Seçimlerin sonrasında yaşanan sürecin bazılarımızda daha çabuk bir toparlanma bazılarımızda ise bir noktadan sonra artık gereksizleşen bir yılgınlık hali yarattığı gözlemleniyor. Tabiî istenilir olan karşı karşıya kaldığımız tabloya rağmen, gerçekçi bir bakış açısını ve muhalefet ağını örebilmek. Özgürlükçü bir sosyalizm önerisini dillendiren insanların seçimlerde aldıkları oy oranı, onların söylediklerinin anlamsız/geçersiz şeyler olduğunu göstermiyor. Aksine, bizzatihi bugünden yarına inşâ edilecek bir geleceğin ve özellikle bugünün nasıl düşünülmesi gerektiği konusunda bizce çok anlamlı bir bakiye sunuyor. Bu bakiyenin içerisinde soy-faşist bir hareketin kazandığı resmi bir mevzinin yanısıra (ki can alıcı olan biraz da bu), bu mevziye toplumsal olarak sağlanan desteğin içsel özellikleri... ve özgürlükçü bir sosyalizm perspektifinin temsilcisi konumundaki ÖDP’nin bu ahval ve şerait içerisindeki hali-i pür melâli var.
MHP’NİN DERLEYİP TOPARLADIKLARI ÜZERİNE BİR NOT
Gerçi MHP’ nin neyi derleyip toparladığı farklı yönlerden tartışılabilir. Ancak önemli olan MHP’nin zaten sokakta, gündelik hayatta hergün yeniden üretilen baskıcı, tektipleştirici, otoriter zihniyet dünyasını ete kemiğe nihayet büründürmüş olmasıdır. Maçlarda, şehit cenazelerinde, toplu linç ayinlerinde vb. yerlerde uzun zamandır yaşanan süreç ortada duruyordu. Ayrıca MHP, bunların yanısıra memur eylemlerinde, öğrenci protestolarında, işçi eylemlerinde polisin ‘tavrını’ televizyonlarından izlerken oh olsun tepkisi gösteren insanların sıradanlaşmış ‘reflekslerinin’ çok da farklı mecralardan akıp gelen dereler misali nihayet toplandıkları bir yer olmayı da başardı. Bir anlamda, aslen ülkücü hareketin nabzını tutan ‘ocakların’ devşirdikleri gençler ile bahsi geçen gençlerin yıllardır bir “cangıl”da yaşayan aileleri MHP’de buluştular. Ülke içi göçün bugün geldiği boyut düşünüldüğünde, göçün yarattığı sosyal ve ekonomik şartların ağırlığının kuşaklar arası farklılaşmayı ortadan kaldırması pek şaşırtıcı olmasa gerek. Öte yandan metropoller düzeyinde yaşanan kültürel farklılaşmanın, kozmopolit tüketim kalıplarının yayılışının ve sahip olamamanın ya da statü anlamında birşey olup olamama gibi farklı etkenlerin de “sıradan insanlar”ın gündelik tepkilerini anlamlandırmada hesaba katılma zorunluluğu ortaya çıktı. Bu meyanda aslen öyle olmasalar da tüketim alışkanlıkları ve yelpazesi genişleyen bir kesim ‘solcu’,’ecnebi’ imge (ki bu imgenin dayanak noktalarından biri olan ve ırkçı-milliyetçi hareketin sola karşı çok rahat kullanabildiği laisizm eleştirisini ve ülkücü camianın ve camianın etrafında gündelik söylemlerle toplaşan insanların, laikçi kalkışmalara gösterdiği muhafazakâr tepkilerin, bu imgenin oluşmasındaki payını belirtmek gerek) olarak yeniden kodlanırken, bu tüketim kalıplarının dışında kalan diğer bir kesim hızla milliyetçi-muhafazakâr cepheye dahil oldular. Tam bir karşılığı olmayan bu çarpık gelişmiş karşısındakini algılama şekli okul sıralarından, mahallelerden seçim sandıklarına ancak bu şekilde taşınabilirdi ve taşındı da. (Burada aslen MHP’yi bunlar güçlendirdi demeye çalışmıyoruz. Ama faşist kampa akan tepkiler arasında bunların da bulunduğunu söylüyoruz. Yani ya Allaha ya silaha sarılma refleksi. Benzer tepkilerin bir evvel ki seçimde RP’ye akmış olması başka bir örnek). MHP’nin ve daha önemlisi Ülkü Ocakları’nın tüketim kalıpları arasında büyük farklar olan kesimleri birarada “örgütlemiş” olması manidar bir durum. Yani Etiler Ülkü Ocağı ile Kasımpaşa Ülkü Ocağı arasında nasıl bir ilişki var? Bu ilişki anlamsız gibi görünen bir bütüne nasıl tekabül ediyor.? Anlamını anlamsızlığında bulan aslında sınıf farklılıklarına dayanan bu örgütlenme tarzı nasıl çekici olabiliyor.? Yalnızca güce tapma ile açıklanabilir bir hal mi bu? gibi soruların cevaplarını verebilmek, biraz da tahkim edilmiş gibi görünen aşırı sağduyu halini tersine çevirebilecek potansiyeli yakalamanın önkoşulunu oluşturuyor.
