Haftalık
Tanıl Bora
10 Aralık 2025 Çarşamba
Sağlar, SHP’nin ve sonra CHP’nin “emekten ve insandan yana” olma önceliğinden, sendikalarla, kitle örgütleriyle ve kendi soluyla canlı bir ilişki içinde olmaktan, teslimiyetçi olmayan, kararlı, mücadeleci bir siyaset tarzından uzaklaşmasında, Baykal hâkimiyetinin tayin edici etkisi olduğunu düşünüyor. 1989’da Paris Kürt Konferansı’na giden Kürt milletvekillerinin SHP’den ihracını da, Genel Başkan Erdal İnönü’yü kandırarak, Baykal hizbinin gerçekleştirdiğini anlatıyor. Sağlar’a göre, Deniz Baykal döneminden itibaren, partinin  “asgari etik değerleri bile erozyona uğra”mıştır.
Barış Özkul
8 Aralık 2025 Pazartesi
Cumhuriyet ideolojisinin güçlü yanlarından biri “okuyarak” sınıf atlanabileceği fikrini aşılamasıydı. Köy Enstitüleri’nden üniversitelere, sivil bürokrasiden askerîyeye geniş bir alanda liyakat ve eğitim, en azından bir dönem için, sınıfsal hareketliliğin meşru araçları olarak kabul gördü. Nepotizmin, kayırmacılığın ve siyasallaşmış bürokrasinin gölgesi hiçbir zaman tamamen kalkmasa da, toplumun geniş kesimleri “çocuğumu okuturum, benden daha iyi bir yere gelir,” duygusunu gerçek bir ihtimal olarak yaşayabildi. Bugün ise bu meritokratik vaat ortadan kalkmış durumda: Yüksek öğrenimin toplumsal getirisi hızla erirken, kamu pozisyonları bütünüyle sadakat ağlarına teslim edildi ve mesleki ilerleme doğrudan siyasal aidiyete bağlandı.
Cuma Çiçek
6 Aralık 2025 Cumartesi
Diyarbakır örneği üzerinden Kürt itirazının önemli bir yüzü olan kültürel alana baktığımızda her şeyden önce bu alanı kuran, zeminini oluşturan yapısal dönüşümleri dikkate almak gerekir. Önceki iki yazıda detaylı tartıştığım bu dönüşümler sonucunda Diyarbakır’ın kendi içinde farklı habituslar oluştu, bu habituslar içerisinde farklı gruplar inşa oldu ve her bir grup kendi farklı tüketim, eğlence ve sosyalleşme mekanlarını oluşturdu. Tüketim merkezleri üzerinden sembolize etmek gerekirse tarihi Ulu Cami'nin hemen yanında bulunan Çarşiya Şewitî (Yanık Çarşı) 1990’lı yıllara kadar neredeyse tüm Diyarbakır’ın ortak çarşısı iken bugün sadece kent yoksullarının uğradığı çarşılardan birine dönüştü.
Erdoğan Özmen
3 Aralık 2025 Çarşamba
Dünyayı, mümkün olan her şeyi içime çekiyorum; bu yüzden belki de. Başından beri başka her şeyi, başkalarının bana sunduklarını, onların bakışlarını, sözcüklerini, imgelerini, şefkatini, sevgisini, merhametini içime ala ala, kendim kıla kıla, içime yansıta yansıta, hepsiyle özdeşleşe özdeşleşe bir iç yaratıyorum kendime. Bir ben. Başka her şeyle bağlanarak, başka her şeyle birleşerek, başka her şeye uzanarak kendim oluyorum. Kanserle mücadele denen şey bu belki de: onun habire çoğalan kara boşluğunu aşındıra aşındıra kendi içimi tekrar tekrar yaratmak, çoğaltmak, genişletmek.
Kenan Erçel
2 Aralık 2025 Salı
NIMBY’nin açılımı, “benim arka bahçemde olmaz” anlamına gelen “Not In My Backyard”. Konut ya da altyapı projelerini kendi muhitlerinde istemeyen şahısların tutumlarını özetleyen bir deyiş. Nüfus artışı, trafik yoğunluğu, emlak fiyatlarında düşüş, ekolojik tahribat gibi etkileri yüzünden bu tür imar ve iskan işlerini tasvip etmeyenler “NIMBYs” ya da “NIMBYies” diye yaftalanıyor, ABD’de. Ama bu yafta, ilkesel gerekçelerle söz konusu çalışmalara (örn. nükleer santral) topyekûn muhaliflerden ziyade onlarla özünde bir derdi olmayıp bu projeleri sadece kendi çöplüğünde, mıntıkasında istemeyenler için kullanılıyor.
