Yapılıp yapılmayacağı meçhul, erken ve birleştirilmiş “yerel-genel” seçimlerin tam bir ay öncesinde İstanbul’un ana caddelerindeki billboardlarda parti afişleriyle birlikte yeni vizyona giren bir filmin afişi yer alıyor: Gününü Göreceksin!
Filmin sloganı adından güzel, adından anlamlı: Artık iyilik yok!
“Sokaktaki adam”ın pek umurunda olmayan parti sloganlarının, stratejilerinin özenli ve rötuşlu fotoğraflarla bezenmiş afişlerden, onların taşıdığı birbiriyle yarışan mesajlardan, vaatlerden, çağrılardan en anlamlısı bu bence: Gününü Göreceksin ve çünkü “artık iyilik yok!”
Hale, zamana en uygunu bu. Muhteşem bir denk düşme.
EŞEKTEN DÜŞENLER KOROSU
Siyasetçiler zorlama bir oyunu kendi aralarında sürdürmeye çalıştıkları için hemen her taraftan “gününüzü göreceksiniz” homurtusu yükseliyor. Lâkin onlara günlerini kimin ve nasıl göstereceği belirsiz, şimdilik.
İlân edilen tarihe bir ay kala seçimin yapılıp yapılmayacağı hâlâ meçhul, her şeyden önce. “Küskünler”in seçimi erteletme çabaları nafile olsa da herkes oyun içinde oyun olduğundan, birilerinin bir yerlere de bir şeyler tezgâhladığından şüpheleniyor. Baş ve en büyük oyuncu Demirel, neyin peşinde sorusu bütün öteki oyuncuların ve figüranların kafasını kurcalıyor. Askerler, daha baştan erken seçimin karşısındaydı. Ama şimdi de ertelemeye karşılar. iş dünyası ne olacaksa olsun, işimize bakalım havasında. Ankara’dakilerden, politika oyunundan da, esnafından da iyice soğumuş durumda, olan bitenleri can sıkıntısı ve kayıtsızlıkla izliyor.
Bombalar birbiri ardına patladıkça tedirginlik, ürküntü artıyor ve “dur bakalım ne olacak” tavrı yayılıyor sokağa, bütün topluma. Bombalar hep zaman ayarlı ve parça tesirli. Apo cenahından fırlatılan bombalar sokağı tenhalaştırıyor, insanları eve hapsediyor. Arkasına aldığı küskünler ordusu aracılığıyla Erbakan cenahından fırlatılan bombalar, öteki partileri Meclise hapsediyor... Sokak, seçim arefesinde mecburi tenhalığa, sessizliğe mahkûm oluyor. Partiler ve adaylar için kampanya-propaganda hak getire. Herkes kendi can derdinde.
Seçim sürecine damgasını vuran kampanyayı, seçim dışı kalan ve adlarına “Küskünler” denen siyaset esnafının yürüttüğü gözleniyor. Hemen her partiden üyesi bulunan, görünür haliyle Meclis çoğunluğuna sahip ortak bir koalisyon. Canı yanınca “lider sultası”nı terk eden bir çoğunluk. ANAP’ın seçim kampanyasında seçmene biçtiği sıfatı-rolü, siyasetçi olarak Mecliste üstlenmiş olan “sessiz çoğunluk”, canı yanınca asi ve küskün çoğunluk oluyor. Canını kurtarmak için de “ülke menfaatleri”ni keşfedip, seçim ertelensin diyor.
En popüler simalarından “Haset” kod adlı Esat Kıratlıoğlu’nun veciz ifadesiyle “eşekten düşen” bu çoğunluk her ne kadar geç farkettiği lider sultasına karşı harekete geçse de bir başka liderin; Erbakan’ın eteğine yapışmaktan, figüranlıktan öte gidemiyor. Çünkü aynı kaderi paylaşıyorlar. Eşekten düşüp oyunun ve sahnenin dışında kaldıkları için aynı şarkıyı söylüyor, aynı sloganı dillendiriyor, aynı kampanyayı yürütüyorlar: Ben olmayacaksam seçim hiç olmasın!
