’68, dünyanın içinden geçtiği fırtınalı bir dönemin adı oldu. Olağan dönemlerde yılları alan süreçler ve birikimler, ’68’de aylara hattâ günlere sığdı. Sakin olan sükûnetinden, olayların akışı kaplumbağa hızından, yürekler ölgün ruh halinin baskısından kurtuldu. Kapitalist sisteme bağlanmış umutlarda çözülme başgösterdi. Sistemin açtığı entegrasyon ve kendine bağlama kanallarında tıkanma, bu umut kesmeyi yönlendirdi. Diktatörlüklerin baskısı karşısında uzun süredir eğilmiş boyunlar silkinip doğruldu. Siyasal ve siyaset dışı (ekonomik) dayatmaları, dolayısıyla teba oluşu ya da dışlanmışlığı kabullenme ve uzlaşma eğilimi yerine protestoculuğa bıraktı. Başkaldırı ve isyan dönemin atmosferini oluşturan temel eğilim haline geldi. Başkaldırıcı ruh hali ve tutum ’68’in damga vurucu belirgin özelliği oldu.
Türkiye’de, her yere, hemen bütün sınıfları kapsamak ve etkilemek üzere, bu özellik genelleşerek sindi ve uzun süre egemen oldu.
Avrupa’da da benzer bir atmosfer ve ruh hali oluşmuştu. Şu farkla ki, hem Türkiye ve hem de Avrupa’da ortaya çıkan başkaldırıcı hareket, başlangıçta gençlikle sınırlı olmasına karşın; Türkiye’de işçi ve emekçi tabakaları da kucaklayan siyasal bir hareket olarak gelişti. Bir işçi ayaklanmasının eşiğinden dönen ve General De Gaulle’ün istifa etmek zorunda kaldığı Fransa bir yana bırakılırsa, süreç, başlıca bu yönüyle, Avrupa ülkelerinden değişik yaşandı. Fransa’da kısa bir süre işçiler de eyleme geçti ve öğrencilerle birleşme eğilimi gösterdiler. Ancak bu ülkede de ’68 siyasal bir hareket olarak şekillenmekten uzak kaldı. Kuşkusuz belirli siyasal yönler taşıdı. Ancak revizyonist bir parti olan FKP, kendi teorik ve politik temellerinin dinamitlenmesi anlamına gelmesi kaçınılmaz olan ’68’in siyasal bir hareket olarak gelişmesini baltaladı. Hattâ işçileri gençlere karşı kışkırtmaya çalıştı.
’68’e damgasını vuran, anti-emperyalist dalganın yükselişiydi.
Vietnam Savaşı ve Amerikan işgâli karşısında Vietnamlıların ortaya koyduğu direniş, bu yükselişte tayin edici rol oynadı. Yığınsal karakteriyle emperyalizme bu karşıkoyuş, sadece başkaldırılabileceğini değil ama zaferin de umut edilebileceğini pratik olarak kanıtlamaktaydı. Vietnam direnişi, her yönüyle emperyalizme karşı bir savaş çağrısı oldu ve örnek oluşturdu. Sömürge ve ezilen halkları dolaylı olarak etkileyen bu çağrı, ABD ve Avrupa’da da yankı buldu. Yurduna sakat ya da ölü dönen Amerikalı gençler, ırkçı-milliyetçi emperyalist saldırganlığın malzemesi olarak da kullanılmaya çalışıldı. Ancak yığınsal bir barış hareketinin de kamçılayıcısı oldular. Amerika ve destekçilerinin binlerce kilometre uzakta ne aradığı, direniş sürdükçe daha sık ve çok sorulur olmaktaydı. Avrupa’da ve ABD’de Vietnam’ın uğradığı saldırganlığa tepkiler giderek yükseldi. “Dünyanın efendisi”ne karşı yükselen bu tepkiler, genel bir sorgulamayı kışkırttı. Emperyalist saldırganlık sorgulanır ve protesto edilir hale gelmişti. Sorgulamaya ve tepkilerini ortaya koymaya en başta büyük bir heyecanla gençler girişti. Üniversiteler sorgulama merkezlerine döndü. Ve sorgucuların safları hızla kabardı.
