“Yeni” İşçi Partisinin yeni iktisadî ortodoksisi, Stuart Hall’in hatırlattığı gibi, bırakınız yapsınlar doktirinini benimseyerek, Keynes’in fikirlerinin egemen olması öncesindeki, yani 1920’lerin sonu ve 30’ların başındaki sağ İşçi Partililerin savunduğu ortodoksiye benzemektedir. “Yeni” İşçi Partisi bu tavır değişikliğini, uluslararası rekâbet koşullarına uyum sağlamanın bir gereği olarak sunmaktadır. Tony Blair’e göre,
“dünya ekonomisinin entegrasyon süreci, diğer sanayileşmiş ülkelerdekinden bariz biçimde farklı bir vergi rejimi ve bütçe açığını İngiltere’nin kaldırmasını mümkün kılmamaktadır. Vazgeçmeyeceğimiz hedeflerden birisi, yabancı yatırımcıları İngiltere’ye gelmeye cezbedecek bir vergi ortamı yaratmaktır.”[1]
Gerçekten de, küreselleşme, “yeni” işçi partisi girişiminin iktisadî görüşlerinin revizyonu için gerekli meşrûiyetin çatısını oluşturur. Bu revizyon girişimi, Blairizmin* iki mücahit aydını tarafından, Giddens ve Gray tarafından kavramlaştırıldı. Giddens’in kuramsal çerçevesi içinde, üretimde ve finans sektöründe küreselleşme kaçınılmaz bir “gerçek”, bütün iktisadi ve sosyal politikaları belirleyen bir etmen, ve bunların ötesinde, küresel pazar bütün yurttaşlarının yaşam tarzlarını belirleyen bir etmen olarak sunulur (bkz. Beyond Left and Right. The Future of Radical Politics ve bu kitaptaki tezlerin vulgarize edildiği The Third Way. The Renewal of Social Democracy - Üçüncü Yol ve Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi, Birey Yay., 2000). Giddens, kültürel ilişkileri de dahil edip, çok geniş bir içerikte tanımladığı küreselleşmeyle, giderek daha az sayıda insanın geleneğe bağlı kalıp, giderek daha fazla sayıda insanın yaşam tarzlarını seçmeleri olanağına kavuşmasının bir neticesi olduğunu iddia ettiği yeni bireycilik arasında doğrudan bir ilişki kurar:
“(…) küreselleşme, siyasal ve iktisadi etkilerin belirlediği bir karmaşık güçler dizisi oluşturmaktadır. Özellikle kalkınmış ülkelerde, küreselleşme günlük yaşamı değiştirmekte, ve aynı zamanda yeni uluslararası sistemler ve güçler yaratmaktadır. Küreselleşme günümüz siyasetinin arka plânı olmanın çok daha ötesinde bir konumdadır. Bütünlüğü içinde ele alındığında, küreselleşme, içinde yaşadığımız toplumların kurumlarını dönüştürmektedir. Küreselleşme, sosyal demokrasi içi tartışmalarda büyük yer işgâl eden ‘yeni bireyciliğin’ yükselmesiyle doğrudan ilişkilidir.”[2]
Küresel pazarın, ahlâkî, dinî, toplumsal, vb… geleneklerin hâkimiyetini her yerde kırarak, üzerlerindeki geçmişin ölü ağırlığından insanları kurtararak, onlara modernlik içinde kendilerini yeniden tanımlamaları olanağı verdiğini iddia eder. Giddens’e göre, Marksist versiyonu can çekişen, eski sosyal demokrat versiyonu da aynı yolda olan “sol”, ne bu küreselleşmenin yararlı etkilerini kullanabilmiştir ne de yeni bireyciliği sahiplenmenin siyasal gereklerini iyi değerlendirmiştir. Bunlar, İngiliz “eski” solunun art arda gelen yenilgilerini, orta sınıfların İşçi Partisine ve diğer tüm paleo-sosyalist akımlara karşı aldıkları kuşkulu ve mesafeli tavrını, ve kapitalist modernliğin bu gerçeklerini çok daha önce hazmeden Thatcherizmin dikkat çekici direniş gücünü kısmen açıklayan olgulardır. Dolayısıyla “üçüncü yol” savunucularının rolü, yurttaşların küreselleşmeyle karşı mücadele etmelerine yardım etmek değil, küreselleşmeyle yaşamaya alışmalarına yardım etmektir. Çünkü birinci seçenek, sonuç olarak, kaybetmeye mahkûm olduğu için nafiledir ve, hepsinin yabancı düşmanı olduğu kabul edilen milliyetçilikler başta olmak üzere, içinde eski rejimin nostaljik taraftarlarını toplamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Modern olmak, küreselleşmenin sınırlarına mümkün olduğu kadar yakınlaşmaktır:
“Üçüncü yol siyasetinin temel hedefi, küreselleşme, kişisel yaşamlarımızın ve doğayla ilişkilerimizin değişmesi gibi, günümüzün belli başlı devrimlerinin çalkantısını aşmakta yurttaşlara yardım etmektir. Üçüncü yol siyaseti küreselleşmeye karşı olumlu bir tavır takınmalıdır. Fakat bunun, küresel pazarı kat be kat aşan bir olgu olduğunu unutmamalıdır” (a.g.e., s. 64).