Kendisine “sessiz çoğunluk” sıfatı yüklenen seçmen kitlesi, küskünlerle aynı hal ve konumda. Onlar, bütün seçimlerde daima eşekten düşmüş oldukları için “sessiz”. Erken seçim kararı alındığından beri yapılan hemen bütün anketlerde sessiz-küskün çoğunluk “kararsız” kod adıyla yer alıyor ve en büyük çoğunluğu oluşturuyor.
Dolayısıyla bu seçimlerde mesaj ortak: Gününü göreceksin ve çünkü artık iyilik yok!
SENTETİK KAMPANYALAR
Politikanın devre dışı olduğu işbu ortamda herhangi bir partinin ya da adayın herhangi bir politik argümanla, kimlikle, stratejiyle vb’yle sahneye çıkması beklenemez. Genel hatlarına yukarıda değinilen “nafile”lik havası binlerce dolar harcanan kampanyalara da egemen oluyor, kaçınılmaz biçimde.
Billboardlarda parti afişleriyle Hollywood yapımlarına ait aişlerin yanyanalığı pek de rastlantı değil aslında. Sonuçta, bir “prodüksiyon” söz konusu ve siyasal etiketli prodüksiyonlar da çoğunlukla Hollywood yapımlarından ilham alıyor. Örnekse, bakınız: Tansu Çiller. Epey kanlı bir siyasal hesaplaşmayı konu alan o ünlü filmden ithal edilen “Cesur Yürek” namını ve misyonunu seçen Tansu Çiller “İttifak meclisi” topluyor kadınlarla, gençlerle, esnaflarla. “Yeter, hak milletin” çığlıkları atıyor. Kartelden girip medyadan çıkıyor. Bütün afişlerde eli göğe uzanmış Cesur Yürek Çiller “ille de ben” diyor, başka bir şey demiyor.
Hemen yanıbaşında fazlasıyla özenli, fazlasıyla ölçülü -kimilerin pokercilere mahsus olarak gördüğü- tebessümüyle Mesut Yılmaz, “Sessiz çoğunluğun sesi”ni dinliyormuş, duyuyormuş havasında.
Ve fakat, “sessiz çoğunluğun sesi”, daha bir önceki seçimlerde MHP tarafından kullanılmış bir slogan. Onu da geçelim, sloganın menşe-i yine ABD. Oralarda bu kavram siyasal arenada 1970’lerde dillendirilmiş. ANAP, 1970’ler ABD’sinden ithal kavramın üstüne bir de 1990’lar ABD’sinden bir başka kavramı ekliyor: Türkiye Sözleşmesi.
18. yüzyılda Rousseau’nun kaleme aldığı jakoben aydınlanmacı “Toplum Sözleşmesi”nin yeniden sahneye sürülecek hali yok tabiî ki... Onun yerine Amerikan Cumhuriyetçiler’inin sözcüsü Newt Gingirch’in ABD toplumuna önerdiği, lakin kabul görmeyen “contract”ı ithal ediyor ANAP!
Ötede oturduğu koltuktan kalkmaya niyeti de, mecali de yok gibi görünen Recai Kutan, adet yerini bulsun niyetine bastırıldığı çok belli, baştan savma afişe kuruluvermiş, RP adına boygösteriyor.
Bir de her yerde karşınıza çıkan, size uzanmış gibi duran kocaman bir el. Bitişiğindeki afişte bu sefer eli koynunda duran Adnan Polat fotoğrafından anlıyorsunuz ki, size uzanmış el ona aittir, “var mısın” diye sormaktadır. CHP henüz lideri ve sloganıyla değil, “flaş transfer” yoluyla İstanbul’a sesleniyor.*
Bütün bu görünüme bakıp, işin artık suyu çıktı, politika oyunu bitti, bu son demdir diye düşünürseniz, şiddetle yanılırsınız. Ortalığa “gününü göreceksin” havası hâkim olsa da bu, daha iyi günleri.