Kuşkusuz anti-emperyalist dalganın yükselticisi rolünü tek başına Vietnam direnişi üstlenmedi. Latin Amerika başta olmak üzere, Asya ve Afrika’da ortaya çıkan emperyalizme karşı direnişlerle Küba devriminin yarattığı heyecanın sarsıntılarının bu yükselişteki payı küçümsenemez.
Genel bir anti-emperyalist eğilim tüm dünyanın sorgulayıcı ve protestocularını etkileyen ortak yönlendirici olmakla birlikte, protestocu hareket her yerde belirgin bir anti-emperyalist nitelik kazanmadı.
En önce gençleri etkileyip hareketlendiren emperyalizm ve işbirlikçi gericiliklerin darbeler yediği ve geriledikleri dünya ölçeğindeki mayalanma, her alanda protesto eğilimlerinin önünü açmıştı. Sorgulama ve protestolar, kuşkusuz somuttan, her sektörün somut durumundan başladı. Dayatılmış kalıplar ve sınırların sorgulanması ve her alana özgü özgürlük talepleri dört bir yandan fışkırdı.
Öğrenci gençler, en başta üniversite özgürlüğüne bağlanan taleplerle hareketlendiler. Yurt sorunundan, sınıf geçme, müfredatların ve programların belirlenmesi, teksir halindeki ders notlarının fahiş fiyatla satışı, laboratuvar ve üniversitelerin teknik donanımları, boş zamanların değerlendirilmesine kadar her sorun hararetli tartışmaların ve protestoların nedeni oldu.
Kimi yerde protestolar bu sorunlarla sınırlı kaldı; kimi yerde anti-emperyalist protestolara bağlandı. Protestolar, her ülkede ve yerde belirli bir siyasal yön taşımakla birlikte, her ülkede siyasal bir harekete temel oluşturmadı. Örneğin, Avrupa’da oluşan genel bir protesto havası ve daha çok üniversite ile sınırlı bir özgürlük arayışı oldu. Fransa’da kısa süreli olarak oluşan işçilerle gençlerin eylemli birleşmesi, hem istisnai bir durum olarak kaldı, hem de zamana yayılmadı. Türkiye’de ise daha öteye geçildi. Üniversite kaynaklı gençlik hareketi olarak başlayan ’68 eylemi halka yayıldı, siyasallaştı, siyasal bir hareket olarak değişim ve iktidar taleplerini formüle etti. Avrupa’nın genelinden farklı olarak Türkiye’de sosyalizm özlemi belirgindi ve özellikle gençlerin ileri kesimleri sosyalist ideallerle hareket ettiler. Özlemi duyulan ve idealleri savunulan sosyalizmin bilimsel sosyalizm olup olmaması ve öyle kavranıp kavranamaması tartışması önemsizdir. Önemli olan, bu ideallere sahip olunmasıydı. Bu ideallerle Türkiye’de gençliğin ileri kesimleri, Avrupa’dan farklı olarak sömürülen ve ezilen sınıf ve tabakalara, onlarla birleşmeye yöneldiler. Ülkede gençlerin doğrudan ve destekçi olarak katılmadıkları neredeyse tek bir işçi grevi ve köylü eylemi görülmedi. Gençler örneğin üniversite işgâli ya da ABD’nin eski Vietnam Büyükelçisi Commer’in arabasının yakılması sonrasında, Anadolu’ya yayılarak, nedenleriyle birlikte eylemlerini işçi ve köylülere anlatmayı ilke edinmişlerdi. Fabrika ve köy gezileri, gidilen yerlerde çalışma yerleşik tutumdu. Avrupa’da hemen hiç görülmeyen bu yönelim anti-emperyalizmin yanı sıra özgürlük