösterilmek istendi ki bizim muteber sanatımız ve sanatçılarımız o dünyaya mensup (veya mensup olması yadırganmayacak) işler yapan insanlardır. “Muasır medeniyet seviyesini” hedefleyen TC devleti Özsoy operaları besteleterek, Yunan ve Latin klasiklerinin külliyatını çevirtip, neredeyse bedavaya gelecek fiyatlarla dağıtırken, köy enstitülerinde keman/mandolin üretim atölyeleri kurdurturken (ve 28 Şubattan sonra 9. Senfoniyi dinlemeye gelen kalabalığa Cumhurbaşkanının ağzından “işte özlenen Türkiye bu” derken) olduğu gibi,* devlet sanatçı tayin ederken de, sanatçıları ödüllendirmenin çok ötesinde, işte buna işaret etmek istiyordu. Nitekim son zamanlara gelinceye kadar bu çerçeveye genellikle sadık kalındı. Araya sızan bazı milliyetçi muhafazakar renkler bile genel tabloyu zedelemedi. Yoksa ne alemi var Cevdet Sunay, Turgut Özal veya Süleyman Demirel gibilerinin hayatlarının hiçbir döneminde kesişmedikleri tipleri devlet sanatçısı ilan etmelerinin. Onlara kalsa onlar da bilirlerdi gönüllerinden geçeni devlet sanatçısı ilan etmeyi. Ne yaparsın ki “resmi görüşleri” böyle ifade edilmek zorundaydı. Ama galiba o günler de geldi. Şöyle keyifle dinledikleri ‘sanatçı’ları devlet sanatçısı ilan edebilecekler artık. Çünkü devlet o kendini bağlayan şartlanmaya artık pek o kadar da bağlı hissetmemeye başladı. Ardı ardına gelen AB’nin Lüksemburg kararları, PKK konusunda Avrupa’nın tavrı, ABD’nin Türkiye’ye karşı (en azından görünüşte) hayırhah tutumu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yarattığı tedirginlik Türk hakim sınıflarının (devlet kastının) adı konmasa bile, bir rota değişikliği düşünmeye başladığını hissettiriyor. Yeni kurulacak hükümet konusunda 28 Şubat güçlerinin tek seçenek olarak DSP Genel Başkanını tercih etmeleri ve DSP’nin dış politikadaki duruşu bile düşünülünce bu konuda epey yaygın bir içine sindirilmişliğin işaretleri görülüyor. Tabii MGK’da karara bağlanmış, “konsept”lere yansımış bir durum henüz yok ama bir bulanıklık da yaşanmıyor değil. Bu seferki devlet sanatçılığı seçimi yukarıda sözü edilen bulanıklığın işaretlerini veriyor. Artık yöneticilerimiz bazı içlerinden gelmeyen ama uymak zorunda hissettikleri angajmanlara bağlı olmadan da bir liste hazırlayabildiler ve içlerinden geçen özdeşliği hep birlikte görebildik. Bence bu liste epey “sahici” bir liste* ve “yakıştı”. Devletin yönelimleri konusunu ise izlemeye devam etmeliyiz. Çünkü bir altüst oluş döneminin başında olabiliriz. Bakalım hakim sınıflar Mısır, Fas türü hem batının bazı değerlerinden, örgütlenmelerinden, kurumlarından bağımsız ve dolayısıyla hesap verme zorunluluğu olmayan ama batının ekonomi/dış politika çerçevesinde bir devlet olmayı (yani 2.sınıf bir kapitalist devlet) içine sindirebilecek mi yoksa tarihi iddiasına (TÜSİAD gibi çevrelerin önerdiği gibi) tekrar sarılacak mı?

K. KERİM ÖZKONUR

(*) Bütün bu yapılanları kötü olarak nitelemiyoruz tabii ki. Amacımız, yapılanların hangi kapsamda, hangi amaca hizmet için düşünüldüğüne işaret etmek.

(*) Tabii ki bu liste de saf değil ama zaten ayıp olmasın diye o listeye alınanlar da ödülü reddederek listeyi olması gerekene döndürdüler.