Milliyetçilik, bir devlet kurma, ulus oluşturma ideolojisi olarak küreselleşme ile birlikte etkisini kaybetmiş görünmektedir. 1970’lerden itibaren ulusal kalkınmacılığın dünya kapitalist gelişmesine ters düşmesiyle birlikte devletin kendini meşrûlaştırması için milliyetçilik ideolojisi ters tepkilere yol açmaktadır. Küresel ilişkilerin bir sonucu olarak global liberalizm bundan böyle milliyetçilik ideolojisinin karşısında durmaktadır (Keyder, 1993:7-17).
Türk milliyetçiliğine baktığımızda bu kavramın amacının cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında modernleşmenin başarıya ulaşması olduğunu, fakat modernleşmenin ulus-devlet bazında gerçekleşeceği düşünüldüğünde ulusal bütünleşme çerçevesinde somutlaşan bir kalkınmacılıkla birlikte ele alınmaktadır (Keyder, 1993:7-17). Ulusal kalkınmacılığın dünya kapitalist gelişmesine ters düşmeye başlamasıyla birlikte
“ .. resmî söylemin devletle birey arasındaki hukuksal-siyasal bağın ifadesi olan yurttaşlık kodunun devletin territoryal varlığına yönelik duygu (yurtseverlik) ve bir etnik topluluğun yüceltilmesine yönelik ideolojiyle (milliyetçilik) bütünleşmesi sonucu, cumhuriyetin temelinde bulunduğu iddia edilen Fransızvari siyasal ulus (nation politique) anlayışından hızla uzaklaşıyor” (Üstel, 1995:52)
Milliyetçilik söyleminin, cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki modernleşmeci hareketin ideolojik desteği olmaktan ve 1950’li yıllardan itibaren de komünizme karşı mücadelede ideolojik bir silah olarak kullanılması düşüncesinin (Konyar, 1999: 27) 1980’li yıllardan itibaren gelişen yeni siyasetlerle birlikte farklı bir alana doğru kaydığı görülmektedir. Türk milliyetçiliği ‘80-90’lar dönümünden beri yükselişe geçmiştir. Dünyada bilhassa Türkiye’nin kesişim noktasında bulunduğu Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya üçgeninde yükselen milliyetçi dalgaya paralel bir gelişme göstermektedir. ‘90’lı yıllarda gelişen iç ve dış olaylar ki kısaca Kürt meselesinin ortaya çıkması, Sovyetler Birliğinin çöküşü, Batıyla bütünleşme isteklerinin artması, Batı’da yükselen yeni-ırkçı ve ayrımcı/farkçı milliyetçiliklerin gelişmesi, Türkiye’de de birbirlerinden ayrılan, kimi zaman kesişen ama çoğunlukla ayrılan farklı türde milliyetçiliklerin gelişmesine izin vermiştir (Bora, 1994: 9,10, 11).
Milliyetçilik söylemi, Türkçü radikal milliyetçilik, İslâmcılıktaki milliyetçilik, resmî milliyetçilik, Kemalist ulusçuluk ve liberal milliyetçilik olmak üzere farklı söylemlerle ve toplumun farklı kesimlerine seslenen biçimlerde ortaya çıkmıştır. Bu toplumun farklı kesimlerine seslenen milliyetçilik söylemleri kimi zaman birbirleri içine karışmış olarak da görünmektedir. Bununla birlikte bu milliyetçilik söylemlerinin asıl önemli tarafı hepsi aynı düzeyde popüler olmamakla birlikte aynı dönemde poplaşmış olmaları, popüler kültür ile toplumun geniş kesimince benimsenmiş olmalarıdır. Bu söylemler zaman zaman aynı sembolleri kullanmışlar ancak birleşememişlerdir (Kozanoğlu, 1995:136). ‘90’lı yıllardan bu yana ortaya çıkan bu milliyetçilikler içinde popüler kültürü ya da tüketim kültürü ile en iyi bütünleşen liberal milliyetçilik söylemi olmuştur.
Türkiye’de Liberal milliyetçilik olgusunun 1980’lerde yeni sağ ekonomi politikalar ile ortaya konulduğunu, bu olgunun sermaye birikiminin sağlanmaya çalışılması ve bununla global sermayeye eklemlenme ve medeniyete uyumlu hale gelerek Batılılaşma politikasının uygulamaya konulması ile oluştuğunu söyleyebiliriz. Popüler söylemle liberal milliyetçi söylemin hedefi, Türkiye’nin “dünyanın 1. ligine” çıkmak olmuştur (Bora, 1994:10).
