Ajan-Provokatör ve Fitne!..

2 Mayıs’ta Merve Kavakçı’nın milletvekili yeminini etmek üzere başörtüsüyle Meclis’e gelmesiyle başlayan türban hezeyanı, 15 Mayıs’ta genç milletvekilinin Türk vatandaşlığından çıkarılmasıyla son buldu. Bu süre zarfında bu konuda üretilen bilgi ve tartışmalar uzun süre genç milletvekilinin Türkiye devleti ve milleti ile ilişkileri etrafında dönüp dolaştıktan sonra Bakanlar Kurulu ve cumhurbaşkanı bu genç kadının değil bu ülkenin insanlarını temsil etmek, kendisinin bile bu ülkeyle bir ilişkisi bulunmadığına kanaat getirerek onu Türk vatandaşlığından çıkardı. Merve Kavakçı şimdilik tarihe bu ülkede başını örten kadınları Meclis’te temsil eden ilk kişi yerine, hikayelerini ilkokulda öğrendiğimiz dışardan gelip içerdeki işleri karıştıran kadınlardan biri olarak geçti.

Refah Partisi’nin kapatılmasına yol açan 28 Şubat sürecinin tüm etkisiyle devam ettiği şu günlerde siyasî İslâm’ın en büyük sembolü olan türbanın mecliste belirmesi elbette bu süreci destekleyen çevreleri rahatsız etti. Ancak, meşrûiyetini bu ülkede yaşayan insanları temsil etmekten alan mecliste, seçmenlerin oylarıyla ortaya koydukları istekleri hiçe sayarak Merve Kavakçı’yı Meclis’ten atmak Meclis’in meşrûiyetine gölge düşürürdü. Meclis’e bu şekilde doğrudan müdahale edilemediği bu durumda Merve Kavakçı’nın önce türbanının sonra da bizzat kendisinin bu ülkede yaşayan insanları temsil etmediğini iddia ederek onun milletvekili olarak meşruiyeti sarsılmaya çalışıldı. Öyle ki, Merve Kavakçı’nın ortaya dökülen dış bağlantıları üzerine gidilerek kendisinin seçmeniyle de Türkiye Cumhuriyeti ile de hiçbir ilişkisi olamayacağı gösterildi.

Merve Kavakçı henüz “ajan, provokatör”lükle suçlanmadan önce bile başındaki türbanın bu topraklara ait bir şey olmadığı iddiası ortaya atılmıştı. Meclis albümü için fotoğraf çektirmeye de, yemin törenine de Merve Kavakçı’yı protesto etmek için boynunda oyalı yazmayla gelen DSP milletvekili Gönül Saray Alphan, “Anadolu kadının başındaki örtü budur, Merve Kavakçı’nın başındaki türban değil” demişti. Aslında Meclis’te hiçbir milletvekilinin giydiği kıyafet Anadolu topraklarından çıkmış değilken Demirel ve Ecevit de benzer açıklamalarda bulunarak, Merve Kavakçı’nın türbanının Anadolu’da takılan baş örtüsünden farklı olduğunu ve bu nedenle Anadolu kadının başörtüsünü temsil ettiğinin düşünülemeyeceğine dair açıklamalarda bulundular. Seçimlerden kısa süre önce, yapılması ve yayımlanması yasak olan seçim anketlerinin neredeyse yerine yayımlanan TESEV’in İslâm araştırmasına göre Türkiye nüfusunun yüzde 75’inin başörtüsünün yasaklanmasına karşı olduğu ortaya çıkmıştı. Bu durumda yapılacak en akıllıca şey bir süredir türbana karşı laikler tarafından savunulan “bu topraklara ait” başörtüsü ile “bu topraklara ait olmayan” başörtüsü ayrımının bir kez daha ortaya konulmasıydı. Bu ayrım daha önce türbanlı üniversite öğrencileri için de kullanılmış, bu genç ve şehirli kadınların başörtüleri İranlı hemcinslerinden tümüyle farklı olmasına rağmen onların başlarını İran rejimi etkisinde kalarak hattâ İran ve Suudi Arabistan’dan gelen paralarla verilen bursların cazibesiyle örttükleri iddia edilmişti.

Türban tartışmalarında “türbanın yasaklanmasına da siyasî bir simge haline getirilmesine de karşıyız” diyen MHP’de yemin töreninde başını açan Nesrin Ünal parti grup toplantısına gelirken başörtüsünü siyasî bir yöntem olarak kabul edilen iğneyle tutturmak yerine önden düğümleyerek geldi. MHP de bu şekilde kendilerinin dış kaynaklı türbanı değil, Anadolu kadının kullandığı şekliyle başörtüsünü desteklediğini ima ederek örtünün ait olduğu yer tartışmasında konumunu belirledi.