Derviş Aydın Akkoç
30 Kasım 2025 Pazar
Bazı “değerli anlarla” karşılaştığında “teşekkür etmeyi beceremeyen” bir karakteri; bu karakterin sarsaklıklarını ve heveslerini, ama daha da önemlisi yer yer boğazına oturan sessizlikleri işleyecektir Nejat İşler Miras’ta. Teşekkür –karşılaşmalara duyulan şükran– tam o sıra, yani olay kişinin başına geldiği anda fiiliyata dökülemiyordur, aslında dökülmemelidir de, zira hem şükranın zarif bir minnettarlığa dönüşmesi hem de hafızanın geriye doğru yalnızca olay anını değil, mekânları ve harici failleri de yeniden anımsaması için teşekkürün bazen ıskalanması gerekir. Herhangi bir ânı değerli kılacak yegâne tavır, söz konusu anın geçişine –hatta unutulmasına– müsaade etmek, Goethe’nin Faust’unun “geçme dur, öyle güzelsin ki,” diyerek içine düştüğü an tutulmasına kapılmamaktır.
Osman Özarslan
27 Kasım 2025 Perşembe
Benim hatırlayabildiğim kadarıyla eskiden eğlencenin anlamı ve içeriği farklı olmakla birlikte, şimdi Tunalı civarını mesken tutmuş (yaklaşık) orta sınıflar için eğlence Sakarya’dan ve spesifik olarak da SGK işhanındaki türkü barlardan başlardı. Karanfil, Yüksel daha kültür merkezli olmak üzere, kafelerin yeme içme mekânlarının, Ankaralı okur-yazarların, orta sınıfların boş zaman mekânlarıydı. Onlarca kitapçı, kafe, sağda solda şunu bunu tartışanlar, Yüksel’de eylem yapmaya çalışanlar… Tüm bu temaşa içerisinde Olgunlar Sokağı bir tür son durak gibi hem sahafları hem de dürümcüleriyle kollarını açmış beklerdi ve o yılların orta-sınıfları için eğlencenin ve kültürlenmenin sınırları SGK işhanında başlar, Olgunlar’da biterdi, Tunalı henüz yalnızca tuzukuruların yaşadığı, meclise arkabahçe  bir yerdi.
Işıl Kurnaz
25 Kasım 2025 Salı
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nün bana düşündürdüğü şey, kadınların bu izinsiz girdiği arazide kat ettiği yollar oldu. Şiddetin tanımını değiştiren, onun sadece fiziksel olarak kanıtlanabilir yaralar olmadığını hem dünyaya hem de hukuka anlatan şey olarak kat edilmiş o yol. Sara Ahmed’in Feminist Bir Yaşam Sürmek’te anlattığı bir şey var, orada normun içinde yaşanılabilir bir şey olduğunu söylüyor Ahmed. Yani normların, kurumlar tarafından üretildiği kadar gündelik durumlarda da iş başında olduğundan bahsediyor. Hukuk gibi katı bir disiplinin arazisine izinsiz girip onu içerden kat etmeye çalışmanın kendisi, kadınların mücadele yapılarının, dayanışma ağlarının, inatlarının ve inançlarının bir sonucu bu doğru. Kadına yönelik şiddet denildiğinde anlaşılan o dar çemberi kırmak yani bir kadın öldüresiye dövülmemişse orada şiddet görmemekle mücadele etmek kolay iş değil.
Orhan Koçak
17 Kasım 2025 Pazartesi
Bugünden dönüp baktığımda, Türkiye’nin Millet Meclisi’nden hayat lehinde 48 oyun bile çıkabilmesidir bana asıl inanılmaz gelen. Zamanla (darbelerle) edinilmiş bir “külyutmazlık” değildi benimkisi: eski TİP içinde sağıyla soluyla rejimin kana susamışlığından kuşkusu olmayan çok arkadaşım vardı. Bunun biraz kitabî ya da a priori bilgi olduğu söylenebilir, ama “tecrübeyle sabit” olduğu da eklenmelidir. Öyleyse 2017’de mecliste HDP’lilerin dokunulmazlıkları CHP’nin onayı ile kaldırıldığında, hayal kırıklığının ağrısı yerine “doğrulanmış nefretin” kaşıntısını hissetmek daha mı iyi geliyordu bize? Bilmiyorum. Babası sadece kızını sevdiği için mi “basmıştır imzayı”? Eyüboğlu’nun birkaç sayfa sonra verdiği bir bilgi, burada başka etmenlerin de rol oynamış olabileceğini düşündürüyor.
