Seçimler ve BBP: Marjinalleşmeye Beş Kala

25 Aralık 1995’te yapılan genel seçimler Türkiye siyasetinde unutulmayacak ve gerek tarihçiler gerekse siyaset bilimciler tarafından uzun yıllar incelenecek bir dönemin kapısını açtı. Bu seçimler neticesinde, Türk siyaset tarihinde ilk kez İslâmî bir partinin genel başkanı Başbakanlık görevine gelecek, fakat bu görevini bazılarının “postmodern darbe” diye nitelediği 28 Şubat kararlarıyla yitirecekti. Bu süreçte Türkiye, mecliste 8 milletvekili ile temsil edilen fakat koalisyon görüşmelerindeki kilit bir rol üstlenen yeni bir parti ve liderle tanışacaktı. Muhsin Yazıcıoğlu liderliğindeki Büyük Birlik Partisi (BBP), bu dönemde koalisyon pazarlıklarında üstlendiği rol açısından Türk siyasetinin önemli aktörlerinden biri haline geldi. Aslında BBP’nin kendi boyunu da aşan pazarlık gücü, Türk siyasal yapısının istikrarlı hükümet çıkarma zaafının bir dışavurumuydu. BBP önce ANASOL-D, daha sonra ise Bülent Ecevit’in kurduğu azınlık hükümetleri dönemlerinde geri plana itildi. Önümüzdeki erken seçimlere herhangi bir ittifakla değil, kendi başına katılacağını açıklayan BBP’nin geleceği bu seçimlerde göstereceği performansla doğru orantılı olacaktır. Buna göre ülke barajını geçme olasılığı oldukça düşük olan partinin önümüzdeki dönemde meclis dışı marjinal partiler arasında yer alması kaçınılmaz görünmektedir. Aslında BBP’nin kuruluş aşamasının ve 1995 seçimleri sonrası strateji ve politikalarının incelenmesi, parti hakkında önemli ipuçlarını deşifre edecektir. BBP’nin kuruluşundan bugüne MHP ve RP hareketlerinin arasında bir ortayol hareketi niteliği kazanma çabaları göz önüne alındığında, partinin başarılı olduğunu söylemek bir hayli güç olacaktır. BBP bugün de dün gibi bir küskünler hareketi olarak yoluna devam etmektedir. Son olarak Seval Türkeş’in BBP’ye katılması, MHP’ye küsenlerin kendilerine adres olarak BBP’yi seçtiklerinin somut bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar parti yöneticileri doğal olarak BBP’nin bu tükenişinin arefesinde olduğu kanısının tam tersi bir retorikle ortaya çıksalar da, parti yalnız başına gireceği seçimler sonrasında ciddi bir kadro erozyonuyla karşılaşma tehdidi altında görünmektedir. Bu tehdidin nedenlerine ileride ayrıntılı olarak değineceğiz.

BİR İHTİMAL DAHA VAR

Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının MÇP’den ayrıldıktan sonra izledikleri yöntem ve ortaya koydukları sivil toplumcu inisyatif, parti hakkında olumlu bir havanın doğmasını sağlamıştı. Yazıcıoğlu, MÇP’den ayrılma nedenleri arasında “ilkesizlik, parti içi demokrasinin bulunmayışı, lider sultası, bireyi değerlendiriş biçimi, günübirlik politika belirleme, pazarlıkçılık ve sistemle özdeş hale gelmeyi” sayarken, kendi hareketlerinin böyle bir yapılanmadan kaçınacağının garantisini vermiş oluyordu.[1] Partileşme süreci öncesinde, Yeni Oluşum Hareketi (YOH) adlı gevşek bir yapılanmaya gitmeleri ve Türkiye’nin birçok il ve ilçesinde halkın katılımına açık konferanslar düzenlemeleri hareketin katılımcı bir demokrasi anlayışını savunduğu yönünde bir hava estirmekteydi. Yani BBP bir bakıma Türk siyasetindeki kalıpları yıkmayı ve dürüst ve ilkeli bir siyasal hareket niteliği kazanmayı arzuluyor görüntüsündeydi. YOH’un 6 Aralık 1992’de Ankara’da düzenlediği Siyasî Karar Kongresi neticesinde, “daha dindar” Ülkücüler siyasete yeni bir parti çatısı altında devam etme kararı aldılar. Böylece, Büyük Birlik Partisi 29 Ocak 1993’te 99 kurucu üyenin katılımıyla Türk siyasî hayatına atıldı. Parti, seçim kanunlarının dayattığı asgari sayıdaki il ve ilçe örgütünü kurarak Mart 1994 yerel seçimlerine katıldı ve Türkiye genelinde yaklaşık 400.000 oy alarak 14 belediye başkanlığı kazandı.