İnsanların kendi varoluşlarını anlamlandırma, anlam üretme ihtiyaçları özellikle kriz zamanlarında, verili toplumsal değerlerin sallantıda olduğu dönemlerde artıyor. Özellikle Türkiye gibi genç nüfuslu bir ülkede bu ihtiyaç daha da belirleyici bir konuma yerleşiyor. Bu anlamda MHP’nin başarısı, seçimlerden evvel önünde duran sorunlara getirdiği çözüm önerilerinden ve bu öneriler alt alta konup oy olarak toplandıklarında ortaya çıkan sonuçtan ziyade Türkiye toplumunun bu kendi varoluşunu anlamlandırma ihtiyacına bir şekilde yanıt vermesinden kaynaklanıyor. Bu öyle bir yanıt ki bir yandan birbirleriyle gündelik hayat pratikleri itibariyle kesişmeyen pek çok toplumsal kesimi aynı potada birleştirecek kadar muğlak, bir yandan da kendisini hayatın her alanında bir şekilde var eden bir yanıt.
MHP’nin temsil ettiği anlayış zaten uzun dönemdir yaşadığımız hayatta kendisini egemen kılmış durumda. Lisedeki en ufak “çeteden”, herhangi bir semtteki otopark mafyasına, maç muhabbetine vs. kadar kendisini sürekli meşrûlaştıran, egemen kılan bir anlayış. Siyasetin kaygan zeminine denk düşen ancak bu kayganlığın (karşısına değil) yanına sıradan insanları tatmin edebilecek bir böbürlenmeyi, aidiyeti, korunma içgüdüsünü koyabilen bir anlayış. Dünyanın ilahi bir eşitsizlik ekseninde döndüğünü ve buna tabî olmanın dışında pek de fazla bir şey yapılamayacağını vazeden bir anlayış. Şehit yakınlarının sırtını sıvazlarken onlara söylenenler aşağı yukarı böyle şeyler değil mi? Vatanını korumaya giden bir insanın ilahi adalet uyarınca ölmüş olması karşısında yapılabilecek başka ne olabilir? Dökülen kan mutlaka yerde kalmayacak ve ‘bölücübaşının’ idamı o kanın karşılığı olacaktır. Ama hiçbir şehit yakını somut nedenlerinin artık iyiden iyiye tartışılmadığı bu savaşın karşısına çıkamayacaktır. Çocukları dağlarda ölen Kürt anaların ise zaten ağlama hakları bile ellerinden alınmıştır. Onların çocukları kimliklerinin, varlıklarının inkârına karşı boyuneğmedikleri için zaten ölmeyi haketmişlerdir. Yalnızca Türklerin anlayabilecekleri nizam-ı aleme karşı gelmişlerdir. MHP’nin resmî ağızlarından çıkanlar mutlaka daha farklıdır. En azından inceltilmiştir. Ancak dışarıda, sokakta gündelik hayatın diline yerleşen ifadeler yanında yukarıda yazılanlar masum bile kalabilmektedir. MHP’yi bir anlamda başarılı kılan da budur. Sokağın diline hâkim olmak. Ama bir taraftan da sokağın diliyle gerilimli bir mesafe sağlamak. Böylece o dili istediği gibi terbiye etmek. Zaten devletin yüceliğinin, devlet için ölmenin öldürmenin erdeminin, devlete karşı çıkmanın en büyük günahlardan biri olmasının toplumsal kabul gördüğü bir ülkede, devletin kendi başına dillendirdikleri şoven-otoriter-muhafazakâr aura’yı vukufla somutlarken, MHP gibi hareketlerin yalnızca “şimdi ve burada” olmaları bile yeterli başarı koşulu sayılabilir.