LİBERAL MİLLİYETÇİ SÖYLEMİ GETİREN YENİ KENTLİ ORTA SINIFLAR
Liberal milliyetçilik olgusunu meydana getiren toplumsal kategori ise kentli yeni orta sınıflar oluyordu. Bu kesim ise 1980’lerin iktidara getirdiği Özal’ın başlatmış olduğu yeni liberal politikalar ile ortaya çıkmaktadır.
“1980’li yılların sonuna gelindiğinde neo-liberalizmin ürünü olan yeni birikim ve toplumsal hiyerarşide yükselme kanalları İstanbul’da yeni bir zenginler ketegorisini ortaya çıkarmış bulunuyordu. Ne var ki bu yeni bir ‘sonradan görme’ türüydü. Beğeni konusuna hiç mi hiç aldırmıyordu. Bu insanlar yeni servetlerinin zevk-ü sefasını yaşamakta, kendi melez yapılarından keyif duymaktadırlar” (Öncü, 1999:130-4).
Bunlar, Özal’ı destekleyen finans ve ticaret kesiminin oluşturduğu bir kesimdi. Ancak aynı zamanda yeni liberal ekonominin kendilerine sunduğu fırsatlardan yararlandıkları için toplumsal kökleri kentli olmayabiliyordu, bununla birlikte kendi kimliklerini kentlerde ifade edebiliyorlardı.Yeni ekonomik ve siyasal politikaların getirdiği değişim rüzgârlarının algılanabilmesi kentlerde kurulan yeni medya sistemleri aracılığı ile mümkün oluyor, “tüketime göre statü” anlayışının yaygınlaşması ise ancak kentlerde oluşabiliyordu. (Kozanoğlu, 1993: 25-6)
1980’lerde başlayan yeni ekonomi politikalar doğrultusunda oluşan bu yeni toplumsal kategori daha önce var olan orta sınıfın değişikliğe uğraması ile meydana gelmekte, yeni bir yaşam tarzı ve kültür ile kendi kimliğini oluşturmaktadır. Bu kesimler toplumda daha önce var olan elitist cumhuriyetçi kadronun oluşturduğu kentsoylu- Batılı aristokrat orta sınıftan farklıdır. Anadolu’dan gelen zengin ailelerin çocuklarının da pahalı eğitimler alarak bu yeni kesime katılması söz konusudur.
Basında “Euro Türkler” de denilen bu kesimler, orta ve üst orta kesim içinden çıkmaktadır. Ancak bu kesim içinden çıkan bir başka grup da küreselleşmiş sermaye içinde çalışan kesimdir ki, bunlar, daha çok Batılı üstorta sınıfın yaşam tarzı ile bütünleştiklerinden Türk olma özelliklerini giderek kaybetmekte ve global değerler etrafında diğer üstorta sınıflarla bütünleşmektedir. Buradaki “Euro Türkler”in küreselleşmiş sermayenin bilfiil hizmetinde çalışmadıklarını, ancak ülke içinde çeşitli ortaklıklar kurarak kendi sermayeleri ile birer girişimci olarak hareket edip yine bu girişimlerini kolaylaştırmak ve yabancı ortaklarına da kolaylıklar sağlamak amacıyla yeni bürokrat tiplerle yakın ilişkiler içinde olduklarını söylemek gerekir. Bu kesimin yabancı sermaye ile ortaklık içinde olma eğilimi konusunda şu düşünceler içinde oldukları görülmektedir:
“Biz neo-liberal yanlısıyız ve özelleştirmenin de yanındayız. Bazı şirketler var, üretime asla katkıda bulunmuyor. Yaptıkları tek iş gecelik repo bağlamak ve devlete para satmak. Bizce devletin müdahalesinden daha ziyade teşviklerle, manevi desteklerle vergi oranlarında birtakım avantajlarla işler yapılmalı. Genelde bireylere, ekonomik müteşebbislere geniş hareket alanı verilmeli.. Bu kesim yabancı sermayeye beklenenden daha açık ve hazır” (Aktüel, 29 Nisan 1999).
