DİSK Eğitim ve İSİG Dairesi Danışmanı Tevfik Güneş’le salgın günlerinde çalışma koşulları üzerine söyleşi: “Salgın koşullarında çalışmaktan kaçınma hakkını kullanmak kendi OHAL’ini ilan etmektir”

- Salgın Türkiye’ye sirayet ettikten sonra Beştepe bürokrasisi Covid-19’a karşı mücadelenin şiarı olarak “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” deme yolunu seçti. Bu muğlak şiarın farklı iş kollarındaki çalışanlar nezdinde karşılığı ne? İşçiler kendi OHAL’leri nasıl ilan ederler?

Ülkede yaşanan salgın sürecine bakıldığında siyasal iktidarın “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” demesinin, gelir düzeyi bu ilanı karşılayacaklar açısından bir sorun yaratmazken, evine ekmek götürmek zorunda olan milyonlarca çalışan açısından hiçbir anlam ifade etmediğini yaşanan pratik süreç bize göstermektedir. Ancak, çok zorladığımızda işçinin birtakım kişisel önlemleri alabileceğini söylemek mümkün olabilir. Diğer yandan örgütlü işçi, sendikalı işçi açısından bunun yasal dayanakları mevcuttur, çalışmak zorunda olduğunda çalışma ortam ve koşullarında salgına dair gerekli önlemler alınmadığında meşru olarak çalışmaktan kaçınma hakkını (6331 sayılı kanunun 13/1 ve 3) kullanmak kendi OHAL’ini bir tür ilan etmek olacaktır.

- Bir yandan “evde kal” kampanyaları başlatılırken öte yandan tekstil, kimya, tarım, gıda, taşımacılık, hizmet gibi sektörlerde faaliyetlere devam edilmekte. 20 ile 65 yaş arasındaki milyonlarca çalışanın yaşam haklarını korumaya yönelik kalıcı bir düzenleme yapılması da şimdilik ihtimal dışı gözüküyor. Evde kalma, kişisel hijyen, korunma mesafesi, beslenmeye dikkat gibi önlemler her gün toplu taşımayla ya da servislerle işe giden ya da işyerlerinde dip dibe çalışmak zorunda olan işçiler için ne kadar etkili olmuş olabilir?

Hiçbir etkisinin olamadığını açık bir şekilde yaşıyoruz. Aksine çalışmak zorunda kalan bu milyonlar çok açık bir şekilde virüsün yayılmasının ana kitlesini oluşturuyor.

- ISİG Meclisi’nin hazırladığı aylık rapora göre Mart ve Nisan aylarında Türkiye’de koronavirüs kaynaklı işçi ölümleri yaşanmış. Bunun yanısıra hastalık şüphesiyle işten atma, zorunlu ücretsiz izne çıkartma, yıllık izin kullandırtma, üretim baskısı ve fazla mesai gibi uygulamaların varlığına dair haberler mevcut. Çeşitli iş kollarındaki emek örgütlerinin koronavirüs nedeniyle ortaya çıkan bu yeni duruma tepkileri ne şekilde oldu?

Bu konuda çok net bir şekilde tavır alan sendikal örgütlenme DİSK olmuştur. Getirdiği öneriler ve ortaya koyduğu talepler, yazılı ve görsel medyada oldukça yaygın bir şekilde paylaşıldığı gibi DİSK bu etkinlikleri web sayfasından düzenli olarak duyurdu.

- İşçilere moral destek kabilinden etkinliklerin yanısıra acil temel ihtiyaçlara yönelik dayanışma sandıklarını devreye sokmak bu süreçte mümkün olabildi mi? İktidar, “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adı altında işletmeleri ayakta tutma amaçlı KDV indirimi, borç erteleme, faiz indirimi, stok finansmanı gibi önlemler alırken; işçiler ve çalışanların kendi aralarında bir iktisadi ve sosyal dayanışma imkânı ortaya çıktı mı?

Öncelikli olarak devletin üzerinde olan sorumlulukların yaşama geçirilmesi için ciddi bir mücadele verilmesi gerekir. Çalışanların yaşamasını garantiye alacak sosyal politikaların hayata geçirilmesi, onların “yaşama kalkanı” olacak ücretli izin başta olmak üzere, işsizlik fonuna erişim imkânının devreye sokulması ve temel giderlerinin karşılanması önemlidir. Siyasal iktidarın sermayeye arka çıkması onlar açısından ne kadar makbul ise, çalışanların bu hakları talep etmesi de bir o kadar makbuldür. Bütün bunlara dair etkili bir politika geliştirilirken, aynı zamanda sağlık, parasal ve diğer alanlarda dayanışma ağlarıyla bu karantinayı kırmak mümkün olabilir.