Küreselleşmenin, kozmopolit kültürel alışveriş konusunda olduğu gibi, mal ve hizmet tüketiminde de bize bir dizi yarar getirmesinin yanında, bazı sıkıntılar yarattığını Giddens kabul eder. Örneğin küreselleşme, ulusal ekonomiler ve kimlikler üzerinde yıkıcı bir etki yaratmaktadır. Özellikle, içinde bulunduğumuz toplumlarda giderek artan güvensizlik hissinin kaynağında küreselleşmenin yıkıcı etkileri bulunmaktadır. Bu tema, John Gray tarafından daha etraflı biçimde geliştirilip, Blair’in ahlâkî düzen ve güvenlik söylemine kaynak teşkil edecektir. Giddens’e göre ise, esas olan, bu yıkıcı etkilerin sonuçlarını tamir etmek değil, bunların nedenlerine karşı mücadele etmek hiç değil, küreselleşmiş sermayenin saldırılarına karşı bir koruma talep edenler, yani “geriye dönmek isteyenler” tarafından bu yıkıcı etki bahanesi kullanılıp, ulusal devletin düzenleyici işlevinin yeniden değer kazanması sağlamak isteyenleri engellemektir. “Radikal merkezciliğin” diğer propagandacısı John Gray temel gerekliliği şöyle ifade eder:
“Geriye dönemeyiz. Malî piyasalar izin vermeyeceği için, sosyal-demokrat hükümetler talebi kamçılamak ve devlet harcamalarına başvurmak yöntemlerine dayanan geleneksel reçeteleri artık kullanamazlar.”[3]
Gray’in çok açık biçimde ifade ettiği ve “Yeni” İşçi Partisinin sağa doğru kaymasını, bir dizi hedef ve ilkeyi terk etmesini doğrulamaya yarayan, bu ulusal iktisadi çaresizlik doktrini, Blairci jeo-ekonomik vizyonunun temelini oluşturur. Blairci vizyon içinde küreselleşme, hem karşı konulamaz bir doğal güç, hem de, Marksistlerin daha önce sosyalizmin gelişine atfettikleri katı belirleme gibi bir belirleme içinde kendini empoze eden bir tarihî gereklilik olarak sunulur.[4]
Un digne héritier, Raisons d’Agir, Paris, 2000, s. 62-65.
[1] Anthony Blair, Mais Lecture, Mayıs 1995, New Britain içinde, s. 89-90.
(*) Tony Blair’in iktisadî-sosyal politikalarının bir değerlendirmesi için, bkz. Birikim, Ahmet İnsel, “Dikensiz Sosyalizm Gülü”, sayı: 123, Temmuz 1999.
[2] Anthony Giddens, The Third Way, Polity Press, Oxford, 1998, s. 33.
[3] John Gray’den alıntılayan Le Devoir, 25 Ekim 1997. [John Gray’in eleştirisi Birikim’in bu sayısında yayımlanan Fredric Jameson’un yazısında da yer almaktadır ; Ç.N].
[4] [Fransız İşverenler Konfederasyonu başkan yardımcısı Denis Kessler, iki asırlık bir liberal düşünce derneğinde Üçüncü Yol adlı kitabını tanıtan Anthony Giddens’e hitaben yaptığı bir konuşmada, kazananlar cephesinden bu “radikal merkez” girişimin nasıl olumlu algılandığını açık yüreklilikle ifade ediyordu: “Kitabınızı [Üçüncü Yol] çok sevdim, çünkü ekonomiden bahsetmiyorsunuz. Belli ki siz İngilizler şanslısınız, çünkü İngiltere’de artık ekonomi üzerine yapılacak bir tartışma kalmadı. Özelleştirmeler mi ? Herşeyi özelleştirdiniz. Bütçe açıkları mı ? Hepsini kaldırdınız. Vergiler mi ? Muhafazakârlar sizin yerinize hepsini azalttılar. Evet, Tony, tekrar ediyorum, gerçekten çok şanslınız. (…) Siz bize yeni bir sosyalizm değil, yeni bir kapitalizm öneriyorsunuz. Önerdiğiniz Üçüncü Yol hoşuma gidiyor, çünkü solda değil. İnsanî çehreli liberalizm veya ‘pazar artı hissiyat’ tabirleri de slogan olarak ona pekâla uyarlar”, Laurence Caramel, « Le troiseme voie ou ‘le libéralisme a visage humain’ » Le Monde, 2 Mart 1999, Ç.N.]