Merve Kavakçı’nın Türkiye’deki başörtülü kadınları temsil edemeyeceği iddiasından sonra bu sefer Kavakçı’nın yalnız türbanının değil kendisinin de bu topraklarla ilişkisi sorgulanmaya başlandı. Cumhurbaşkanı tarafından “ajan provokotör” olarak suçlanmasının ardından genç kadının tüm yurtdışı ilişkileri bir bir gözler önüne serildi. Babasının ABD’de oturuyor olması ve İran’la ilişkileri, önce Nijeryalı olduğu iddia edilen ancak sonra Ürdünlü olduğu açıklanan kocasının Hamas’la ilişkileri, Kavakçı’nın bu kocasıyla birlikte Libya’da ikâmet etmiş olduğu, bugüne kadar aldığı biri yeşil altı pasaport, kendisinin ABD’de yapmış olduğu konuşmalar ve en son da ortaya çıkan ABD vatandaşlığı dahil tüm yurtdışı bağlantıları 15 gün boyunca gazete manşetlerinden inmedi. Bu bağlantıların ortaya dökülmesi, Merve’nin türbanıyla Meclis’e girmesinin, onun bağlantılı olduğu bu ülkelerin Türkiye üzerinde gerçekleştirmek istedikleri emellerinin bir parçası olduğunun delili kabul edildi.

Merve Kavakçı olayının dış düşmanların bir eseri olarak bu kadar kolaylıkla kabul edilmesinde Türkiye Cumhuriyeti’nde içersi ve dışarsının, yani bu sınırlar içinde barınan vatandaşların ve sınırlar dışında kalan ülkelerin nasıl kurgulandığının büyük önemi var. Milliyetçi bir ideoloji üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin düşman komşularla çevrili olduğu, büyük stratejik öneminden dolayı dış güçlerin her zaman Türkiye’yi bölmek ve yönetmek için fırsat kolladıkları, sonuçta da ne komşularımıza ne Batılı ülkelere hiç bir zaman güvenilmemesi gerektiği ilkokul sıralarından başlayarak herkese öğretilir. Diğer bir deyişle Türkün Türkten başka dostu yoktur. Böylesi milliyetçi bir ideoloji tüm yabancı ülkeleri potansiyel birer düşman olarak görürken, kendi sınırları içinde yaşayan vatandaşlarının da doğaları gereği ülkelerindeki rejimi sonuna dek destekleyeceklerini ve ona bir eleştiri getirmeyeceklerini varsayar. Bu sınırlar içinde yaşayanlar bir bütündür demenin bir yolu da onların farklı istekleri yoktur demekten geçer. Bu nedenle, Merve Kavakçı gibi ülkedeki düzeni eleştiren biri varsa, o ancak Türkiye’yi bölmeye çalışan potansiyel düşmanların, dış güçlerin emellerini temsil eder. Merve Kavakçı da kendisinden çok farklı olduğu sürekli iddia edilen “Anadolu kadını” gibi tümüyle bu ülkeye ait olsaydı, Amerika’ya gidip okumaz, Kamer Genç’in çok kızdığı gibi evlenecek bir Türk adam bulamayıp yabancı bir erkekle evlenmez, yurtdışında yabancı örgütler tarafından düzenlenmiş toplantılarda yabancılara Türkiye hakkında ileri geri konuşmaz, asla ABD vatandaşı olmaz, ve en önemlisi bu ülkedeki düzene bir eleştiri getirmesi veya onun herhangi bir şekilde değişmesini istemesi söz konusu olamazdı.

Aynı anlayışa göre hep Türkiye’yi bölmeye ve karıştırmaya yönelik emellerle dolu olan “dışarı” ile herhangi bir ilişki, bu topraklardan çıkmış bir insanın bile kirlenmesine ve özellikle de onun “maşa” olarak kullanılmasına sebep olur. İster ’80 öncesinde solcular, ister ’80 sonrasında Kürt ve İslâm politikası yapanlar ve diğer pek çok kişi için sıklıkla kullanılan bu maşa benzetmesi de, Türkiye vatandaşı olan birinin kendi adına ve kendi isteğiyle ülke düzenine bir tehdit oluşturmayacağını, ancak bu her şeye ve her yere gücü yeten yabancı güçler tarafından kullanılabilecekleri düşüncesinin bir ürünüdür. ABD vatandaşı olduğu ortaya çıkmadan önce pek çok İslâmcı için olduğu gibi Merve Kavakçı’yı da asıl yönlendirenin İran olduğu ortaya atıldı. Özellikle Iran’da bir grup üniversite öğrencisinin Merve Kavakçı’yı destekleyen bir gösteri yapmaları, pek çok diğer olayda da bir ülkenin hükümet politikalarıyla vatandaşları arasında bir ayırım yapmayan Türk medyası tarafından, yalanlamalarına rağmen İran hükümetinin Merve Kavakçı için yaptığı bir destek olarak değerlendirildi. İletişim teknolojisinin internette yayımlanan tüm haber ve fotoğrafları saniyeler içinde tüm dünyada ulaşılabilir kıldığı günümüzde Merve Kavakçı’nın resimlerinin 2-3 gün içinde İranlı göstericilere ulaşmış olması Kavakçı ile İran arasındaki ilişkinin hattâ Kavakçı’nın İran tarafından yönlendiriliyor olmasının delili sayıldı. Nitekim, 9 Mayıs günü Sabah gazetesinin manşeti “Tahran ve Filistin’de yapılan eylemler Kavakçı’yı yöneten güçleri ortaya çıkardı” idi.