1995 genel seçimleri öncesi parti ülke barajının yüksek olduğunu ve halkın iradesinin Meclise yansımasını engellediğini savunarak barajın düşürülmesi yönünde bir politika izlemeye başladı. BBP yüzde 10’luk ülke barajını halkın iradesinin meclise yansımasının önündeki en büyük engel olarak reddetmekteydi. Fakat, ittifaksız girecekleri bir seçimde barajı geçememe olasılıkları samimiyetlerine gölge düşürmekten de geri kalmıyordu. Parti bir yandan seçim sistemini eleştirirken, bir yandan da kendi yayın organı Gündüz gazetesi aracılığıyla diğer partilerin aday belirleme yöntemlerine de yüklenmeye başladı. 3 Kasım 1995 tarihinde yayımlanan Gündüz gazetesinin başlığı “Millete karşı devlet” olarak atılmıştı. Partilerin merkez yoklaması ile aday belirlemeleri ve bürokratların aday adayı olabilmek için parti merkezlerinde sıraya girmeleri BBP tarafından sert bir şekilde eleştiriliyordu. İl ve ilçe teşkilâtlarının aday tercihlerinin ikinci plana itilmesi ve yerlerine ünlü bürokratların listelere yerleştirilmeleri “sivil inisyatifleri devlet yönetiminden uzak tutma çabası” olarak görülmekteydi.[2]

Aslında BBP’nin eleştirileri büyük ölçüde gerçekleri yansıtmakta ve Türk siyasetinin kronikleşmiş anti-demokratik yapısını gözler önüne sermekteydi. Partinin halkçı mesajlarla süslenen demokrasi anlayışı, Türk sağının İslâmî ve milliyetçi kanatlarında yer alan, çoğunluğu eski liderler, klişeleşmiş fikir ve kampanyalardan bıkmış seçmen kitlesi nezdinde bir alternatif olma şansını yükseltmekteydi. BBP’nin 1995 seçimlerine kendi başına girmeyi reddetmesi, ya da Yazıcıoğlu’nun deyimiyle seçimleri baraj sisteminin adaletsizliği nedeniyle boykot etmesi, bunun sonucunda seçimlere ANAP listelerinden girmeleri parti açısından hem olumlu hem de olumsuz sonuçları beraberinde getirdi.[3] Seçimler sonrası partinin çeşitli koalisyon görüşmelerinde oynadığı rol partiye popülerlik kazandıracak ve böylece parti Türkiye genelinde tanınma problemini geride bırakacaktı. Bugün BBP seçmen nezdinde tanınmasını bu sürece borçludur dersek herhalde yanılmış olmayız. Öte yandan partinin popülaritesinin artması mutlaka olumlu bir gelişme olarak da algılanmamalı. Evet BBP’nin popülaritesi artmıştı, fakat bunun bedeli parti kurmaylarının sandığından daha büyük olmuştu. Bu süreçte izlenen politikaların karakteri partinin belki de yükselme olasılığı taşıyan oy potansiyelinin önüne aşılması zor bir set çekti.

BEN KALENDER MEŞREBİM...

