Çeçenistan’daki savaş yalnızca Rusya’nın değil, Amerika’nın da bölgedeki niyetini yeniden gündeme getirdi.
Neden doğrudan Çeçenistan’daki savaş değildi tabiî ki.
Savaş, Kafkaslar’da uzun süredir devam eden gerginliği “stabil bir gerginlik” ya da “sürekli bir çatışma” durumuna getirmeyi amaçlayan bir araç sadece. Amaç ise bölgedeki “güç sahası” ya da “arka bahçe”nin klasik deyimi ile nasıl “paylaşılacağı”.
Paylaşımlar artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, siyah-beyaz değil. Herkes açıktan niyetini belli etse bile, zaman zaman dolambaçlı yollar ya da farklı ülke veya güçler kullanılarak nüfuz savaşı yapılıyor. Bunun örnek uygulama alanlarından biri de Kafkaslar.
Soğuk Savaş sonrasının “uyanık” ve “parlak”, ancak başından itibaren sadece beyin jimnastiğini tercih eden bazı teorisyenlerin tezlerinin Kafkasya’da pek tutmadığını görüyoruz. Bunlardan biri de Huntington. Özellikle Türkiye’de kendilerini her şeyi bilmek zorunda hisseden bazı gazete yazarlarının başucu teorisyeni Huntington’ın teorileri de ne yazık ki, “tarihin sonu”nu ilân eden Fukuyama gibi rafa kaldırıldı. Çünkü bölgedeki itiş-kakışın nedeni din değil, basbayağı bir pazar, dolayısıyla bir güç savaşı. Yani, hâlâ bazılarının demode bulduğu ekonomik gerekçeler geçerli.
Rusya Federasyonu’nun Putin’in sertlik yanlısı politikaları ile birlikte, bölgede kendini yeniden hissettirme girişiminin altında Kafkaslar’daki enerji kaynaklarının paylaşımı var. Zaman zaman ekonomik endişeler öne geçse de siyaseten demir yumruğunu hissettirmek istiyor Rusya.
Son aylarda aynı niyeti taşıyan bir başka ülke daha var. Bazen ayakları yere bassa da çoğu zaman ABD’nin zorlaması, taşeronluğu, sırt sıvazlaması ile hiç de hazır olmadığı bir liderliğe soyunuyor. Tabiî amiyane tabiri ile medyanın “gazı” da var. Türkiye’de birçok şeye karar veren medya, şimdi de Türkiye’nin Kafkaslar’da lider olmasını uygun görüyor.
Kafkasya’daki savaş bir süredir devam ediyor. Ama ne olduysa geçen ay oldu. Birden bu savaşın bölgedeki diğer ülkeler için de tehlikeli olabileceği ve bölgeye yayılabileceği açıklaması yapıldı. Açıklamanın Amerikan kaynaklı olması ilginçti. Aslına bakılırsa tehlikede olduğu söylenen ülkelerin kendilerinin dondurulmuş krizleri hattâ bölünmüş bölgeleri var. Yani bu ülkelerde sıcak çatışma durumu yok, ama çözülmemiş toprak sorunları sözkonusu. Gürcüstan uzun süre Abhazlar’la çatışmış ve sorun rafa kaldırılmıştı. Keza, Azerbaycan ile Ermenistan, Karabağ sorunu nedeniyle hâlâ düşman iki ülke. Karabağ sorunu Türkiye ile Ermenistan arasına duvar çekmiş durumda.