- İşyerlerinde gerçekleşen korona kaynaklı ölümlerin mesleki bulaşıcı hastalık ve iş cinayetleri olarak tanınmasına yönelik talepler var. Diğer yandan halk sağlığı açısından faaliyetin sürdürülmesinin zorunlu olduğu sağlık ve gıda gibi sektörler var. Bu sektörlerde çalışanların yaşam haklarını koruyan yeni bir çalışma düzeni ve mevzuatına yönelik bir talep veya çalışma mevcut mu?

6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği yasasının temel ruhu tehlike ve risk karşısında pro-aktif önlemlere vurgu yapar. Bunun anlamı şudur: Tehlike ve risk ortaya çıkmadan önce risk değerlendirmesi süreçleriyle bunların ortadan kaldırılması gerekir. Şayet bu mümkün değilse, eski teknolojinin tehlikesiz veya daha az tehlikeli teknolojiyle değiştirilmesi, olmuyorsa tehlike ve risk ile kaynağında mücadele edilmesi, sınırlandırılması, yalıtılması gerekir. Bütün bunlar yapılmış ise ve hâlâ olumsuzluk sürüyorsa toplu koruma önlemlerine öncelik verilmesi ve en son olarak uygun kişisel koruyucu donanımın çalışana sağlanması esastır.

Tevfik Güneş

Bütün bu süreçlerdeki yasaya uygun önlem politikasının yaşama geçirilmesi doğallığında farklı bir faaliyet anlamına gelmektedir. Ama herkesin bildiği gibi bu bütünlüklü politikayı işverenlerin yaşama geçirmesini beklemek nerdeyse safiyane bir düşüncedir. Onun için, örgütlü, sendikalı işyerlerinde çalışan/sendika temsilcilerine büyük iş düşmektedir. Başta işyeri sağlık ve güvenlik birimini olması gereken tarzda işletmek oldukça önemlidir ve aynı zamanda sorunlar konusunda etkin katılımı sağlamakla görevlidirler.

- Çeşitli sektörlerde salgın sırasında çalışma saatlerinde kısıntıya gidilip 6 saatlik mesai düzenine geçildi; bu emek-zaman kısıtlaması teknolojik imkânların giderek belirleyici olduğu bankacılık gibi sektörlerde uzun süredir öngörülebilir hatta işveren açısından arzulanabilir bir durumdu. Ancak salgın döneminde sağlık gibi başka bazı sektörlerde insan faktörünün teknoloji tarafından hâlen ikame edilemediğini, aksine daha fazla çalışana ihtiyaç duyulduğunu gördük. Tıpta en ileri teknoloji düzeyine ulaştığı düşünülen ABD salgınla baş etmekte en aciz ülke konumuna düştü. Buradan bakıldığında, sağlık gibi sosyal hizmetlerin hâlâ niteliksel ve niceliksel olarak insan faktörüne bağımlı olduğu bir gelecekten söz edilebilir mi?

Öncelikli olarak bir gelecek projeksiyonundan bahsedilecekse, sağlığın piyasa ilişkilerinden kurtarılması ve kamusal bir nitelik kazanması gerekir. Salgın sırasında yaşananlar, sağlığın özelleştirilmesinin bir sonucudur. Tıpta teknolojik gelişmenin ona ulaşmada büyük zorluklar yaşayan geniş çalışan ve yoksul kitlelerin yararına olduğunu söylemek mümkün değildir. Parası olanın bu teknolojiden yararlandığı bir sağlık sistemi, böylesi pandeminin yaşandığı durumlarda asla yoksul kitlelere hizmet sunamaz. Kitleler ona ulaşamaz. Çalışanlar için, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir kamusal sağlık hizmeti temel önemdedir.

- Salgın sonrasında sosyal devletin ihyasını hedefleyecek bir siyasi programın ajandasında neler olmalı?