Partinin varoluş nedeni Türkiye’deki çarpık siyaset anlayışını yıkmak ve millete çare olmak olarak açıklanmıştı.[4] 1995 seçimleri öncesinde partinin bu anlayışı irdeleyen bir kampanya izlediğini belirtmiştik. Parti başkanının milliyetçi-muhafazakâr çevrelerde dürüst bir insan olarak tanınması ve dürüstlük imajının demokratik açılım söylemiyle birleştirilmesi partinin seçmenden avans koparabilme şansını yükseltiyordu. Bu şansa sekte vuran ilk uygulama partilerin ANAP listelerinden aday gösterilmesi oldu. Fakat yine de ANAP’la uyum içinde hareket edecek ve ilkeli siyaset yapacak bir BBP, imajını olumlu yönde geliştirebilirdi. Seçim sonrası gelişmeler bunun tam tersini ortaya koyacak ve parti hem ideolojik olarak hem de tutarlı politika gütme açısından büyük bir çıkmaza düşecekti. Partinin seçim sonrası ilk icraatı Refah Partisi ile koalisyon kurmadığı gerekçesiyle ANAP’tan ayrılmak oldu. Bu süreçte BBP, Tansu Çiller’in yer aldığı bir koalisyonu desteklemeyeceğini de açıklamıştı. Yazıcıoğlu bunun gerekçelerinin Çiller’in kendilerine yönelttiği “haksız ve mesnetsiz iftiralar”[5] ve İslâm’ın tehdit olduğu yönündeki açıklamaları olduğunu sonradan verdiği bir mülakatında dile getirecekti.[6] İslâmî tabana da hitap etmek isteyen BBP için, gerek ANAP’ın RP ile koalisyona yanaşmamasını eleştirmek, gerekse Çiller’in “İslâm tehdidi” retoriğine karşı çıkmak doğal tepkiler olarak algılanabilirdi. Fakat bu bir yandan da partinin ister istemez RP’nin dümen suyunu girdiği yönünde bir izlenim yaratmaktaydı. Çiller hakkında verilen demeçlerden daha sonra çark edilmesi ve BBP’nin Refahyol hükümetinin açıkça desteklemesi, partinin samimiyetine büyük darbe vurdu. Parti, Haziran 1995’te Erbakan-Çiller ikilisinin koalisyon hükümetine güvenoyu vermekten çekinmiyordu. Ocak 1997’de hükümetten desteklerini çektiklerini ilân ediyor, aynı hükümet aleyhine Mayıs 1997’de verilen gensoru oylamasında hükümetten yana oy kullanıyor ve hattâ Haziran ayında hükümete girebileceklerini açıklıyorlardı. İlkesizlik, belki de diğerleri içinde en ilkeli olduğunu iddia eden BBP tarafından parti politikalarının temeli haline getiriliyordu.[7] Yazıcıoğlu’nun daha sonra dile getirdiği “aslında Çiller’in Türkiye gerçeklerinden haberi yok, bizleri tanımıyordu, tanıyınca anladı” manasına gelecek sözleri partinin sarsılmaya başlayan imajını kurtarmaya yetmeyecekti.[8] MHP ile RP kanadının küskünlerini biraraya getirmek amacıyla, iki kanat arasında bir orta yol hareketi olarak ortaya çıkan BBP, bugün 1995 seçimleri sonrası izlemiş olduğu pragmatist politikalarda bunu başaracak sağlam bir ideolojik yapıya sahip olmadığını açıkça gözler önüne sermiş durumda.

Aslında partinin sağlam temelleri olan bir ideolojik yapısı olmaması onu ister istemez pragmatik politikalar izlemeye yöneltti. Partinin hem İslâmî hem de ülkücü tabanlara hitap etme arzusu, fakat bu amacı gerçekleştirebilecek kapsamda bir program ve strateji ortaya çıkaramamış olması, BBP’nin bugünkü haliyle seçimlerde başarı gösteremeyeceğine işaret etmekte. Böylesi bir amacı güden herhangi bir partinin aynı kulvarda yarıştığı partilerden farkını ortaya koyacak bir programı içselleştirmesinin doğal olacağı kanısındayız. Partinin MHP’nin tabanını oluşturan milliyetçi seçmenlerden, göreceli de olsa, uzaklaştığı kolayca tespit edilebilen bir gerçek. Milliyetçilik parti ideolojisinde yerini İslâmî bir söyleme bırakmış.[9] Her ne kadar 12 Eylül sonrası süreçte MHP tabanının da daha İslâmî bir nitelik kazandığını tespit etsek de, yine de klasik Türk-İslâm sentezi fikriyatını reddeden bir partinin iki sentezle yoğrulmuş geleneksel MHP tabanında başarı kaydetmesi oldukça zor görünmekte. Üstelik BBP kurucularının neden MHP’den ayrıldıkları sorusuna verdikleri yanıtlar da kamuoyunca tatminkâr bulunmaktan uzak. Yazıcıoğlu’nun bir mülakatta MHP ile neden yollarının ayrıldığı sorusuna verdiği cevaplar, bu konunun aydınlatılmasına az da olsa yardımcı olabilir. Yazıcıoğlu’na göre, MHP ile yollarının ayrılmasının temelinde partinin kendi ideolojisi hariç başka hiçbir görüşe müsamaha göstermemesi yatmakta. Yazıcıoğlu, “Ya sev ya terket” tarzı sloganları doğru bulmadığını ve Türk milliyetçiliğinin MHP’nin tekelinde olduğu söyleminin kabul edilemez olduğu kanısında.[10] Bu eleştiri doğru olmasına doğru da, taban nezdinde ne kadar destek göreceği oldukça muğlak. BBP milliyetçiliğinin, özelde Türklük, genelde millet bilincini geri plana iten ve İslâmî bir ümmet bilincini ön plana çıkaran milliyetçilik anlayışının, yıllarca aşırı milliyetçi ideolojilerle yoğrulmuş MHP tabanından oy kapması zor görünmekte.[11] Bu açıdan kamuoyundaki kanının aksine, BBP’nin MHP geleneğinden epeyce ayrılmış olduğunu tespit etmek yanlış olmasa gerek. MHP geleneğinde İslâm, Türklüğün yüceltilmesi davasının tarihsel gelişimi içerisinde önemli ve vazgeçilmez bir bileşen haline gelmiş olarak algılanır ve kutsanırken, BBP-’ye göre İslâm’ın yüceltilmesi davası herhangi bir diğer davadan (örneğin: Türklük) daha nitelikli olarak kabul edilmektedir. Partinin serbest pazar ekonomisini savunması nedeniyle de,[12] devletçi ve ithal ikameci katma bir ekonomik yapıyı savunan MHP’den farklı olduğu göze çarpmaktadır.[13] Fakat bu, ideolojik oy verme potansiyeli yüksek MHP’li ülkücüler açısından fazla önem taşımasa gerek. Böylelikle BBP, dozu arttırılmış İslâmî söylemi haricinde, MHP tabanına bırakın yeni bir şey, hemen hemen hiçbir şey sunmamakta.