Bu kesim de Batılı yaşamı daha yakından takip etmekte ve diğer küreselleşmiş sermayenin hizmetinde çalışan üstorta sınıfların yaşamına benzer tüketim biçimleri ile yaşamaktadır. Aktüel dergisi bu kesimin tüketim alışkanlıklarının diğer üstorta sınıf ile olan benzerliği konusunda örnekler vermektedir:
“Barut 35 yaşında mermer ve gıda sanayii ile uğraşan genç bir işadamı. Yükseliş Koleji ve Hacettepe Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu, Barut’un eşi de bir Macar. Aynı gruptaki Nadir Tuncay’da Yükseliş Kolejinden. ABD’ye gidip döndükten sonra eğlence sektörüne girmiş. Ankara’nın önde gelen gece kulüplerinden... sahibi olan genç adam, bitki ve av hayvanları üretimi alanındaki bir şirketin de sahibi. Barut ve Tuncay.. Beymen’den giyiniyor, Gaultier parfüm kullanıyorlar. Tatil için yurtdışına, hattâ Küba müziği dinlemeye Küba’ya gidiyorlar. Biri tenis oynuyor, diğeri amatör olarak uçak kullanıyor. Haftasonları arkadaşlarıyla buluşup şehir dışındaki çiftliklerinde mangal partisi yapıyorlar. (...) Her şeyleri yabancı marka, hattâ bazılarının eşi bile yabancı. Tatillerde yurtdışına gitmeyi tercih ediyor. Özellikle büyük metropolleri seçiyorlar. (...) Grubun müzik zevki Sezen Aksu, Nilüfer bu aralar Yaşar ve Ahmet Kaya’yı da dinlediklerini söylüyorlar. Biraraya geldiklerinde ava gidiyor, tenis ya da bowling oynuyorlar, aralarında amatör pilot olanlar da var. Hepsi de eşiyle birlikte özel bir kulübe üye” ( Aktüel, 29 Nisan 1999).
’80 sonrasında uygulanan yeni liberal politikalar ile ortaya çıkan bu yeni kentli üstorta sınıfın bu yeni ekonomi içinde kendi varlığını sürdürebilmesi ancak belli bir sermaye ile ve yabancı ortaklarla hareket edip, bürokratik mekanizmaları kendi lehine çevirmesi ile mümkün olabiliyordu. Bu kesim aynı zamanda bu varlık koşullarını sürdürebilmek için bu koşulları “olmazsa olmaz” bir millî bir ideal haline dönüştürerek, ülkenin Batılı bir ülke haline geleceği mitosunu yaratarak, global bütünleşme söylemleri getirmek zorunluluğunu hissediyordu. Böylelikle bu kesimin sürdürdüğü liberal politikaların ülke kalkınmasında “olmazsa olmazlığı” bir liberal milliyetçi söylem haline dönüştü.
Ortaya çıkan bu İstanbullu olmayan yeni kentli orta sınıfın savunduğu millî çıkarlar ve hedefler doğrultusunda oluşturduğu yeni milliyetçi anlayış, liberal milliyetçilik olarak adlandırılabilecek anlayıştır. Bu anlayış modernleşmeyi iktisat ideolojisiyle anlamlandıran, modernleşme sürecinin kalkınmacı-gelişmeci veçhesini öne çıkartan bir söylemdir. Bu söylemde millî kimlik, dünyanın ileri /zengin ülkelerinin yani Batı’nın düzeyine erişme şevki ve yeteneği temelinde tanımlanır. Liberal milliyetçilik söyleminin temel etmenlerinden biri, ekonomiyi, milli pazarı/piyasayı bir milli gurur kaynağı olarak sunmasıdır. Bu söylemin ardındaki hedef, yerli piyasanın global piyasaya eklemlenme ve dünya piyasalarıyla aynılaşma düzeyinin gösterilmesidir. Bu düzey de kendini en iyi tüketim alanında gösterir. Bu devirde “muasır medeniyet seviyesi”nin, “evrensel kültür”ün de göstergesi tüketim kültürüdür (Bora, 1994: 17).
Bu milliyetçilik söylemi tüketim kültürü ile biçimlenmektedir. Ülkenin markalarının dünyanın ünlü markaları arasına girmesi, “Türkiye’nin tanıtımına önem verilmesi, “Türkiye’nin reklamı” söylemleri vardır. Sonunda bizzat ülke markalaştırılır (Bora, 1994:18). Öte yandan bu milliyetçi söylem bir yandan resmî milliyetçiliğin soğukluğuna, diğer yandan da etnisist–özcü milliyetçiliğin fanatizmine mesafelenmesine karşılık, bu çeşit milliyetçi söylemleri popülerleştirerek kendi bünyesine katmayı da becermektedir (geniş bilgi için bkz. Bora: 1993). Böyle bir örnek şöyle verilmektedir:
“..Onlar sayıları azımsanmayacak ülkücü yuppie’lerden sadece ikisi...hepsi de traşlı yüzleri, roleks saatleri ile kolejli genç işadamları.(...) 38 yaşındaki C.O yine bir Yükseliş Kolejli. Üniversitede İktisat okuduktan sonra baba mesleği olan müteaahitliği seçen A. özellikle Bingöl ve Elazığ’da çalışıyor. (...) Robert Kolej, Saint Benoit, Saint Joseph, İtalyan Lisesi ve Galatasaray’da birer ülkücü olarak varlık ve etkinliklerini sürdürmektedirler. Şimdi iş dünyasındaki güçlerini hissettirmek için biraraya gelip dernekleşiyor, etkinliklerini arttırmaya çalışıyorlar” (Aktüel, 29 Nisan 1999).