şiarlarıyla hareketin siyasal bir hareket olarak gelişmesinin temel bir etkenini oluşturdu. Siyasallaşmanın ikinci etkeni, Türkiye gibi geri ve sistemin açtığı entegrasyon kanallarının çok dar ya da ihmal edilebilecek düzeyde olduğu bir ülkede, çelişmeleri ve zorluklarıyla yaşamın ve dolayısıyla düzen karşıtı protestonun, protest bir havanın ötesinde bir ciddiyeti, karşıt güçlerin daha güçlü bir şekilde birbirine girişini ve bunun olayların akışı içinde siyasallaşmanın kaçınılmaz dayatılışını koşullandırmasıydı. İngiltere ve Fransa’daki gibi nispeten oturmuş düzenlerin sahibi olmayan Türkiye’nin egemenleri, başkaldırı havası karşısında, Avrupalı sınıfdaşlarıyla kıyaslanmayacak kadar çok telaşa kapıldılar. Gençlerin üzerine resmî güçlerin yanı sıra alelacele eğittikleri faşist ve şeriatçı milisleri sürdüler. İktidarın işbirlikçi yüzünün çektiği tepki kadar bu da doğrudan düzene yönelik tepkileri tahrik etti. Gençlik hareketi olarak ortaya çıkan Türkiye ’68’i iktidar için yollar aramaya yöneldi. Bu, aynı zamanda emekçi halkla birleşmeye yönelişin de bir nedenini oluşturdu.
Protestocu tutum müzikten tiyatroya, edebiyattan felsefeye her alanda kendisini gösterdi. İdeolojik alan ciddi bir sarsıntı geçirdi. Sorgulanmayan hemen hiçbir değer kalmadı. Başkaldırıcılık, kendi devrimci değerlerini yarattı, bu değerler yaygınlaştı.
’68’in daha ileri ve kazanımları daha kalıcı yönelimlerini engelleyen temel bir etken ise revizyonizmin bozuşturucu etkisi ve kafa karıştırıcı tahribatının yüksek düzeyde oluşuydu.
’68’de harekete geçen gençler ve onların birleştikleri ya da birleşemedikleri sömürülen ve ezilen yığınlar, revizyonist tahribatın en güçlü olduğu koşullarda kendilerini eylem halinde bulmuşlardı. Sosyalist bir hareketin varlığı durumunda, onun, etkileyerek çok daha ileri mevzilere yöneltmesi ve taşıması son derece doğal ve kolay, hattâ bütünüyle kaçınılmaz olan ’68 hareketi, eylemin ortasında ideolojik tutumlarını da netleştirmek zorunluluğuyla karşı karşıya kaldı. “Sosyalizmin anayurdu” olarak bilinen Sovyetler Birliği’nden gelen rüzgârlar ilerletici değil geriletici, hattâ çökerticiydi. Heyecanla harekete katılan gençler devrime davetliydiler, devrimi istiyor ve seviyorlardı. Ama sosyalizm adına onlara yıllardır devrimin gereksizliği anlatılmıştı ve hâlâ anlatılıyordu! Sadece anlatmakla da kalınmıyor; Fransa örneğinde olduğu gibi revizyonizm, sosyalizm adına işçileri eylemci üniversite öğrencilerinin üzerine sürmeye çalışıyordu. Fransa’da, öğrencilerin işçilerle birliği doğrultusunda küçümsenmeyecek adımların atıldığı Türkiye’nin tersine, kısa süreli olarak oluşan birlik çok geçmeden dağıldı, eylem yatıştı. Başkaldırıya devrimci bir siyaset yön vermediği gibi, başkaldırı eylemi devrimci bir siyasal hareketin oluşmasına yetecek temeli sağlayamadı. Hem kısa sürdüğü için hem de oldukça güçlü bir revizyonist merkez tarafından arkadan hançerlendiği için.