BBP’nin bir diğer stratejik hedefinin ise eski Refah Partisi’nin tabanından oy almak olduğunu bilmekteyiz. BBP’nin ideolojik kısırlığı burada da kendini göstermekte. Eğer parti FP kulvarında ilerlemeyi hedefliyorsa, başarısının sırrı bu tabana yapacağı yeni ve özgün önerilerle şekillenecektir. Oysa ki BBP’nin böyle bir çıkış için hazır olmadığı, partinin kamuoyu tarafından önceleri RP ve bugün de FP ile özdeşleştirilmesinden anlaşılabilir. Kamuoyu nezdinde partiyi farklı kılan, onun İslâmi ve milliyetçi kulvarlarda yankı bulan yenilikçi fikirleri değil (zaten yok), aslında bu iki cenahın arasına sıkışmış görüntüsüdür. Kesintisiz sekiz yıllık eğitim, türban, imam hatipler ve daha birçok konuda BBP-FP ile en ufak bir farklılık arz etmemektedir.[14] Yazıcıoğlu’nun neden FP hareketi içinde yer almadıkları sorusuna verdiği yanıt, tıpkı MHP örneğinde olduğu gibi, yüzeysel ve açıklayıcı olmaktan bir hayli uzak. Yazıcıoğlu kendilerinin FP’den farkını “biz RP’nin yıllardır savunageldiği gibi dinin temsilcisi olma iddiasını taşımıyoruz, sadece İslâm’ın hizmetkârları olduğumuzu dile getiriyoruz. Yani bizden olan dinden olandır, diğeri bâtıldır görüşünü reddediyoruz” demek suretiyle açıklamakta.[15] Bu eleştirinin ötesinde, BBP’nin FP tabanına yönelik kayda değer hiçbir alternatif teklifi ya da politikası dikkat çekmemekte. Yüzde 20’ler civarında oy potansiyeli ve sağlam örgüt yapısıyla, mecliste her zaman temsil edilecek bir FP karşısında BBP’nin, hele ki, benzer ideolojik bir yaklaşım sergileyerek, herhangi bir başarı göstermesi neredeyse imkânsız görünmekte.

DÖNÜLMEZ AKŞAMIN...