Polat S. Alpman
8 Kasım 2025 Cumartesi
Açıkçası bir sanatçının ülkesindeki muhalifleri öldürecek kadar ileri giden alenen otoriter rejimi desteklemesi ve ona savaş taktikleri verecek kadar hevesli olması ile “şimdi o konser kötü mü oldu?” sorusu, sanki iki durum eşdeğermiş gibi bir retorik kuruyor ama değil. Konserin estetik değerini erbabı takdir eder elbet, fakat sanatın otonomisi, sanatçının insani sorumluluğunu ortadan kaldırmaz, sadece eserin değerlendirilme biçimini korur. Bu nedenle Gazze’yi işgal etmesi için Netanyahu’ya taktik veren bir piyanisti İstanbul’a davet etmemenin gayet makul, hatta büyük bir ciddiyetle dikkate alınması gereken bir tercih olduğunu düşünüyorum.
Güncel
Kanzi Fenomeni: İçi Boş Bir Nefret Öznesi
12 Aralık 2025 Cuma
Türkiye’nin sosyal medya gündemine son dönemde oturan "Kanzi" meme’i, ilk bakışta politik bir hiciv gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde sınıfsal bir körlüğün ve kültürel ırkçılığın yeni bir tezahürüdür. Özellikle X platformunda sıklıkla karşılaştığımız bu tabir, genellikle devletçi refleksleri olan gençlere atfedilmekte. Fakat burada sadece bir "internet şakası"ndan değil; Twitch yayıncılarının ve belirli odakların domine ettiği, öfkesi kontrol altında tutulan bir gençlik kitlesinden bahsediyoruz. Ekonomik krizin vurduğu, ev-araba alma hayali elinden alınmış "ev genci" için sosyal medyada polemiğe girmek ve devletin gücüne tapınmak, aslında kendi kırılganlığını örtmek için giydiği bir zırhtır. Sosyal medya algoritmaları, 10-15 saniyelik agresif, vurucu ve bağlamından kopuk edit videolarıyla bu gençleri kolayca manipüle edebilmektedir.
Hep Arada Olmak, “Öylesine” Kalakalmak: Askıdaki Egemenlik
10 Aralık 2025 Çarşamba
Yakın zamanda dozu gittikçe artan egemenlik tartışmalarına bakıldığında, reaksiyonel bir düşüncenin hakim olduğu öne sürülebilir. Kıbrıslı Türklerin özellikle son 70 (1955’i bir milat alacak olursak) yılda nereden nereye nasıl “savruldukları”na bakıldığında, konuyu ne salt kolonizasyona, ne de salt milli mücadeleye indirgemek doyurucu bir açıklama sunmuyor. Aksine, her iki argüman birçok bakımdan kendi içinde tutarlılıklar barındırsa da, resmin tamamına bakıldığında, var olan durumun karmaşıklığını açıklamakta yetersiz kalıyor. Özellikle “milli mücadeleci” cenah, Kıbrıs sorununu salt bir savunma ve sonrasında “zafer”le taçlandırırken, bırakın iğneyi, hiçbir şeyi kendi toplumuna batırmayarak herşeyi Kıbrıslı Rumlar’ın üzerine yığarak, “mağdur” bir halktan “mutlu bir son” ile noktayı koymaya çalışırken, kolonizasyon iddiasının, ki bu noktada bu düşüncenin özellikle bugüne bakınca daha güçlü olduğunu iddia etmemek zor, Kıbrıslı Türkleri, fark etmeden, özne değil nesneleştiren bir düşünce akımının devamını sağladığını söylemek mümkün.