Burjuva ideoloji üretim merkezleri de boş durmadı: revizyonizmin tahribat ortamında yeni ve orijinal teoriler ürettiler.
Örneğin Herbert Marcuse, gençleri işçilere karşı pohpohladığı proletaryanın bittiği, devrimci rolünü tükettiği, artık gençlerin ve proletarya dışı katmanların yeni ve devrimci bir sınıf oluşturduğu ve rollerini üstlenmeleri gerektiğine dair teorisiyle sökün etti. Birey lehine birey ve toplum arasında ilişki üzerinde tepiniyor, bireyi Marx ve Freud’un sentezini yapma iddiasıyla yeniden çözümlemeye girişiyordu. Teorileriyle, özellikle ABD ve Avrupa’da “savaşma seviş” şiarıyla “cinsel özgürlüğü” öne çıkaran Hippy protestoculuğunu besledi. ’68’de yayımlanan kitabının adı bile öğreticidir: “Seksüel Radikalizm”. Amerikan ve Avrupa üniversiteleri başta olmak üzere, burjuva, küçükburjuva ideologları kümelendikleri her yerde benzeri teoriler ürettiler. Bunlar, sosyalizmin ve onun dayanağı ve öznesi olan proletaryanın eleştirisine ve geçersizleştirilmesine dayanan teoriler olarak ileri sürüldü. Teorisyenler, kuşkusuz daha çok “sol” bir söylem tutturdular. Marcuse örneğinde olduğu gibi, “hem endüstriyel kapitalizmin” hem sosyalizmin eleştirisini yapıyorlardı. Revizyonist yıkıcılık sosyalizmin “radikalizm” adına olur olmaz eleştirisine imkân sağlamıştı. Üstelik, sosyalizm olarak bildikleri revizyonizmin kötülüklerini az-çok görenler, bütün devrimci samimiyetleriyle bu teorilerin etkilerine açık haldeydiler. Küçük burjuva ideologlar ürettikleri yeni akım “yeni sol” olarak takdim ettiler. Çünkü geçer akçe olan başkaldırı ve devrimdi.
Avrupa’da ’68’in siyasal bir hareket olarak gelişmek yerine çözülmesi ve sahte radikalizmler olarak dağılması, en çok revizyonist tahribat ve onun sonuçları üzerinden yapılan burjuva “yol göstericilik” nedeniyledir. Kuşkusuz bunun bir etkeni, Avrupa’da revizyonizmin görece güçlü olması, bir diğeri ise, kapitalizmin protestocu tutumlara da Marcuse’un yaptığı türden kendisine bağlayıcı kanallar açabilme gücüne sahip olmasıdır. Revizyonizmin de yardımıyla kapitalist sistem, biraz hır-gür çıkmış olsa da, sonuçta Avrupa’da ’68’i emebilmiştir. Avrupa’da bugün ’68’den geriye kalan çok az şey vardır ya da hiç yoktur.
Türkiye ise, bu açıdan da farklıdır. ’68’de bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi olarak gelişen ve gençlik hareketinin zarfına sığmayan başkaldırı hareketi, bugüne çok şey devretti. Olumlu ve olumsuz yönleriyle bugün kökleri ’68’de ya da onunla ilişkili olmayan hemen hiçbir siyasal hareket yoktur. Üstelik daha ileri gitmek de mümkündür: Türkiye’de sol hareket ’68 ile yenilenmiş; bugünün başkaldırıcı, devrimci dinamiği ’68’den miras alınmıştır. Asıl önemlisi ise, devrimci işçi hareketi, ’68 hareketi ve onun devrimci eleştirisi üzerinden gelişmiştir. Devrimci işçi hareketi, ’68’in diyalektik aşılmasıdır. Dolayısıyla bugünün ’68’lisi devrimci işçi, bugünün ’68’i başkaldırıya doğru gücünü biriktiren devrimci işçi hareketidir.