ÖDP: İMKAN VE İHTİMALLER ÜZERİNE
Seçimlerden sonra ÖDP bir kabusa uyandı. Bir devlet memuru gibi vakti geldiğini düşündüğünde uyudu. Borç, taksit, çocukların servis paraları gibi dertlerle sıkılmaya başladığı rüyasında en son maaşına % 220 zam yapıldığını gördü. Uyandığında servis şöförü yakasına yapışmış, gözünü patlatmak için yumruğunu havaya kaldırmıştı. Film karesi burada dondu. Çünkü araya koalisyon pazarlıkları girdi.
MHP şimdilik sakin görünmeye çalışarak durumu idare ediyor. Bizce herhangi bir provokasyon olmasa da, seçim sonuçlarının şaşkınlığı ve coşkusu ülkücü camiayı taşkınlığa sevkedecek düzeyde. Genel merkezleri herhalde dolunay geçene kadar epeyce yorulmuşlardır.
DSP ise sağın laik abisi şeklinde, mütevazı ve dürüst lideriyle koalisyon görüşmelerinde yapıcı olmaya çalışan bir tavır izliyor. Aman o da ne! Rahşan Hanım bir açıklama yapıyor. Herhalde gece rüyasında ak sakallı bir dede ona, sol kulağına eğilerek ülkücülerin cinayetlerini anımsatmış olacak. Ertesi gün zehir zemberek bir açıklama. Devlet Bey geriliyor: “MHP’den özür dilenmeli”. Ecevit ailesi (DSP) henüz özür dilemedi. Havalar soğudu.
CHP, devletin elinden oyuncağı alınmış mahsun çocuğu. Siyasetin boşluk kaldırmadığını burnu sürtülerek de olsa öğrenmiş olmasını beklerken, bizleri şaşırtmaya devam ediyor. Kurultay öncesi en ‘solcu’ adayı, en Kemalist kadroyu seçme telaşında. Daha nerede hata yaptığını bile doğru düzgün tespit edememiş bir partinin olağanüstü kurultaya giderken bunları tartışıyor olması şaşırtıcı mı komik mi karar vermek zor.
Ankara havasının anlamsız gotik bulanıklığı gösteriyor ki, koalisyon pazarlıkları vesaire derken artık Meclis’inde yalancı bir solun bile kalmadığı memleketimizde yapılabilecek şeyler, sayıları toplandığında % 1 bile etmeyen ama isteseler bugünden yarına değil bugünden başlayarak olabildiğince yakın bir zaman diliminde, doğru düzgün bir muhalefet ağını örmeye şimdilik güçlerinin değilse bile istek ve ideallerinin yeteceği ÖDP’ye ve daha çok ÖDP’lilere düşüyor. Dolayısıyla ÖDP’yi vücuda getiren ortak idealleri hayatın içine dahil edebilmenin yolları, bugün karşı karşıya olduğumuz mutlak iktidar ve otoriter zihniyet dünyasının aşınması/aşılmasının da yolları aynı zamanda.
ÖDP’nin önüne yapılması gerekenleri bir liste halinde koymanın çok fazla anlamlı olmadığını düşünüyoruz. Türkiye’de politika arenasının varoluş koşullarını, kendi özlem ve idealleri ile değiştirmek amacıyla yola çıkanların partisi olduğunu dillendiren ÖDP’nin herhangi bir liste yardımıyla karşı karşıya bulunduğumuz sorunları aşmasının söylemde mümkün, ama ne yazık ki pratik anlamda karşılıksız olduğunu düşünüyoruz. Çünkü söylemiyle gönüllerde taht kursa bile siyasî karar anlarında bahsi geçen gönüllerin, ÖDP’ yi birlikte çözüm üretme konusunda yaya bırakmaları bunun bir göstergesi. Elbette var olan konjontürün bu gönüller için meşrû sayılabilecek mazeretler ürettiğini de akıldan çıkarmamak koşuluyla (laiklik tartışmalarında alınacak tavır, örneğin, zayıf karnımız hâlâ).