Yine Kemalist ulusçuluk söylemini de kendi bünyesine uydurmaktadır. Örneğin Atatürkçülükten kalan “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” ülküsünü piyasa fetişizmine uyarlayarak, modern yaşam tarzını “tutturma” melekesi temelinde bir kültürel kimlik tanımlar. (Bora, 1994:17) Bu kitlenin yarattığı yaşam tarzı Batılı yaşam tarzından daha farklı İslâmdan uzak ancak Türklük unsurunun modernleşmeyi daha fazla sağlaması nedeniyle bu unsurun ağır bastığı yeni bir yaşam tarzı olacaktır. Bununla birlikte bu “Türklük” artık modernleşmiş, Batılılaşmış olan Türklüktür. Popüler milliyetçiliğin ortaya çıkışının nedeni arasında, Amerikalılaşmak olduğu söylenebilir. Temelde bir kimlik bunalımın yattığı ancak bunun ötesinde bir Batılı gibi olmak onlarda olan ne varsa bizde de var mantığı ile hareket etmek (Kozanoğlu, 1995:125-156).
Bu kesimin savunduğu liberal milliyetçi anlayışın göstergesi kendini tüketim kültürü ile ortaya koyuyordu. Tüketim biçimine bakıldığında hepsinin üstorta sınıfın tüketim biçimine uygun davrandıkları görülmektedir. Tüketim eğlence anlayışına uygun olarak yapılmakta, yaşam tarzı eğlence üzerine oluşturulmuş tüketimlerden meydana gelmektedir. Bu kesimin çizdiği hayat tarzı ile modernleşmiş Batılı hayat standartlarını benimsemiş bir kesim oldukları görülmektedir. Bununla birlikte bu kesimlerin Batılı değerlerle bütünleşmeleri farklı olmaktadır. Bunun nedeni Batılı üstorta kesimler ile ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Bu kesimler Batılı üstorta sınıf ile ilişki kurarken ancak işlerinin gerektirdiği ölçülerde Batılı olmayı seçmektedir. Batılı üstorta sınıflar ile ne kadar çok ilişki kurulursa o kadar Batılı yaşam tarzını ve zihniyetini benimsemektedir. Bu anlamda diğer küreselleşmiş sermayenin hizmetinde çalışan üstorta sınıfların var olma nedenlerinin sadece bu çokuluslu şirketler olduğu için bu kesime göre daha fazla Batı’nın zihniyetini ve yaşam tarzını benimsediklerini ve Batılı üstorta sınıflarla bütünleştiklerini söylememiz mümkündür.
Bu kesimin kendi varlıklarını sürdürebilmeleri için takip ettikleri yeni liberal politikaları, Türk toplumunun Batılılaşmasında “olmazsa olmaz” bir önkoşul sayan bu yeni milliyetçi tavrın popüler hale getirilmesinde; bu kesimin gösterişli tüketimci yaşantısının magazin medyasında geniş yoksul kitlelere gösterilmesinin çok önemli bir rolü bulunmakla birlikte, bu yeni liberal politikaların yoksul kitlelere kısa zamanda köşeyi dönme ve zenginleşme vaadinde bulunan söylemlerinin de temel etkenlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu kitlenin çok çabuk elde ettiği yeni zengin yaşantı, imrendirdiği geniş yoksul kitlelerin gözünde bir örnek oluşturuyordu. Özal ekonomisini destekleyen insan tipi, kolayca köşeyi dönme hayallerine kapılan, bireyciliği toplumculuğa yeğleyen, hamallıktan gelip köşeyi dönme hayalleri içinde olan bir tipti. Toplumun büyük bir kesiminin yoksulluk ile mücadele ettiği gözönünde tutulduğunda bu kesimlerin yeni liberal politikaların vaadlerinden kolayca etkileneceği açıktır. Böylece ortaya yeni liberal milliyetçiliği savunan ama biran önce zenginleşip köşeyi dönmek isteyen insanlar çıktı. Popüler milliyetçiliğin bu denli yaygın olmasının altında bu nedenin olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte popüler Türk milliyetçiliği yaşam tarzını benimsemiş kitlelerin çoğalması ile bu yaşam tarzının giderek Batılı tüketim biçiminden uzaklaşarak daha Türkvari bir yaşam ile karışmış arabesk diyebileceğimiz yeni bir tüketim modelinin alt seviyelerde ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte bu tür milliyetçilikler geniş kitlelerce benimsenip popülerleştikçe, bir yaşam tarzı halini aldıkça siyasal bir hareket olmaktan çok, tüketilecek yeni bir konu ya da moda haline dönüşmüştür.