BBP’nin seçimlere çok az bir süre kala yapısı, stratejileri ve kampanyaları incelendiğinde partiye başarı kazandıracak herhangi bir atılımın olmadığı göze çarpmakta. Her ne kadar Haziran 1998 yılında Ankara’da yapılan BBP 3. Kurultayı parti kurmay ve sempatizanlarını ümitlendirmiş görünse ve milliyetçi-İslâmî basın bu kurultaya önemli yer atfetmiş olsa da, BBP’nin ısrarla üzerinde durduğu dürüst ve ilkeli siyaset söyleminin partiye bir seçim başarısı getireceği kanısında değiliz. Üstelik bu kurultayda yapılan bazı tespitlerin de bu gerçeğin altını çizdiğini düşünmekteyiz. Kurultay sonrasında parti genel sekreteri Mehmet Ekici, parti yayın organı olarak da tanımlayabileceğimiz Nizam-ı Alem Ocakları dergisine verdiği mülakatta, partinin birçok insan için ikinci tercih olduğunu belirtiyor.[16] Bu tespit çok sağlıklı ve doğrudur, üstelik bizim bulgularımızla da örtüşmektedir. Bunun BBP’nin seçim performansı açısından ne kadar umut verici olduğu ise oldukça şüphelidir. MHP ve FP tabanları nezdinde ikinci (ya da kardeş) parti olarak algılanan BBP tam da bu nedenle yakın gelecekte kayda değer bir seçim başarısı gösteremeyecektir. Aynı kurultayda yapılan bir başka önemli tespit daha vardır. Buna göre BBP “pratik ve net çözümler üretebilen bir partidir”.[17] BBP gerçekten de 1995 seçimlerini izleyen dönemde, pek net sayılmasa da, pratik çözümler üretebilmiştir. Fakat nedense bu çözümler genelde hep BBP’nin ya içeriden ya da dışarıdan destekleyeceği RP’li koalisyon seçenekleri olmuştur. Aman RP hükümet olsun da Tansu Çiller’i de içimize sindiririz pratik ve net bir çözüm sayılamaz mı?

Partinin seçimlere kendi başına girmesi artık kesinleşmiştir ve bu saatten sonra seçim barajı hakkında yapacakları eleştiriler pek bir anlam ifade etmeyecek, aksine böyle bir söylem BBP’nin güçlü rakipleri karşısında şansını iyice azaltacaktır. Seçim barajını eleştiren bir kampanyanın seçmenin barajı geçme şansı düşük olan BBP yerine, baraja daha yakın MHP ya da zaten barajı geçecek FP’ye yönelmesini hızlandırmaktan öte bir işlevi olmayacaktır. Öte yandan 1995 seçimlerinde diğer partilerin aday belirleme yöntemlerini eleştiren BBP, 18 Nisan seçimleri öncesi kendi adaylarını da önseçimle değil “istişare” yoluyla belirlemiştir. “İstişare” yönteminin demokratikliğinin oldukça şaibeli olduğu düşünülürse, BBP’nin eleştirdiği diğer partilerden ne farkı kaldığı önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Merkez yoklaması ya da “istişare” yöntemiyle aday belirlemenin tutarsız bir davranış olarak algılanabileceği parti genel sekreteri tarafından da kabul edilmekte, fakat şartların bunu mecbur kıldığının altı çizilerek, örgütlerden tavsiye edilen adayların hemen hepsinin merkezce kabul gördüğü belirtilmektedir.[18]

BBP’nin 18 Nisan 1999 genel ve yerel seçimleri için hazırladığı seçim beyannamesi, partinin içinde bulunduğu ciddi ideolojik çıkmazdan sıyrılma yönünde yeterli bir çaba göstermediğinin kanıtı sayılabilir. BBP bütün seçim stratejisini kendilerinin dürüst ve ilkeli, diğerlerinin ise yağmacı ve çıkarcı oldukları üzerine kurmuş bulunmakta. Beyannamede İslâmî kesimlerin sıcak bakacağı özelde türban yasağına, genelde ise 28 Şubat kararlarına direnme temaları sıklıkla işlenmekte. Burada dikkat çeken nokta, yalnız 28 Şubat sürecinin değil, aynı zamanda bu süreçte “milletin menfaatlerini” savunmakta aciz kaldığı iddia edilen kadroların da eleştirilmesi. Böylece BBP’nin, süreç boyunca sessiz kalmayı tercih eden MHP’nin ve bizzat birçok kanunu hükümet olarak imzalayan FP’nin tabanlarını hedeflediğini anlamaktayız.