Kamusal yatırımlar ve kamusal istihdam, çalışmaya ilişkin hakların güvence altında olması ve uygulanması; çalışanın ve aile üyelerinin parasız, nitelikli ve ulaşılabilir eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik kapsamında olması; sosyal diyalog ve toplu temsile dayalı hakların kazanılması; yoksullar, işsizler, muhtaç durumda olanların sosyal koruma politikası kapsamında olması.

- Sosyal devletin, devletin bir eliyle aldığını, diğer eliyle lûtfederek vermesi demek olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla ücretli izin olmadığı müddetçe tüm bu borç erteleme, KGF finansmanını arttırma gibi “önlemlerin” gerçek bir sosyal devlet gereği olmadığı malum; çünkü işçiler çalışamadığı, işveren onlara iş güvencesi sağlamadığı müddetçe, bu geri ödemelerin yapılabilmesi de mümkün değil. Bu durumda temel talep ne olmalı ve bunu sağlamak için hangi yollara başvurulabilir?

İşten çıkarmalar derhal yasaklanmalıdır. Ücretsiz izin dayatması yasa tasarısından çıkarılmalıdır. 15 Mart 2020’den geçerli olmak üzere işini kaybeden, ücretsiz izne çıkarılan ve bu yasa ile işten çıkarılması yasaklanıp çalıştırılmayan tüm işçilere en az asgari ücret düzeyi olmak (2.325 TL) üzere, mevcut ücretleri de dikkate alınarak kısa çalışma ödeneğinde öngörülen düzeye kadar (4.381 TL’ye kadar) ödeme yapılmalıdır. Zorunlu ve acil işler dışındaki tüm işler durdurulmalı ve işleri durdurulan işçilere de aynı ödeme yapılmalıdır. Kayıtdışı çalışanlardan işini ve gelirini kaybeden bütün yurttaşların geçimini sağlamak hükümetin görevidir. Hükümet kayıtdışı olup işini kaybeden işçilere asgari ücret düzeyinde kamu kaynaklarından destek sağlamalıdır. Tüm bunlar için gerekli kaynakların bir bölümü İşsizlik Sigortası Fonu’nda vardır. İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları sigortalı işçiler için kullanılmalıdır. O kaynaklar hükümetin değil, işçilerin parasıdır. Ayrıca sermaye ve hükümet de elini taşın altına koymalıdır. Hükümet yeni kaynaklar yaratmalı, toplumsal servetin büyük bölümünü elinde tutan bir avuç azınlık elini taşın altına koymalıdır.

- Zonguldak’a büyükşehirlerin yanında ayrı bir parantez açıldı çünkü oradaki işçilerin, akciğer hastalıklarından mustarip olduğunu biliyoruz. Bu açıdan özellikle madencilik gibi tehlikeli ve salgın koşullarında geri dönüşü mümkün olmayan zararlara sebep olacak sektörler için ne yapılmalı? O işçiler için ne gibi özel önlemler gerekir?

Madencilik doğası gereği çok tehlikeli işler sınıfına girmektedir. Bu pandemi koşullarında, madenciliğin zorunlu, olmazsa olmaz işleri dışında kesinlikle üretimi durdurulmalı ve çalışanlar ücretli izne çıkarılmalıdır.

- Dönüşümlü mesai ile sağlanmaya çalışılan şey, kısa sürelerle az sayıda işçinin çalışıyor olması ama bu sefer de o saatler bakımından iş yükünün artacağı, çalışanların kısa zaman zarfında daha çok riskle karşılaşacağı malum. Dolayısıyla esnek çalışma ya da dönüşümlü mesai, iş sağlığı ve güvencesi bakımından yeterli mi?

Dönüşümlü mesai ya da esnek çalışma biçimleri ilkesel olarak karşı çıktığımız çalışma biçimleridir. Temelde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri uygun biçimde alınmadıktan sonra bu tür çalışma biçimlerinin çalışana hiçbir faydası olmayacaktır.

- E-ticaretin, elzem ihtiyaçlar dışında yasaklanmaması, büyük bir online alışveriş çılgınlığını da beraberinde getirdi. Bunun işçiler için daha riskli olduğunu, online alışveriş ağında çalışan deposundan, call center’ına, üretim-dağıtım biriminden, kargocusuna kadar herkesi büyük bir tehlikeye attığını söylemek mümkün. Bu durumda e-ticaretin sınırlanması gibi bir talep olabilir mi? Nitekim bazı giyim firmaları online alışveriş sitelerini de inisiyatifleriyle kapattı.