Genellikle söylediklerimizi hayata geçirmeye başlayamadık. Bu maalesef hayatın içerisinde tutunacağımız bağları ete kemiğe büründürme konusunda büyük bir engel. Toplumsal muhalefet güçleriyle kurduğumuz ilişkileri klasik tarzlarda sürdürmeye çalışmamız başka bir örnek engel. Kendi fikriyatımızı somutlaştırdığımız yaşam alanlarını ortaya çıkaramamız yine bir engel. Dolayısıyla seçim sonuçlarının ÖDP’ye ait kısmı bunların bir an evvel tartışılmasını gerektiriyor. (Tartışma denince Ece Temelkuran’ın geçtiğimiz ayki Birikim’de yazdıklarını hatırlamakta fayda var: “...Zor olan solcu olmaktır. Sabır ister. Tartışmalara tahammül göstermek, bilgilenmek, tartışmalara katılmak... Bütün bunlar gerçekten sabır ister. Ve kentsoylu küçük burjuva sabırlı değildir. Militan sabırlıdır.” Ancak tartışmaların saatler aldığı ve tartışmalardan çıkan sonuçların (tabiî bir sonuç çıktıysa!) yazıya geçirilmesi ile her şeyin nihayete erdiğini düşünmek gibi bir zaafı var, hepimizin. Alınan kararların nasıl hayata geçirileceği konusunu sürekli ıskalıyoruz. Hani bir de bunu tartışıp karara bağlayabilsek). Kısaca iş yapabilmenin yollarını keşfetmemiz gerekiyor. Çıkarttığımız gazeteden, farklı yardımlaşma ağları kurmaya kadar pek çok örnek yazılabilir. Herhangi birini seçip oradan başlamamız gerekiyor. İşte bu yüzden liste yapmak, listedeki sıraya göre işleri planlamak bize anlamsız görünüyor. Bir yerden başlayalım neresi olduğu hiç önemli değil. Söylediğimiz pek çok güzel lafın hayatta bir karşılığı olduğunu düşünüyorsak, gündelik hayatın bir yerinden söylediklerimizi tedavüle çıkarmak gerekiyor. Fikir merkantilizmimizle geldiğimiz noktada artık yapacak başka bir şey yok.
Sistemin, tüketim kültürünün bir şekilde kenarında kalan büyük bir insan topluluğunun bir yandan bu sisteme, kültüre dahil olma arzularını, isteklerini bir yandan da buna dahil olamamanın getirdiği inkâr ve öfkeyi milliyetçi-muhafazakâr bir dille ifade ettikleri bir gerçek. Özellikle ‘80 sonrası büyükşehirlerin merkezlerine sıkışan sol, sistemle bir şekilde derdi olan bu insanlarla buluşmak bir yana bu insanların gözünde tepki duydukları kozmopolit tüketim kültürünün bir parçası olarak algılandı. Hayatın içerisinde bunun eleştirisini ortaya koymak ve alternatiflerini yaratmak yine sola, solculara düşüyor. Bu sıkışmışlığı aşmanın yolu da yukarıda söylenildiği gibi gündelik hayata müdahil olabilecek varoluş ve tutunum alanlarını yaratabilmek. Bilindiği gibi faşizm sokağa hakim olduğu zaman kendi tutunum alanlarını yaratır. Çünkü faşist olmak, faşist kalmak çok kolaydır. Gündelik hayatın içerisinde bu yüzden çok kolay tutunur. Kriz anlarının, atomizasyonun pik yaptığı dönemlerin ideolojisi olması bu yüzdendir. Sokakta faşizmi yenilgiye uğratabilmenin koşulu da “şimdi ve burada” olabilmeye bağlı. Sokağın gerçek sahipleri, ki sokak özgürlüğün dünyasıdır, yani solcular, sokakta çok daha yaygın bir ağ ve tahkim edilmiş ilişki kalıplarını yaratmak durumundalar. Bu aynı zamanda onlara kimliklerini yeniden hatırlama ve tanıma fırsatı da vermiş olacak.
“Gündüzleri, başlarındaki çelik miğferin kozmik iç-uzamına (interior) indirgenmiş bir gökyüzünün altında yaşayan; geceleri ise, yukarlardaki moral yasaya sarınıp örtünebilen” şeklinde Walter Benjamin’in tarif ettiği bir kavrayış tarzı olarak faşizm, geriletilebilecek olanakları şimdilik üzerinde taşıyorken yapabileceklerimizi bir an evvel yapmak gerekiyor. Ankara’da havalar özgürlüklerin iyiden iyiye ortadan kaldırılacağı günlere gebe.