ÖDP’nin 1. Kurultay’nda alnan kararlar içinde ekonomiyle ilgili olanlar, asgaride uzlaşma pratiğinin sonuçlarn sadk biçimde yanstyor. “Toplumsal ihtiyaçlar için bir ekonomi” bölümünde yer alan kararlar ve bunlarn gerekçeleri, ortodoks Marksist söylemin aşr iktisadiyatç, bağnaz biçimde sanayi merkezli ve dar anlamyla işçi snf odakl tahayyül dünyasnn dar snr ve kalplar içine hapsolmaktan kurtulmay elbette başaryor. Buna karşlk, önerilere gelince, solun ekonomiye bakşna ve iktisat politikalarna yaklaşmna egemen olan ikircikli tavr açk biçimde ortaya çkyor. Bu yalnz ÖDP’ye özgü bir tavr değil. Ekonominin toplumsal tahayyüle egemen olduğu bir çağda, ekonominin özerk gereklerinin pazar ekonomisinin gerekleri olduğu fikrinin evrensel bir dogma statüsünü kazandğ bir dönemdeyiz. Bu ortamda, kendisi için var olan bir iktisadî dinamiğin karşsna, insanlar ve toplum için var olan bir başka mümkün dinamiği çkarmak, ama bunu, ayaklar hiç yere basmayan bir uçuk ütopya dünyasndan hareketle yapmamaya dikkat etmek, doğal olarak ikircikli bir söylem yaratr. Buna, geçmişten gelen simge ve referanslarla olan bağn, çözümleme amacyla olmasa bile, üretilen söyleme tarihî-siyasal bir meşrûiyet zemini kazandrmak için saklanmasna özen gösterilmesi de ilave oluyor. Bunu da, bir siyasal parti için doğal karşlamak gerekir. Her şeyi yoktan var eden olma iddiasnda bulunan, kendini yeni dünyann milâd olarak sunan ve saman alevi gibi (eğer parlarsa) parlayp sönen moda siyasal akmlara karş, kendini uzun bir tarihî arayşn küçük bir parças olarak görmek alçakgönüllülüğünün gereğidir bu. Yeter ki bu gerek, düşünceyi kat ve değişmez kalplarn içine hapsetmesin; siyasal hareketi, mâbedin kutsal bekçiliği görevine soyundurup, onun toplumsal dönüşümüne katkda bulunma gücünü iğdiş etmesin.
ÖDP kurultay kararlarnda, iktisatla ilgili bölümü okurken hissedilen bu ikircikli tavr, umarz bu mâbet bekçiliği görevini üzerine alma arzusunun bir sonucu değil, tarihî süreklilik içinde dönüşümü ve öncelikle kendi dönüşümünü gerçekleştirme arzusunun bir sonucudur.
ÖDP ekonomiyle ilgili üç hedef öneriyor. Eşitlikçi paylaşm, ekonomik karar alma süreçlerinin demokratikleşmesi ve ekonomik kararlarda kamusal yararn ön plana çkmas. Bu üç hedefin birleştiği, birbirini tamamladğ aslî hedef, “solun özgürlük, eşitlik, yurttaşlk haklar, dayanşma gibi temel ideallerini ekonomik alana tercüme etmek” olduğu, “ekonominin toplumsal kontrolü ve bu amaç gerçekleştirilirken demokrasi ilkelerinin korunmas” olduğu belirtiliyor.
İnsanî yaşamn zenginleşmesi ve gelişmesini hedefleyen, insan merkezli bir iktisadî dinamiğin kurulmas hedeflenmekle beraber, karar metninde bu hedef bu biçimde ifade edilmiyor. Belli ki, metni hazrlayanlar, toplumsal snflar yok sayan ve sadece soyut bir insann varlğnda yaşam düşünen hümanizma felsefesinin yanltc evrenselliğine kendilerini koyvermek istemiyorlar. İnsan kavram yerine, “çalşanlar” kavramn kullanyorlar. Bir ölçüde anlaşlr olan bu ikame, hedeflenen toplumun bir çalşanlar toplumu olduğu hissini de kaçnlmaz olarak uyandryor. Çalşmann yüceltildiği bir çalşanlar toplumu, sosyalist tahayyülün özgürleşme ufkuna ne derece uyuyor?