Bütün bunların ışığında, BBP’nin 18 Nisan 1999 seçimleri öncesinde bir ölüm kalım savaşı verdiğini söylersek herhalde yanılmış olmayız. Ekici’nin sözlerinden anladığımız kadarıyla, partinin bu seçimlerden umudu MHP’nin barajı aşamaması ve kendilerinin bu partiye yakın bir oy almaları olarak gözükmekte. Böylece BBP’liler, 2004 seçimlerinde kendilerinin denenmemiş bir alternatif olarak seçmen karşısına avantajlı olarak çıkacaklarını düşünmekteler. FP oylarında önemli sayılabilecek olası bir erozyonun da kendilerine yarayacağı öngörüsüyle hareket eden parti kurmayları aksi takdirde BBP’nin küçülmesinin kaçınılmaz olduğunu kabul etmekteler.[19] Bu görüşlerin iyimser tahminlere dayandığının altının çizilmesi gerektiği kanısındayız. BBP’nin MHP seviyesinde bir oy oranı yakalaması hemen hemen imkânsız görünmekte, üstelik FP oylarının radikal bir şekilde düşmesini gerektirecek herhangi bir neden dikkat çekmemektedir. Bu saiklerle 19 Nisan 1999 günü itibarıyla BBP’nin kurumsal varlığını sürdürmesi açısından çok zor bir döneme gireceği ve Türk siyasetinde fazla önem taşımayan bir hareket halini alacağı kaçınılmaz görünmektedir. BBP’nin gelecekte var olmasının tek teminatı, rakip gördükleri partilere gerçekten alternatif olacak bir siyasî yapılanmayı gerçekleştirmelerinden geçmektedir.

[1] Muhsin Yazıcıoğlu, Yeni Bir Dünya İçin Yeni Bir Türkiye (Ankara: Seba Yayınları, 1998), s.17.

[2] Gündüz, 3 Kasım 1995.

[3] Burak Arıkan, Muhsin Yazıcıoğlu İle Mülakat (Ankara: TBMM, 24 Kasım 1998).

[4] Büyük Birlik Partisi, Program (Takav Matbaacılık, 1999).

[5] Tansu Çiller’in ANAP’a yüklenmek için BBP’lileri kastederek sarf ettiği “katilleri meclise taşıdılar” cümleleri buna iyi bir örnek olarak gösterilebilir.

[6] Burak Arıkan, Muhsin Yazıcıoğlu ile mülakat (Ankara: TBMM, 24 Kasım 1998).

[7] BBP parti programının hemen ikinci sayfasında yer alan “siyasete ahlâkı hakim kılacağız, siyasete seviye ve itibar kazandıracağız... siyaseti kendi başına bir gaye olmaktan çıkarıp, milletimize ulaşmanın ve hizmetin bir vasıtası yapacağız” sözleri partinin ilkeli politika yapmak konusundaki iddiasını gözler önüne sermekte.

[8] Burak Arıkan, Muhsin Yazıcıoğlu ile mülakat (Ankara: TBMM, 24 Kasım 1998).

[9] Büyük Birlik Partisi, Program (Takav Matbaacılık, 1999) ve Nizam-ı Alem Ocakları, Milliyetçilik Anlayışımız, s.2 (http://www.turk.ch/nizamialem/tr/nizamial.htm. 9 Mart 1999).

[10] A.g.e.

[11] BBP milliyetçiliğinin ayrıntıları için, bkz. Büyük Birlik Partisi, Program (Takav Matbaacılık, 1999) ve Nizam-ı Alem Ocakları, Milliyetçilik Anlayışımız.

[12] Büyük Birlik Partisi, Program (Takav Matbaacılık, 1993), s.32.

[13] Milliyetçi Hareket Partisi Programı (Ankara, 24 Ocak 1993), s.36-7.

[14] 8 yıllık eğitim konusunda BBP Başkan Yardımcısı Orhan Kavuncu’nun TBMM’de dile getirdiği görüşlerin altına hemen hemen bütün FP’lilerin gözü kapalı imza atacağına emin olabiliriz. Orhan Kavuncu, “Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitim Gerçeği” (Büyük Birlik Partisi Home Page, http://www.bbp.org.tr, 9 Mart 1999).

[15] Burak Arıkan, Muhsin Yazıcıoğlu ile mülakat (Ankara: TBMM, 24 Kasım 1998).

[16] Nizam-ı Alem Ocakları dergisi, “BBP Genel Sekreteri Sayın Mehmet Ekici İle Röportaj” (Ankara: Uzman Matbaacılık, Haziran 1998).

[17] Nizam-ı Alem Ocakları dergisi, “Derin Devlet Manipülasyonuna Derin Millet Atraksiyonu” (Ankara: Uzman Matbaacılık, Haziran 1998).

[18] Burak Arıkan, Büyük Birlik Partisi Genel Sekreteri Mehmet Ekici ile mülakat (Ankara: BBP Genel Merkezi, 10 Mart 1999).

[19] A.g.e.