Sonuçta e-ticaret ağı içinde çalışanlar da diğer çalışanlar gibi salgın tehlikesi altında ve hatta ciddi taşıyıcı durumundadırlar. Kesinlikle sınırlandırma olmalı ve hatta salgının kontrolü sağlanılana kadar yasaklanmalı ve çalışanlar ücretli izne çıkarılmalıdır.

- 20 yaşın altına sokağa çıkma yasağı getirilmesinden 1 gün sonra İçişleri Bakanlığı genelgesiyle internet sitelerinde muafiyet listesi hazırlandı ve çalışan gençler bu yasaktan muaf tutuldu. Onlar için yine ücretli izin yerine, çalıştıkları iş koluna ve işin ehemmiyetine bakılmaksızın muafiyet listesi hazırlanması gençleri riske atmak demek değil midir?

Kesinlikle kabul edilemez bir uygulama. Zaten çarkların dönmesi denilen politika üretken emeğin en kısa sürede tüketilmesinden başka bir anlam taşımıyor.

- İŞKUR’un sigorta yoklamasına dayalı sosyal yardımlarına, ücretsiz izne çıkartılan işçiler başvuramayacak çünkü sigortalılık ilişkisi, sigorta primleri ödenmiyor dahi olsa devam ediliyor sayılacak. Bu durumda ücretsiz izin, aslında bir hak değil, hak kaybının kendisi olmuyor mu? Bu aynı şekilde, kamuda çalışanlara yıllık izinlerinden düşülerek izin verilmesi ile benzer bir hak kaybı değil mi?

Her iki uygulama, ücretsiz izin ve yıllık iznin zorunlu kullanımı, yasal değildir. Kabul edilmesi de mümkün değildir.

- Tekstil İşçileri Raporu’nda “Üretim; patronların çıkarı için değil, bu ülkede yaşayan insanların zaruri ihtiyaçları için, gıda, temizlik ve sağlık gibi alanlarda sürdürülmelidir,” deniyor. Şu günlerde pek çok ülkede görüldüğü gibi teşvik, prim, borç erteleme ve benzeri araçlarla devletler piyasaya “müdahale” ediyor. “Zaruri” ihtiyaçlar için üretimin durmaması epey önemseniyor – sadece devletler değil, sanırım herkes bunu önemsiyor. Krizin toplumsal maliyeti, kriz bağlamından çıkarak “normal” zamanlar için sağlık, gıda, temizlik, eğitim, taşımacılık gibi daha kamusal nitelikli alanların çalışanlarının adil ücret talebinin meşruluğuna toplumsal dayanak olabilir mi, olmalı mı?

Böylesi kriz dönemlerinde daha fazla çalışma yükü binen ve daha fazla risk altında bulunan bu sektörlerde çalışanların adil ücret talebi tartışmasız meşru bir taleptir.

- Kısa çalışma ödeneğiyle bağlantılı olarak, şartları sağlasanız bile bunu alabilmenin yolu işverenin İŞKUR’a başvurması. Bu durumda işçi, işverenin takdirine terk edilmiş durumda. Bu, istihdam ilişkisini nasıl etkiler? Örneğin, işçi işverene bunun için baskı kursa, işten çıkarılma riski doğar mı? Böyle örnekler gördünüz mü?

İlgili yasal düzenleme çıkmadan önce özellikle sendikal örgütlenmenin olmadığı yerlerde ücretsiz izin uygulamaları ve işten çıkarmalar yaygın bir şekilde hayata geçirildi. Son düzenlemeyle işverenin eli çok rahatlatıldığından böyle işlere tevessül etmesi çok mantıklı görünmüyor.

- İşsizlik ödeneği ile ilgili bir sorun daha var, işsizlik ödeneğini tam alanlar kısa çalışma ödeneğinin şartlarını sağlasa bile bundan faydalanamıyor ya da işsizlik ödeneği aldığı miktar, kısa çalışma ödeneğine yansıtılıyor. Bu durumda, tam evde kal politikasının uygulanmasına rağmen kişilerin kayıt dışı istihdama yönelmesi gibi bir tehlike var mı? Bu da onları çok daha korumasız kılan bir zemini hazırlamayacak mı?

Açıkçası böyle bir tehlike mevcut ve kayıtdışı istihdamı artıracak bir etken. Ama bunun verileri nedir diye sorulursa bir şey diyebilmek çok zor.