Farkl çevrelerden ve giderek artan bir güçle ifade edilmeye başlanan, “emek-sonras topluma” geçiş perspektifinin öyle çok uzak olmadğn kestiriyorsak, o zaman, çalşanlar toplumu tasarm gerçekten gelecek döneme mi, yoksa küçük admlarla da olsa tarihe karşan bir sanayi toplumu dönemine mi referansta bulunuyor, diye sormak kaçnlmaz oluyor. Ücretli emek toplumunun bir ütopya değil, en azndan saysal olarak, gelişmiş ülkelerin bugün fiilen içinde bulunduklar bir durum olduğunu dikkate alnca, emekçilerin toplumu kavramnn da yeniden tanmlanmas gereği ortaya çkyor. Gelişmiş ülkelerde, bugün çok yüksek oranda ücretli emeğe dayanan üretim dünyasn tedrici olarak demokratikleştirmekle yetinen sosyal demokrasiden farkl olarak yeni sosyalist akmlarn, ücretli emeğin insanî varoluşa hükmetmesini zayflatacak önlemleri önplana çkartmaya başladğn dikkate almak gerekiyor.
ÖDP kurultay karar metni, emek ideolojisi ve çalşanlar söylemiyle yetinmiyor elbette. Yukarda belirttiğimiz ikircikli ve dönüşüme gebe tavr, burada da kendini hissettiriyor. Emekçi ve tüketici haklarnn savunuculuğunun yannda (bu iki hakkn, baz durumlarda, örneğin çevre kirliliği konusunda karş karşya gelebileceği pek dikkate alnmyor), yurttaş ve insan olarak haklarn da, emekçilik konumuna indirgenemez olduklar dolayl biçimde ifade ediliyor. Bunun yannda, dayanşma kavramnn boş bir klf olmasn engelleyen önerilere de metinde yer veriliyor.
Metinde, ÖDP’nin sadece emekçilerin değil, “yoksullarn, işsizlerin, unutulanlarn, dşlananlarn yaşamlarn iyileştirecek kazanmlar için mücadele edeceği”nin alt çiziliyor. Gerçekten de, içinde bulunduğumuz kapitalizmin yeniden yaplanmas süreci, geçmişin tersine, says giderek büyüyen kitleleri iktisadî yaşamn dşna atarak, işsizliğe mahkûm ettiklerini unutarak, toplumu “içeridekiler” ve “dşta braklanlar” diye ikiye bölüyor. İçeriye girebilenlerin ve burada kalabilenlerin says göreli olarak azalrken, dşardakiler giderek büyüyen bir ordu oluşturuyorlar. Bu gelişme karşsnda, sosyal demokrat sol, yakn zamana kadar, radikal sol ise bugün dahi, istihdam ağrlkl politikalarn özendirilmesinin gerekliliğini vurgulad. Gerçekten de, II. Dünya Savaş’ndan sonra biçimlenen sanayi toplumu, insanlarn özgürleşmesini, onlarn bir işe sahip olmalarn, emekleri karşlğnda bir ücret edinmelerini ve üretime katlmalarnn karşlğnda sosyal haklara sahip olmalarn öngörüyordu. Sadece bunlar yeterli değildi. Bunlar, 19. yüzyl işçi snf tahayyülü, Bat’da egemen dinî ahlâk ve burjuva çalşma ahlâknn bir sentezini oluşturan, çalşma etiği besliyordu.