MEDYANIN LİBERAL MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞINI POPÜLERLEŞTİRMESİ
Liberal milliyetçilik anlayışını medya popüler hale getirmiştir. Medya bu olgunun popüler hale gelmesinde başlıca rolü oynarken bunu medyanın ’80 sonrasındaki değişen yapısı ile açıklamanın daha anlamlı olacağını belirtmeliyiz. Türkiye’de medya yapısının değişime uğraması, ’80 sonrası yeni liberal politikalar doğrultusunda bu yeni yapıya uyumlu olacak biçimde olmuş, değişik sermaye gruplarının medyaya girmesi ile medya ve politikacılar arasında geçmişten beri olan ilişki daha da yoğunlaşmıştır. (Tılıç, 1998:92) Bu konuda Sabah gazetesi dönemin liberal politikalarıyla uyum sağlamış bu liberal politikaları aktaran önemli bir gazetedir. (Kozanoğlu, 1993:113-120) Bu dönemden itibaren medyanın yeni liberal politikaların hizmetinde bulunmaya başladığını ve bu politikaları topluma benimsetmeyi temel bir görev olarak kabul ettiğini söyleyebiliriz. Bu genel politika doğrultusunda magazin medyasının bu liberal milliyetçilik anlayışını nasıl popülerleştirmiş, geniş kitlelerin ilgisini hangi alanlara çektiğine baktığımızda, öncelikle magazin medyasının çizmiş olduğu milliyetçi modern insan tipinin oluşturduğunu görüyoruz. Bunu bazı yazarlar şöyle tanımlamaktadır. “İdeal Türkte aranması gereken herşey, tabiî ki önce Avrupalılık ya da Batılılık, Euro-Türklerin hayatlarında ruhlarında tiplerinde vardı”, “Yeni Türklüğün veya Euro Türklüğün milli kahraman figürü gençliktir. Özellikle şehirli üst ve orta sınıf gençliğidir.” (Bora, 1994: 18) Yine medyada gösterilen modern Türk vatandaşı, gürbüz, çağdaş, yakışıklı ve bıyıksız, İstanbullu, kadınsılaşmıştır. Buna örnek Çelik ve Kenan Doğulu verilebilir. “Duygusal şarkılar söyledikleri dönemlerde uzun saçlı ve “temiz” olsalar da yine de ilgi gören iki şarkıcı “milliyetçi” bir portre çizmeye, “biz Atatürkçü ve Laikiz” demeye başladıklarından itibaren “hayran kaybına” uğramadılar mı?” (Aktüel, 22 Ekim 1998), Kentleşmiş olmanın (Akt.Kozanoğlu, 1995: 134) İstanbul Türkçesiyle konuşmak olduğunu anlıyoruz. (Aktüel, 22 Ekim 1998) Dünyaya açıklık, hayattan zevk almaya tutkunluk, bilgisayar ve İngilizce gibi “bilgi toplumu” donanımlarına hakimiyet türünden değerler, “yeni Türk” kimliğinin bileşenleri olarak yüceltilir. Bu sınıf artık kentlidir, doğayı sever ve korur. Çevre bilinci gelişmiştir. En dinamik tüketici kesim olarak şehirli üst orta sınıf gençliği yüceltilir. Fiziksel olarak da artık kara kuru bir Türk değil, gürbüz, bakımlı Türkler vardır. (Bora, 1994:19)