’68 gerek dünyada gerekse Türkiye’de homojen bir hareket olarak gelişmedi. Avrupa’da Hippy’lik, genel bir düzen protestoculuğu ve reformculuk iç içe geçmişti. Türkiye’de ’68 hareketi içinde görünürde reformculuğa pek yer yoktu. Kemalizm bile devrimci tarzda ve anti-emperyalist tutum ve yönelişlerinden tutularak savunulmuş; ama savunulmuştu. Türkiye’de revizyonist tahribatın kendisini gösterdiği en belli başlı alan Kemalizmin yüceltilmesi oldu. ’68 Türkiye’de bu etkiden kurtulamadı. Bu, sosyalizmin ideal olmaktan öteye geçmesini de engelleyen temel etkendi. Ama öte yandan, Kemalizm savunusuna karşın, burjuvaziyle kopuşmanın yolu da ’68 başkaldırısıyla açıldı. ’68’in başkaldırıcı, egemenlere savaş açan ruhu ve geleneği, pratiğinin teorinin süzgecinden geçirilmesini bizzat hareketin kendisinin dayatması ve süzgeçten geçirme işleminin yapılmasıyla, kesin bir ilerletici etkene dönüştü. Devrimci işçi hareketine bağlandı.
Ancak bu, ’68’in marjinal yönünü oluşturan yönelimlerle akımlardan bütünüyle arınmış olduğu ya da yalnızca devrimci işçi hareketine dönüştüğü ve başka bir şeye dönüşemeyeceği anlamına gelmiyor. Bugün hâlâ sosyalizm idealleriyle yetinen ve genel bir protestoculuk eğilimini sürdüren akım ve siyasal hareketler yok değildir ve köklerini ’68’de arama eğilimleri de baştan aşağı haksız değildir.
Bunun ötesinde, günümüzde yürütülmeye çalışılan tartışma ya da ’68’in istismarı, ’68’in devlete ve kurulu düzene bağlanma çabası olarak yürütülmektedir.
’68’e hiç yakıştırılamayacak bir şey varsa, o da, onun düzene başkaldırı tutumundan soyundurulup düzen savunuculuğuna ve düzenin ya da herhangi bir kurumunun kuyrukçuluğuna indirgenmesidir. Sonsuz bir özgürlük talebi olan ’68, gelişmesi sürecinde sosyalizme bağlanmıştır. Ama ne doğuşunda ne de gelişmesi sürecinde, karşısında özgürlük talebinin eyleme dönüşmesi olarak oluştuğu düzene bağlanmıştır. Düzene bağlı olan ve özgürlükle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmayan, ’68’de ve şimdi düzen savunuculuğu yapmış olan akımlardır.
Bugün moda bir eğilim var. ’68’in sağcılığından solculuğundan söz ediliyor. Mesut Yılmaz’dan Yaşar Okuyan’a, üniversite öğrenimleri sözü edilen döneme denk gelenler ’68’li oluşlarıyla övünüyorlar. Çok sayıda faşist ’68’li olduğunu ileri sürüyor. Bunu onlara, eski devrimci bir takım köşe yazarları ve TV programcısı da yakıştırıyor. ’68 hareketine katılmış çok sayıda insan da bugün ’68’in bütün değerlerine ve her şeyden önce başkaldırı ruhuna yan çizerek düzen içinde kendisine bir yer edinmiş durumda ve düzeni savunuyor. Siyasal akım olarak ’68 döneminde de şimdi de, hiçbir zaman ’68’li olmamış yani başkaldırmamış olanlar var.
’68’in hâlâ bu kadar geçer akçe olması, ilgili ilgisiz herkesin kendisini ’68’li ilân etmesi, ancak ’68’in gücünü ve hâlâ yaşamaya devam ettiğini gösterir. Ama asla düzen savunucularını ’68’li yapmaz.