Peki ne olmuştu da zaten krize her zaman gebe bir bölgede Çeçen savaşının yayılabileceği gibi, suni bir tezle ortaya çıkıp tedbir alınması istenmişti. Henüz bunun nedenleri net değil. Ama bu süreç içinde Türkiye ortaya çıktı ya da çıkarıldı. Teklif Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev’den geldi. Türkiye-Azerbaycan-Gürcüstan üçlü bir pakt kurmalıydı. Türkiye de bu teklifi Gürcüstan’a götürdü. Her üç ülke tarafından sıcak karşılanan bu teklif aslında yakın bir gelecekte Rusya’ya meydan okumak anlamına geliyordu. Bunu şimdi açıktan yapamayan bu üç ülke, Rusya’nın tepkisini çekmemek için siyasî bir güce dönüşmeyeceği sinyalini vermek zorunda kaldı. Hangi nedenle olursa olsun, bu girişim, ileriki yıllarda bir niyetin beyanını ortaya koyuyor. Türkiye beraberindeki iki ülkeyle birlikte Rusya’ya karşı bir blok oluşturmaya zorlanıyor. Aslında Türkiye için zorlanıyor demek yanlış olur. Çünkü bu role soyunmak zorunda hissediyor kendini. Kafkas petrollerinin ABD’nin girişimi ile Bakü-Ceyhan Boru Hattı ile taşınmasına karar verilmesinin ardından böyle bir yükün altına girmeyeceği önceden belli gibiydi. Yani ABD, önceden planladığı bir projeyi şimdi hayata geçiriyor. Türkiye de bunu uygulamaya koyuyor. Bir anlamda Bakü-Ceyhan’ın diyeti ödettiriliyor.
Ayrıca ABD, Kafkaslar’da olanlara doğrudan müdahalede bulunmak istemiyor. Kendi yerine aynı rolü oynayacak belki daha da iyi oynayacak ortaklar seçiyor kendisine. Türkiye ise ABD açısından biçilmiş kaftan. Soğuk Savaş sırasında Türkiye’nin rüştünü ispat ettiği biliniyor. Üstüne üstlük üçlü pakt girişimi alelacele yapıldı.
Çünkü bu girişimin iki hafta sonrasında Moskova’da Rusya’nın öncülüğünde bir Kafkas Zirvesi toplanacağı biliniyordu. Yani ABD’nin el altından girişimi ile bu zirveye de bir mesaj yollandı. Yani Moskova’nın girişimine Washington’un Türkiye ile cevabı gibiydi bu hareket.
Azerbaycan ise üçlü pakt konusunda Türkiye’den daha radikal. Rusya’nın bölgeden tamamen tecrit edilmesinden yana. Bu da Ermenistan ile barışmaktan, Karabağ sorununu çözmekten geçiyor. Ancak Ermenistan şu anda bu üç ülke arasında bir ada gibi kalıyor. Ve bir anlamda arada sıkıştığı için zorunlu olarak Rusya ile birlikte hareket etmek durumunda. Ermenistan topraklarında hâlâ Rus askerleri bulunduğu, bu ülkenin Azerbaycan ve Türkiye ile ilgili problemleri olduğu düşünülürse Ermenistan’ın tutumunu normal karşılamak gerekiyor. Ama üçlü pakt projesinin hayata geçirilmesi için Ermenistan’ın da kazanılması gerekiyor. Bu yönde bazı adımlar da atılmaya başlandı. Ermenistan-Azerbaycan arasındaki Karabağ sorununun çözümüne yönelik el altından görüşmelerin sürdüğü biliniyor. Her iki ülkenin devlet başkanları geçen ay sonunda Davos’ta biraraya gelip bu konuyu ele aldılar.
Hattâ eski Cumhurbaşkanı Elçibey’in hamasi ve biraz da yüzsüz bir çıkışla Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi halinde -sanki Karabağ kendi döneminde terk edilmemiş gibi- bölgeyi Çeçenistan’a döndürecekleri tehditi de bu görüşmelerde bayağı bir yol alındığını gösteriyor. Ayrıca Türkiye’de Ermenistan’la olan sınır kapısının açılmasına yönelik tartışmalar yeniden yoğunlaştı.
Zaten Ermenistan üçlü pakt girişimine yönelik açıklama yapmakta gecikmedi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ara Papyan, Türk-Ermeni ilişkileri normalleşmediği sürece, bölgesel programlardan söz etmenin imkânsızlığını dile getirdi. Hattâ yine geçen ay Moskova’nın öncülüğünde biraraya gelen Azeri-Ermeni ve Gürcü liderlerin biraraya geleceği Kafkasya doruğunda yeni bir güvenlik sistemi kurulmasıyla ilgili görüşmeler yapıldı.