Bir zamanların TRT’de kendi halindeki yarışma programı Turnike’nin ünlü sunucusu Güner Ümit’le kanal kanal dolaşıp, arada dil kazasına uğrayıp ekrandan zorunlu kopuş yaşadıktan sonra “muhteşem” dönüşüyle Türkiye gündemine yerleşmesini düşünün. Halim selim Tarık Tarcan ya da Halit Kıvanç tarafından sunulan Çarkıfelek’in kanal değiştirip Mehmet Ali Erbil’le “pik” yapışını düşünün. Türkiye’nin ilk özel kanalı Star’ın -namı diğer Magic Box’ın- ekranda kedi dolaştırarak “Hep Terellelli - Bir seferde 250” sloganıyla başlattığı ilk büyük ekran lotaryasını düşünün. (O kedi, kendisine ciğer uzatılıp geri çekilen seyircidir ve bir seferdeki 250 de milyon TL’dir!) Erhan Yazıcıoğlu’nun TGRT’den ATV’ye, oradan Star’a uzanan yolculuğundaki “Seç Bakalım” oyununu düşünün.
Anılan örnekler şunu gösteriyor: Her oyunda, her elde ortaya konan para (“ikramiye”) daha büyümekte, katılım daha da artmaktadır. Katılım ve şov, yani bayağılık, her elde daha da yükselmektedir, zorunlu olarak.
Politika sahnesinin hali, Hollywood prodüksiyonlarıyla olduğu gibi, ekrandaki lotarya-şovlarla da kanbağı taşımaktadır.
28 Nisan seçimleri için “siyasete soyunan” toplam aday sayısı -yerel ve genel yönetim için- 1.5 milyon kişiyi aşmaktadır. Her adayın ailesi ve birinci dereceden yakınları göz önüne alındığında bu sayıyı en azından 10’la çarpmak gerekir.
Hal böyleyken, oyun her elde “malî işlem”, “şov” ve “bayağılaşma” yönünden biraz daha yükselerek devam eder. Eşekten düşenlerin “gününü göreceksin” homurtuları eşliğinde devam eder.
“Yönetenlerin yönetemeyecek duruma düşmeleri”ne geçmişte “devrimci durum” deniyordu. Şimdiyse, “seç bakalım” deniyor.
(*) Bu da doğal. Fenerbahçe’nin her sezona “flaş transferler”le girmesi gibi CHP de hemen her seçime aynı şekilde dış transferle ve “flaş isimler”le girip, sükse yapmaya, göz doldurma taktiğini izliyor. Geçen seçimin flaş ismi -İstanbul için- sanat ve medya dünyasından Zülfü Livaneli’ydi. O rüzgârı ardına alarak işi bitirme hedeflenmişti, olmadı. Bu kez iş ve spor dünyasından Adnan Polat’la aynı taktik yenileniyor.
Polat’ın bir artısı da Alevi cemaatinden olması. Lâkin, aynı Polat, seçim kararının alınmasıyla beraber ANAP kapısını çalmıştı, belediye başkanlığı adaylığı için... Oradan sonuç alınamayınca nasip ve transfer CHP’ymiş durumu oldu!
Bol para harcıyor Polat. Biliyor ki burada kaybetmek sözkonusu değil, asla. Çünkü bir önceki seçimlerin flaş transfer-İstanbul belediye başkan adayı Livaneli, kaybettiği seçimlerin hemen ertesindeki kurultayda en yüksek oyla parti meclisine girecek, partinin karar organlarında söz sahibi olacak... ve nihayet, şekilde görüldüğü üzere ilk genel seçimde de “kontenjan”dan listeye girecektir, “seçilme garantisi”yle! Kaybeden kazanır.