Siyasetin Ekolojisi: İstanbul’un 84 Günlük Mekânsal Deneyi
8 Aralık 2025 Pazartesi
İstatistik merakım ve coğrafi bilgi sistemlerine duyduğum ilgi, yıllardır biyocoğrafyayı anlamak için kullandığım araçların siyaseti de açıklayabildiğini fark ettiriyor. Türlerin yayılışını, habitat sınırlarını, komşu bölgeler arasındaki etkileşimleri nasıl haritalandırıyorsam, benzer desenler seçim haritalarında da beliriyor. Çünkü hem ekolojide hem siyasette şunu biliriz: Rastgele görünen şeylerin bile altında çoğu zaman belirli mekânsal örüntüler yatar. Değişim belirli bölgelerde başlar, komşu alanlara sıçrar, kümeler oluşturur ve zamanla kendine özgü bir yayılım örüntüsü ortaya çıkar; hiçbir önemli değişim gerçekten rastgele dağılmaz. İstanbul’un 2019 yılında 84 gün arayla yapılan iki seçimi, bu açıdan benzersiz bir “doğal deney” niteliği taşıyor ve istatistikle siyaseti ve aynı zamanda seçmenin maruz kaldığı çevresel baskıları görünür hale getiriyor.
Taha Parla İçin...
7 Aralık 2025 Pazar
Taha Bey’le hafızam beni yanıltmıyorsa 1991’de tanıştık. 12 Eylül’ün gadrine uğramış, değerli, çok birikimli bir hocanın Boğaziçi Üniversitesi’ne geri döneceğini öğrendiğimizde bazılarımız dersinin yolunu gözlemeye başlamıştı bile; altını çizmeli, salt kendisinin esas bölümü olan siyaset biliminin öğrencileri de değil. Sosyoloji, felsefe, psikoloji veya bu satırların yazarı gibi tarih birimlerinin mensupları... Standart, program dahilindeki dersi mükemmelen verdi Hoca, dün dahi otuz küsur yıl sonra o dersi, içeriğini hayranlıkla hatırlayan, bir kısmı zaman içinde kendisi doçent, profesör olmuş arkadaşlarım vardı. Ancak aralarında benim de olduğum kimileri için esas unutulmaz olan, normal ders bittikten sonraki zaman dilimi, kendisinin eleştirel perspektifini bizlerle paylaştığı, ağırlıklı olarak cumhuriyetin ilk dönemini, doğal olarak Kemalizm’i bilindik, çokça tekrarlanmış anlatının dışında bir pencereden gördüğü, tartışmaya açtığı saatlerdi.
Küreselleşme 2.0: Jeoekonomi, Ticaret Yolları ve Kürt Meselesi
6 Aralık 2025 Cumartesi
Yeğen’in değerlendirmesinden hareketle, Ortadoğu’nun güvenlik mimarisinde yaşanan dönüşümlerin bölge devletlerini jeopolitik hedeflerini yeniden gözden geçirmeye zorladığı söylenebilir. Devlet dışı aktörlerin mümkün olduğunca azaltıldığı bu yeni denklemde, İran ve Rusya’nın zayıflayan etkisinin yarattığı fırsatlar devletlerin iştahını kabartırken, tehditler ise endişelerini derinleştiriyor. Bu bağlamda, Yeğen’in de vurguladığı üzere, PKK’nin silahsızlanması ve Türkiye’deki mevcut çözüm arayışları da ortaya çıkan yeni statükonun bir yansıması olarak okunabilir. Fakat ben, bu jeopolitik dönüşümün bölgesel gelişmelerin yanı sıra küresel dinamiklerle birlikte ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Zira küreselleşen bir dünyada bölgesel ve küresel jeopolitik-jeoekonomik süreçleri birbirinden ayırmak artık pek mümkün değil.
Taha Parla’nın Ardından…
5 Aralık 2025 Cuma
Taha Parla’dan neden o kadar etkilenmiştik? Taha Hoca “değiştirmek için anlamak” dediğimiz akademik geleneğe veya düşünce geleneğine bağlı idi. Özellikle sosyal bilimler alanında bu geleneğin zayıflamasıyla ciddi bir çoraklaşmanın yaşandığını gözlüyorum. Elbette bu geleneğin de sorunları vardı ama akademiye ve öğrencilere enerji aşılaması çok önemliydi. Taha Hoca yaptığı işe çok önem verirdi. Düşünürleri, fikir insanlarını ve fikirleri ciddiye alırdı. Taha Hoca’yı sadece iki sözcükle tanımla deselerdi “ciddiyet ve tutarlılık” derdim.