Puzzel’in parçaları birleştikçe ABD’nin Kafkaslar’da Ruslara karşı niçin bir blok oluşturmak istediği ortaya çıkıyor. Bunun tüm yükü de Türkiye’ye yükleniyor. Ama Bakü-Ceyhan ile Türkiye’nin ağzına bir parmak bal süren Washington, daha şimdiden finansman konusunda yan çizmeye başladı. Hiçbir firma maliyeti oldukça yüksek bir hat için para harcamak istemiyor. Yani bu hattın ABD tarafından siyasî tercih kullanılarak Türkiye’ye verildiği ortada. Rusya’nın arka bahçesindeki nüfuzunu azaltmanın bir yolu da bu. Bu hat kısa vadede hayata geçirilecek gibi de görünmüyor. Türkiye zafer naraları atarken, ABD “bu kadar da sevinmeyin” der gibi. Bu petrolü başka hattan taşımanın hesaplarını da yapıyor. Trans-Balkan hattını gündeme getiriyor. Bulgaristan’ın Burgaz kentinden başlayarak Makedonya’ya ulaşacak hattın Arnavutluğun Durres Limanı’nda bitmesi planlanıyor. Bakü-Ceyhan’ın 3 milyar dolara, bu hattın ise sadece 900 milyon dolara mal olabileceği söyleniyor.
Tüm bunlar biraraya geldiğinde tüm yollar Kafkasya’daki sorunların çözümüne çıkıyor. Ayrıca ABD halen tüm şiddetiyle devam etmekte olan Çeçen savaşında Ruslara çok da sert çıkmıyor. Hattâ Clinton, “Grozni’nin özgürleştirilmesinden yanayım” gibi muğlak ve ne anlama geldiği belli olmayan ifadeler kullanıyor. Çünkü kontrollü bir krizin işine yarayacağını düşünüyor. Afganistan’da olduğu gibi şeriatı savunan bir gruba en azından şimdilik uzak duruyor. Üstelik savaşın daha uzun sürmesini sağlıyor. Ve ortada hiçbir gerekçe yokken bu savaşın komşu ülkeleri tehdit ettiği tezini ortaya atıyor. Ve ardından Türkiye-Azerbaycan ve Gürcüstan’ı bu ülkeye karşı biraraya getirmeye çalışıyor.
Ancak Putin devlet başkanı seçildikten sonra Rusya’nın yeni dönemde nasıl bir politika izleyeceğinin ipuçlarını şimdiden veriyor. Üstelik ilân edilen yeni nükleer doktrinin soğuk savaş döneminden daha ağır ve tehlikeli olduğu gözönüne alınırsa, bu ülkenin bölgedeki etkinliğinden kolay kolay vazgeçecek gibi olmadığı görülüyor. Yeni doktrine göre, Rusya eskiden olduğu gibi, sadece nükleer tehlike karşısında değil, ulusal güvenliğini tehlikeye atacak her türlü tehdit karşısında harekete geçmeyi kabul ediyor. Yani Rusya’nın bu bölgeyi ve bölgedeki ülkeleri yalnız başına bırakmayacağı, kendisine karşı oluşturulacak bir pakta çok da sıcak yaklaşmayacağının ipuçlarını veriyor. Kendi iç barışını henüz sağlayamayan Türkiye’nin Kafkasya’da “kahramanlığa” soyunması için zaman biraz erken gibi geliyor. Rusya’ya cephe almaktansa, bölgedeki ekonomik ve siyasi dengeler nedeniyle, zoraki de olsa öncelikle daha acil sorunların çözümüne katkıda bulunması gerekiyor. Nitekim Türkiye ile Ermenistan’ın ilişkileri normalleşmediği sürece bölgesel paktlardan söz etmenin imkânsızlığı ortada.
Gürcülerle Abhazlar, Azerilerle-Ermeniler arasındaki anlaşmazlıkların çözümü; tüm tarihi husumetlere rağmen, Türkiye ile Ermenistan’ın barışması insani bir Kafkasya için daha acil gibi görünüyor. Neticede, küçük gibi görünen barışların, ortaya içi boş retorikten öteye gitmeyen “büyük” projelerden daha yaşanabilir sonuçlar çıkardığı biliniyor. Çünkü Kafkasya’nın küçük barışlar gerçekleşmeden büyük provokasyonlara açık olduğu çok iyi biliniyor.
METE ÇUBUKÇU