- Taşımacılık, sağlık işçiliği, market işçiliği, kargo işçiliği gibi sektörlerin elzem olduğu ortaya çıktı ve dünyayı omuzlarında taşıyan kesimlerin de bu işçiler olduğu bir kez daha gösterilmiş oldu. Buradan, işçi hareketinin güçlenmesi, sendikal taleplerin artması ve işçilerin ve temsilcilerinin elinin diğer çalışanlara göre daha kuvvetlenmesi ihtimali doğar mı? Yoksa bu mücadele yine bireysel seyrinde, her bir işverenin takdirine terk edilmiş işçilerin sayısını arttıracak mı? Bir yandan işten çıkamıyorlar çünkü başka sektörlerde istihdam durdu ve kayıt dışı çalışmak çok daha güvencesiz, ama öte yandan tüm toplumun yaşamını bağladığı sektörlerde hayati önemi haiz bir iş yapıyorlar ve bu açığa çıktı. Hangi denge daha ağırlıkta olacak?

Yaşanan pratik gösteriyor ki, bu sektörlerde örgütlü olduğu düşünülen sendikaların (sağlık sektörünü ayrı tutmak kaydıyla) bu salgın vesilesiyle neler yapabildikleri ortada. Özellikle büyük marketler, e-ticaret depolarında çalışan işçilerin kaygıları ve yakınmalarının güçlü bir sendikal örgütlenme talebi olarak ortaya çıktığını söylemek zor. Taşımacılık ve kargo sektörlerinde zayıf sendikal örgütlenme güçlü bir örgütlenme ve mücadele talebi olarak kendini hissettirmiyor. Daha çok işini koruma, salgınla ilgili gerekli önlemlerin alınması, çalışma saatlerinin sınırlanması talepleri cılız da olsa dillendiriliyor.

- Salgın koşullarında hâlâ yüz yüze “temas” halinde olan, sadece bazı sektörlerdeki işçiler var. Beri yandan, bazı sektörlerde evden çalışılıyor. Zaten salgından önce de birçok çalışma alanında doğrudan temaslar azalmış, online’a geçilmişti. Salgının yüz yüze, doğrudan ilişkileri bir yandan bazı iş alanlarında adeta “işçilere özgü” hale getiren, birçok iş alanında ise iyice seyrelten etkileri düşünüldüğünde... yeni örgütlenme ve iletişim biçimleri gelişebilir mi, nasıl gelişebilir, bunun ipuçları var mı, kendi tasarıları var mı?

Online çalışma, evden çalışma, uzaktan çalışma biçimleri geçmiş yasal düzenlemelerle belirli sektörler açısından uygun hale getirilmişti. Ama doğrudan fabrikalarda, işletmelerde üretim içinde bulunan çalışanların ikili bir özellik gösterdiğini söylemek mümkündür. Bir yanda beyaz yakalı olanlar, mesai zorunluluğu olanların dışında, online çalışmaya geçirilmiş durumdalar. Üretim hattında olanlar ise yüz yüze, yan yana çalışmak durumundalar. Bu ikili durum, özellikle de uygun önlemler alınmadığında, oldukça gerilimli bir ortamı yaratıyor.

Buradan yeni örgütlenme biçimleri çıkabilir mi, bir dönem bu alanda çalışma yürütmüş bir kişi olarak öyle kolay bir örgütlenme zemininin oluşmadığını söyleyebilirim. Freelance olsun, evden çalışma olsun, uzaktan çalışma olsun ya da online çalışma olsun mevcut çalışma ilişkileri düzenli, göz önünde, ulaşılabilir ve örgütlenebilir olanaklar çok fazla sunmuyor. Elbette burada insan faktörünün psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel düzeyi, beklentileri, kaygıları, çok fazla farklılıklar göstermektedir. Ortak sorunların tespiti, bunların giderilmesi için ortak tavır, örgütlenme ve taleplerin kolektif şeklinin nasıl olacağı çok çetrefilli bir durum arz ediyor. Ama bu, gelecekte teknoloji ve onun sunduğu uzaktan çalışma olanaklarının, bambaşka çalışma ilişkiler bütünü yaratabileceği ve bunun üzerinde buna uygun belki online örgütlenme ve ortak hareket etme ve mücadele pratiklerinin yaratılmayacağı anlamına gelmemelidir.