Sol, son yirmi ylda, her ülkede farkl tezahür eden, artan ve süreklileşen işsizliği, burjuvazinin işçi snf üzerinde bask kurmak için yarattğ işsizler ordusu gibi, yapay bir olgu olarak alglad. Tam istihdam aslî hedef olmal, mümkün olan en fazla kişi emeğini satp, yaşamn ücretli olarak sürdürebilmeliydi. Tam istihdam için, haftalk üretim süresinin ksaltlmas, yani var olan işin daha fazla kişi arasnda paylaşlmas önerisi, solun uzun yllardan beri dünyann her yerinde önerdiği klasik çözümdü. ÖDP’nin kongre metninde de bu öneriyi klasik biçiminde buluyoruz: “İşgücünün, emekçilerin gelir düzeylerini düşürmeksizin, uzun vadede tam istihdam olanakl klacak bir düzeye kadar ksaltlmas hedeflenmeli, ücretlerde kesintiye gidilmeksizin haftalk çalşma süresinin 35 saate indirilmesi için mücadele edilmelidir.”
Çalşma süresinin ksaltlmas, sosyalist hareketin, ilk oluşumundan beri aslî hedeflerinden birisidir. İnsanlarn başkasnn denetimi altnda, amacna yabanc olduklar işlerde çalşmalarnn özgürlük demek olmadğnn bilincinde olan sosyalistlerin ütopyasnda, çalşma süresinin mümkün olduğu kadar azaltlmas ana hedeftir. Ama bu hedefin amac, tam istihdam sağlamak veya çalşanlarn alm gücünü yükseltmek hedeflerinden bağmsz düşünülmelidir. Çalşma süresinin ksaltlmas, istihdam arttrmayabilir. Son yirmi ylda gelişmiş ülkelerde bunun böyle olduğunu görmek zor değil. Çalşanlarn alm gücünü arttrmak hedefi de, çalşma süresinin azaltlmasnn bir alt ürünü olmayabilir. Hattâ bir dönem bunun tersi de olabilir. “Dşlananlarn, unutulanlarn, işsizlerin” yararna, çalşma süresi azaltldğ gibi, orta-yüksek gelirli emekçi kitlesinin emek gelirinde de oranl bir azalma olabilir. Çalşan nüfusun büyük bölümünün “emekçi” olduğu bir toplumda, toplumsal dayanşma yükümlülüklerinden “içerideki” emekçileri muaf tutup, örneğin sadece sermaye gelirlerinden yeni katklar elde ederek “dşardakileri” topluma katabilmeyi başarmak pek mümkün değildir.
Çalşma süresinin ksaltlmas, tam istihdam ve benzeri iktisadî kayglarla değil, kendisi için gerçekleştirilen bir hedef olmaldr. Çalşma süresinin tam istihdam veya yeni işsizlik yaratma kabiliyeti konusunda yaplan spekülasyonlar bir kenara brakp, çalşma süresinin, insanlarn kendilerine, çevrelerine ve topluma ayracaklar özgür zaman büyütmesi hedef ön plana çkarlmaldr. ÖDP metninin, çalşma süresinin de dahil olduğu daha genel bir değerlendirme paragrafnda ve yerinde bir ifadeyle belirttiği gibi, “bu ayn zamanda çalşanlarn ekonomik karar süreçlerinde yer almalarnn nesnel koşullarn yaratacaktr.” Sadece ekonomik karar süreçlerinde değil, siyasal ve toplumsal karar süreçlerinde de daha fazla yurttaşn bulunabilmesi, temsilî demokrasi kurumlarnn yannda, etkin bir doğrudan demokrasi kurumlar alannn gelişebilmesi için de, çalşma süresinin azalmas elzemdir.