Çöküş Rejimi mi? - Hal ve Gidiş (1)
4 Aralık 2025 Perşembe
Mayakovski’nin Marşımız şiiri “Sert adımlarla isyan meydanları inlesin, // Yükselsin onurlu başlar alay boyunca. // Bizler, taşkınıyla bu ikinci tufanın, // Temizleyeceğiz kentleri tüm dünyada,” şeklinde başlıyor. Hayat devam ediyor. Bizler işlerimizdeyiz, siyasi rehineler ve gazeteciler hapisteler. Bir uğultu var, riyakarlıktan bıkmış. Bir uğultu, gaddarlıktan, dalkavukluktan, hınç dolu kibirden usanmış. Bir uğultu var, yönsüz kalmış. Bu yönsüzlük, kendine bir ses, nefes arıyor. Sözcüklere dökülmek, berraklaşmak, bayraklaşmak istiyor. Öncü, unutulmuş sözcük. Uğultu, öncüyü çağırıyor. İki bölümlük bu yazının büyük ölçüde yine Birikim’de 23 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanan “Değişim: CHP ve Türkiye” denemesinin hayli gecikmiş devamı olduğunu kayda geçirerek başlamalıyım. O yazıda vurguladığım kimi hususları ve elbette “gösterilen (toplumsal) reflekslerin zaman aralığı günümüz dünyasında çokça daraldı...
Ontolojik Bir Güven Problemi Olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na Bakmak
2 Aralık 2025 Salı
Bu bakımdan meseleyi “aşk varken kör, bitince gören” ikiliğine indirmek hatalıdır. İnsan başta ötekini kendi arzusunun imgesine göre idealize etmiş; süreç ilerledikçe ise ideal ile gerçek arasındaki mesafeyi fark eder hale gelmiştir. Kimi ilişkiler bu mesafeyle yaşayabilir, kimileri o mesafeyi kaldıramadığı için çöker. Bu bakımdan aydınlığa çıkmak isteyenler için Kılıçdaroğlu’yla mesafe bir hayli açılmış gözüküyor. Öyle ki bir taraf karanlıkta kalmasına, karanlığa direnmesine; Kılıçdaroğlu ise arınmış bir aydınlanma içinde olduğunu iddia etmesine rağmen belli ki aynı sabahta buluşma şansı artık söz konusu değil. Peki, bu yitirilmiş bir şans mı?
Şimdi Gömleğin Yanlış İliklenen Düğmesini Düzeltme Zamanı
1 Aralık 2025 Pazartesi
Sonuç olarak; TBMM’de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu geçmişteki politikaların toplumsal barış üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmayı, farklılıkları tanıyarak bir arada yaşama kültürünü güçlendirmeyi, demokratikleşme süreci içinde kimlik temelli taleplerin siyasal temsilini meşrulaştırmayı ve toplumsal uzlaşıyı güçlendirmeyi hedef olarak benimsemeli; devletin farklı kimliklerin eşit yurttaşlık içinde var olmasını sağlayan “düzenleyici güç” olarak görülmesini, çoğulculuğu ve kültürel tanınmayı toplumsal bütünleşmenin temeli olarak benimsemesini, diyalog-katılım ve hak temelli reformlarla demokratikleşmeyi öngörmelidir.
Kadın, Doğa ve Kıyamet: "Mother!"da Kriz Heterotopyası ve Ekofeminizm
30 Kasım 2025 Pazar
Eril tahakküm hem kadını hem de doğayı tekrar tüketerek anlatının yeniden başa dönmesini sağlar. Bu döngüsel anlatı yapısı kadının ve doğanın sömürülmesinin tarihsel, sistemsel ve yapısal bir kriz olduğunu gösterir. Mother! kadın ve doğanın üzerindeki eril tahakküm biçimlerini modern dünyanın ekolojik ve toplumsal cinsiyet krizleriyle harmanlayan, mekânsal kurgu aracılığıyla bu tahakküm biçimlerini açığa çıkaran hem görsel hem de kavramsal düzlemde yoğun ve katmanlı bir anlatı sunar. Aronofsky’nin bu filmi ekofeminist düşüncesinin temel ilkelerini sinemasal bir forma dönüştürür ve heterotopya kavramını sahneleme ve mekân kullanımıyla somutlaştırır. Bu bağlamda Mother! filmi izleyiciyi politik ve ontolojik bir sorgulamaya davet eder.