Bu koşullarda Merve Kavakçı’nın ABD vatandaşı olduğunu söylemesi, onun ve türbanının mecliste hiçbir şeyi temsil edemeyeceğini çeşitli yollardan kanıtlamaya çalışanlar için büyük bir fırsat oldu. Bu gerçeğin ortaya çıkmasıyla, baş örtüsünün mecliste yer alıp alamayacağı tartışmaları bir kenara bırakılıp Kavakçı’nın milletvekilliğinin nasıl düşürüleceği ve giderek vatandaşlıktan nasıl çıkarılacağı konuşulmaya başlandı. Bu edindiği ikinci vatandaşlık, Merve Kavakçı’nın bu topraklarla ve bu ülkenin insanlarıyla nasıl hiçbir şekilde ilişkisinin olmadığının en güçlü kanıtı oldu. Emin Çölaşan Hürriyet gazetesindeki köşesinde “Go Home Merve” başlıklı yazısında Kavakçı’nın asıl ait olduğu yerin, yani evinin, Türkiye değil ABD olduğunu iddia ederek, onun Türkiye ile hiçbir ilişkisi olmadığını öne sürdü. Aynı gazetede yazan Ertuğrul Özkök’ün de Kavakçı hakkında aynı minvalde yazdığı yazısının başlığı “Görev tamamlandı, üssüne dönebilir” idi. Kimi Cumhuriyet gazetesi yazarları ise Kavakçı’nın aslında ABD tarafından Türkiye’nin ılımlı bir İslâmi ülke haline getirilerek Arap ülkeleriyle çelişmeyen bir bölge gücü haline gelmesi amacıyla yollandığını iddia ettiler. ABD Abdullah Öcalan’ın yakalanmasında yaptığı yardımlarla Türkiye’de puan toplamış olsa da, ABD’nin Türkiye’deki siyasî gelişmelerin hemen tümünü yönlendirdiği, hattâ ABD’ye okumaya gitmiş Türk öğrencileri, onların haberi bile olmadan, Türkiye’deki gelişmeleri yakında takip etmek için birer ajan olarak kullandığı pek çok çevrede çok yaygın olan bir inanış.

Tüm bunlar olurken Merve Kavakçı’nın hem genç hem kadın olması bir takım dış güçler tarafından kullanılıyor olduğu yolundaki fikirleri güçlendirdi. Kavakçı’nın en az kendi söyledikleri kadar babası ve eski kocasının ilişkileri ve daha önce yaptıkları konuşmalar da Kavakçı‘nın kendi adına hareket etmediğinin delili kabul edildi. Eski kocası ve babasından söz edilmediğinde de Kavakçı için “Erbakan’ın kuklası” dendi. Genç bir kadın, hele de laiklere göre gelenekselliği ve bağımsızlığından ödün vermeyi temsil eden başörtüsünü taşıyorsa, elbette kendi fikirlerini geliştirmekten çok birtakım erkeklerden etkilenecek ve onlar tarafından yönlendirilecekti.

Elbette Türk siyasî tarihinde kendi adına hareket etmediği iddia edilen ilk kadın değil Merve Kavakçı. Kemalist projenin en başından beri bir simge olarak politikada yerini alan kadına, ona alternatif projelerde de aynı yer biçiliyor. Bir gerçekliği temsil ettiği varsayılan FP’li erkek milletvekillerinin peygamberin sünnetine göre kesilmiş sakallarının pek üstünde durulmazken, bir kadın milletvekilinin başında taşıdığı politik simge -ister bazı renkleri taşıyan bir kurdele ister türban olsun- büyük tepkiye yol açıyor. Aynı şekilde erkekler sakal bırakıp, sarıklarla sokaklarda dolaştıklarında “irtica hortladı” deniyor, yani ölmüş de olsa tarihte buraya ait olan bir şey yeniden ortaya çıkıyor. Oysa kadınlar türban taktıklarında, buraya ait bir gerçekliği ortaya koymuyorlar da, başka bir yere işaret eden bir simgeyi gene başkalarının adına taşıyorlar.

Merve Kavakçı Cumhurbaşkanı tarafından bir yandan ajan provokatör olarak suçlanırken bir yandan da “fitne” olarak tanımlandı, yani İslâm’da düzeni bozan, erkeklere karşı gelen kadın. Bu suçlama bana okulda tarih kitaplarında Osmanlılar’ın çöküşüne başlıca neden olarak saraya dışardan gelen yabancı kadınların devlet işlerine karışmasının sayılmasını hatırlattı. Bu kadınlar dışardan gelip erkeklerin işi olan devlet yönetimine karışmasa, Osmanlı çökmeyecekti. Acaba aynı şekilde dış mihraklar Merve Kavakçı’yı Türkiye’yi karıştırmak için göndermeselerdi bu ülkede yaşayan insanlar hiç değişmeyip, yeni taleplerinin Meclis’te temsil edilmesini hiç mi istemeyeceklerdi?