Yine bu dönemin modası türkçe pop şarkıların çıkışı ve medyanın da bunu alkışlaması olmuştur. Bu dönemin Türkçe pop şarkı patlamasının bir nedeni, Özal dönemi ortaya çıkan yeni toplumsal kesimin zevklerinin bir sonucudur. Ortaya çıkan bu pop şarkıcıların bir özelliği de Atatürkçü olmalarıdır. Burak Kut, Kenan Doğulu, Seden Gürel kendilerini Atatürkçü ilân etmişlerdir. Atatürk rozetinden önce ay yıldızlı kolye modasının hakim olduğu dönemde Yonca Evcimik, Kenan Doğulu, Tarkan gibi popçular modanın öncüleri arasında yer almışlardı. Popstarlar televizyon programlarında bir fırsatını bulup, milliyetçi olduklarını söylemeye çalışıyorlardı. (Kozanoğlu, 1995:125-156) Bu ortamda ayyıldızlı kolyeler moda olup, bazı gazeteler çekilişsiz kurasız ayyıldızlı kolye dağıtıyorlardı. Boyun ve yanaklarına bayrağımızı simgeleyen ayyıldızlı metal dövme yaptıran ve kolye takan sanatçılar yeni bir modanın öncülüğünü üstlenmiş oluyordu. (Kozanoğlu, 1995:125-156) Bazı Türk pop starları jandarma bandosu ile ortaklaşa çıkardıkları CD ile marşları seslendiriyordu. (Hürriyet 12 Kasım 2000 ), Bir blucin firması bu kitleye seslenerek reklamında Türk milliyetçiliğini popülerleştiriyordu. Ortaya çıkan yeni Türkçe pop şarkılar türk toplumunun ne kadar modernleştiğinin, Batılılaştığının birer göstergesi oluyorlardı.
“... Batının büyük zincirleri artık Türkiye’de faaliyet gösterdiğine göre Batı’daki süpermarketlerde bulunan çeşitler Türkiye’de de bulunabildiğine, dünyanın her yerinde geçen kredi kartları Türkiye’de de geçtiğine göre bununla da ideolojik olarak çok öğünüldüğüne göre öyle de bir müzik ki ‘bakın bizde de var’ dedirtebilecek kadar Batılı olsun” (Kozanoğlu, 1995: 125-156).
“Beyaz” yaklaşım “modern” sözcüğünün ve “modernlik” kavramının altını ısrarla çizmekteydi. Bu kavram abartılarak “asıl Avrupalı biziz” söylemine kadar uzanabiliyordu. (Kozanoğlu, 1995:132) Bu olgunun bir başka örneği de Lady Diana’nın cenaze törenine benzer biçimde Barış Manço’nun cenazesinin kaldırılması olayıydı. Bu olayda da medya Barış Manço’nun cenazesi, mumlar, katafalk, sabaha kadar süren ziyaretlerle “şehirli Türkler” için artık Batılılaşmanın bir simgesi olmuş, bizim de Batılı ülkelerde olduğu gibi kutsanacak derecede çok sevdiğimiz bir yıldızımızın var olduğu ve Batı’dan bir farkımız olmadığı herkese gösterilmişti. (Bkz. Mağden, 1999:38-41)
POPÜLER LİBERAL MİLLİYETÇİLİĞİN MAGAZİN İLE ORTAYA ÇIKAN İŞLEVLERİ:
Medyanın bu yeni milliyetçi söylemi yaygınlaştırmasında ve popülerleştirmesindeki rolü, onun bu yeni ideolojinin yaratıcısı olarak kendini yeni “entellektüel” kesim olarak ortaya koyması ve bu söylemin daha geniş kitlelere taşıyıcısı olarak işlev üstlenmesidir. Büyük sermaye ile bütünleşmiş medyanın bu yeni söylemi üretmede etkin bir konumda olduğu ortaya çıkmaktadır. Magazin medyasının buradaki en önemli işlevi bu kesimlerin birbirleri ile bütünleşmelerini sağlayıcı magazin sayfalarını, tüketici köşelerini hazırlıyor olmasıdır. Medya bu kesimleri içselleştirir. İçteki dünyanın bir parçası haline getirir. Bu kesimler ulusallıkla özdeşleşir. Sürekli olarak aynı kişilerin magazin sayfalarında yer alması ile bu kişiler vitrinde teşhir edilen mallara benzer. Ancak aynı zamanda vitrinin var olduğunu da gösterirler.
Öte yandan medya bu liberal milliyetçilik düşüncesiyle hareket eden üstorta sınıfın yaşam tarzının gösterişini, geniş kitlelere gösterilmesini sağlarken diğer yandan daha geniş kitlelerin bu yeni tüketim alışkanlıklarına göre davranmaya çalışıp, “modern” olma çabasına da küçümsemeyle bakmaktadır. Yine sonradan zengin olmuş ama Batılı yaşam biçimini henüz algılamamış olan çoğunluğu Anadolu kökenli insanların bu tüketim alışkanlıkları ile “modern” olamayacaklarını alaylı bir dille anlatmaktadır (Aktüel,25 Şubat 99, Hürriyet Pazar, 13 Ağustos 2000). Böylece sermaye ile bütünleşmiş medyanın iki farklı bakış açısı oluşturduğu görüyoruz. Bunlardan birinin liberal milliyetçilik politikası ile varlıklarını sürdüren bir kesimin “entelektüel” kadrosu olarak ortaya çıkmak, diğeri ise bu kesimleri taklit ederek varlık kazanmaya çalışanları bu kesimden ayrı bir yere koyarak ayırdetmek. Böylece sermaye ile bütünleşmiş medyanın bu iki farklı bakış açısıyla ortaya koyduğu söylem, global tüketici kültürün haklılığını vurgulayıp bu kültüre uymayanları “öteki” haline getirme biçimiyle oryantalist olmaktadır.
Medya aracılığı ile popülerleşmiş milliyetçiliğin içeriğinin eğlence temeline dayalı tüketim kültüründen oluştuğunu söylemek mümkündür. Bu kültürün temelinde turistik bir bakış açısı ile sunulan bu yaşam tarzını yaşamak vardır.* Yani kişilerin bu eğlence temeline dayalı anlayış ile oluşturulmuş çeşitli giysileri giyip, çeşitli müzikleri dinleyip ve yine bu anlayış ile oluşturulmuş mekânlarda gezip, bu anlayışı benimseyen kişilerle ilişkiler kurmasıdır. Kendi gerçek yaşamından farklı kurgulanmış bir ilişkiler ağında yaşaması önerilmektedir. Bu ilişkiler Batılı modern yaşamı taklit eden, sanki yaşanmış gibi yapan ilişkilerdir. Öte yandan medyanın oluşturduğu bu tüketime dayalı popüler kültür, toplumda ikonlar yaratarak insanın dış gerçekliği bu ikonlar aracılığı ile anlamlandırmasını sağlamaktadır. Oluşturulan popüler liberal milliyetçilik anlayışında da medya aracılığı ile ikonların yaratılmasına önem verilmiştir (Oskay, 1982:229).
Öte yandan liberal milliyetçilik anlayışının popüler/tüketimci hale getirilmesi bireylere zaman ve mekân yanılsamasının oluşmasını da vermektedir. Bu anlayış bağlamında yapılan tüketimle sunulan ürünlerin taşıdığı gerçek işlevlerden çok, sosyal bir işlev taşıyor gibi gözükmesi bir simülasyon içinde gösterilmesi söz konusu olurken bu ürünlerle birlikte zaman ve mekânın yanıltıcılığının artması görülür. Ürünler farklı bir zaman ve mekân boyutunu simgeler hale gelir (Lurry, 1996;29-36). Böylece popüler milliyetçilik olgusu bireye Batı modernitesi içinde yaşıyormuş izlenimini verirken, kendi içinde yaşadıkları zaman ve mekân duygusunun kaybolmasını da sağlamaktadır.
Tüketim kültürü bir anlamda nesnelerin farklı bir biçimde anlamlandırılmasıdır. Böylelikle gösterge ve imajların çoğalması, bu nesnelerin gerçeği ile hayali arasında ayırımı silikleştirip bir simülasyon dünyası yaratır. Birey sahip olduğu nesnenin kullanımından çok, bu simülasyon dünyasının yarattığı konum içinde kendini tanımlar. Ve sunulan gerçekdışılığı yaşar (Featherstone, 1996:146). Böylece magazin medyası aracılığı ile oluşturulan popüler milliyetçiliğin önemli bir işlevi de üst düzeyde yapılan milliyetçilik tartışmalarını geniş kitlelere yansımasının siyasileşme olarak değil, ancak popüler milliyetçilik anlayışı ile giderek politik tartışmaların dışına itilmeleri ve kurgulanmış Batılı modern yaşam tarzı içinde bir Türk modernleşmesini sanki yaşıyor gibi hissetmeleridir. Liberal milliyetçilik olgusunun tüketim kültürü ile birleşmesinden meydana gelen bu Batı modernitesini yaşıyor gibi olma hali aslında tüketim kültürünün yarattığı simülasyon dünyasıdır.
Bu durum siyasal alanda “kamunun depolitize edilmesi” dir. Habermas’a göre siyasallaşma-dışı tutulan kamu, kitle iletişim araçlarının yayımladığı eğlendirici ve oyalayıcı programların tüketicisi olmaya indirgenmiş, siyasal alanda edilgin bir kamuya dönüşmüştür. (Akt.Oskay, 1982:261) Ancak bunun yerine medya aracılığı ile oluşturulan popüler milliyetçilik ile “özel” alanın daha fazla gündeme gelmesi, aleniyet kazanması ve giderek kamusal alan ile yer değiştirmesi ortaya çıkar. Popüler milliyetçi söyleme uygun tüketim anlayışının gelişmesi, bu söyleme uygun yaşantıların giderek daha fazla ortaya çıkması ve örnek oluşturması ile “özel” alanın önemi artar.
“Bunun toplumsal psikoloji bakımından zaruri sonucu olarak, şahıslara karşı hassasiyet, ve kurumlara karşı sinizm ortaya çıkıyor. Bunlar da kamusal güç karşısında eleştirel akıl yürütme yeteneğini, nesnel açıdan mümkün olduğu bu noktada bile öznel olarak kısıtlıyor” (Habermas, 1999:296)
Böylece siyasetten uzaklaştırılmış olan kitleler kendilerine hedef olarak nasıl kolay para kazanılacağını görmektedir. Yine bu parayla tüketimlerini yaparak Batılılaşacaklarını varsaymakta ve Türkiye’nin ekonomik olarak bu şekilde kalkınacağını düşünmektedir. Öte yandan kendileri açısından siyasî ve ekonomik engellerin üstesinden nasıl geleceklerini düşünmek durumunda olmayıp bu konuda herhangi bir rol üstlenmemekte, ayrıca bu durumun ortadan kaldırılmasında da fikirsel bir faaliyette bulunmamaktadır. Popüler kültürün bir işlevi olan kitleleri pembe bir rüya ile oyalamak işlevi liberal milliyetçiliğin popüler hale getirilmesiyle yerine getirilmiş bulunmaktadır.
KAYNAKÇA
Aktüel, 22 Ekim 1998
Aktüel, 25 Şubat 1999
Aktüel, 29 Nisan 1999
Bora, Tanıl. 1993, “Tanrı Türkü Korusun ve Şampiyon yapsın”, Birikim dergisi, Kasım. İstanbul, Birikim Yay.
Bora, Tanıl. 1994, “ Türkiye’de Milliyetçilik Söylemleri”, Birikim dergisi, Kasım. İstanbul, Birikim Yay.
Featherstone, Mike. 1996, Postmodernizm ve Tüketim kültürü, İstanbul, Ayrıntı Yay.
Habermas, Jürgen; 1999, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İstanbul, İletişim Yay.
Hürriyet Pazar, 13 Ağustos 2000
Hürriyet, 12 Kasım 2000
Keyder, Çağlar. 1993, “Türk Milliyetçiliğine Bakmaya Çalışırken”, Toplum ve Bilim, sayı: 62. İstanbul, Birikim Yay.
Konyar, Hürriyet. 1999, Ulus gazetesi, CHP ve Kemalist İlkeler, İstanbul, Bağlam Yay.
Kozanoğlu, Can. 1993, Cilalı İmaj Devri, İstanbul, İletişim Yay.
Kozanoğlu, Can.1995, Pop Çağı Ateşi, İstanbul, İletişim Yay.
Lury, Celia.1996, Consumer Culture, New Jersey.
Mağden, Perihan. 1999, Fakat Ne Yazık ki Sokak Boştu, İstanbul, İletişim Yay.
Oskay, Ünsay. 1982, XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, Ankara, A.Ü.S.B.F. Yay. No:495.
Öncü Ayşe. 2000, “ İstanbullular ve Ötekiler”, İstanbul Küresel ve Yerel Arasında, der. Çağlar Keyder, İstanbul, Metis Yay.
Tılıç, L. Doğan. 1998, Utanıyorum Ama Gazeteciyim, İstanbul, İletişim Yay.
Üstel, Füsun. 1995, “ Bir Aidiyet Biçimi Olarak Yurttaşlık ya da Yurttaşlığın İki (Buçuk) Yorumu”, Türkiye Günlüğü, Sayı:37, Ankara.
(*) “Turistik bakış açısı” için bkz. John Urry, Mekanları Tüketmek, Ayrıntı Yay. 1999.