Ne var ki, toplumsal dayanşmann kurumsal olarak vücut bulmas için, çalşma süresinin azaltlmas yetmez. Çalşanlarn toplumsal varoluş haklarnn sattklar emek gücünün karşlğyla snrlanmadğ, yurttaşlk hakk olarak asgari gelir hakkna sahip olduklar bir toplumsal düzen, sosyalist tahayyülün gerçekleştirilebilir ufku içinde yer almaldr. Yaşam hakknn salt çalşmann karşlğ olmaktan çkarlmas, geçmiş toplumsal birikimin ortaklk hakk olarak yurttaşlarn koşulsuz bir asgari gelir hakkna sahip olmalar; yaşamn sürdürebilmek için yabanclaşmş emek dünyasna eli mecbur olan altta kalanlarn özgürleşmesine, yaşam projelerine sahip çkmalarna olanak verecektir. Yurttaşlk geliri önerisi, toplumsal dayanşmay bedava eğitim ve sağlk hizmetlerine indirgeyen yaklaşmn yetersizliğini ve hattâ sakncal yanlarn daha açk biçimde ortaya koyacaktr. Sadece aynî yardma dayal toplumsal dayanşmann merkezî devletin iktidarn güçlendirici vasflarn unutmamalyz.
Düşün ve tahayyülü, egemen toplumsal söylemin ürünü olan genel geçer doğrular ve ideolojik “gerçekler”den kurtarmak, bunun gerekli ilk admdr. Önce kendi düşün ve tahayyülümüz üzerindeki, liberal veya sosyalist ekonomizmin ideolojik doğrularnn boyunduruğunu sökebilmeliyiz. ÖDP’nin kongre metninde bu yönde anlaml bir çaba olduğunu söylemek zor.
Metni önerenlerin, “direniş” söyleminin meşrûiyet kazandrc gücünün yeterliliğinde anlaştklar hissediliyor. Böylece kapitalist düzen içinde elde edilen kazanmlarn savunulmas, “dşlanmş” kesimlerin bunlara sahip olmasnn sağlanmas gibi hedeflerin alt dikkatle çiziliyor. Buna karşlk, yurttaşlk haklaryla iktisadî haklarn birbirlerine eklemlenmesini sağlayacak kurumlar, konut hakk dşnda önerilmiyor. Bu kurumlarn içinde, asgari gelir hakknn en ön srada yer almas beklenir. Ama asgari gelir hakkn, insanlarn özgürleşmesi ve yaşamlarnn zenginleşmesi ufkundan hareketle savunmak için, üretimi egemen iktisat ideolojisi katndan değerlendirmemek, liberal bir fayda kuramnn yanltc cazibesine kaplmamann yannda, mekanik bir Marksist emek-değer kuramndan da başn kaldrabilmek gerekir. Herkesin, yurttaşlk hakk olarak sahip olacağ asgari gelir hakk, mülkiyet haklarn bütünüyle lağvetmeden, insanlarn yaşam haklarn ekonomiden ksmen özerkleştirebilmelerini sağlayacağ için devrimcidir.
Bugün kapitalist sistem, geçmiş kurum ve koşullar yeniden tesis ederek aşacağ bir bunalm yaşamyor. Derin, köklü ve etkileri önümüzdeki yüzyln hemen hemen tümüne yaylacak bir dönüşüm “bunalm” geçiriyor. Bu dönüşüm süreci içinde, kapitalizmin kendisi kendi varlk koşullarnn bir ksmn ykyor. Bunlarn yerine yenilerini tam anlamyla koyabilmiş değil. Yktğ kendi varoluş koşullarnn en önemlilerinden birisi, üretimle paylaşm arasndaki doğrudan ilişkiyi giderek koparmas. Gelişmiş kapitalist ekonomilerde, son yirmi ylda üretim artmaya devam ederken, üretimin içinde ücretlerin işgal ettiği yer devaml azald. Buna karşlk yatrmn pay artmad, o da azald. Artan pay, sermaye sahiplerinin (ortaklar, borç verenler) ve yöneticilerin gelirlerinden oluşan, mülklü ve/veya yönetici elitin pay oldu. Bu durumun yarattğ bunalm aşmak için, kapitalizm tüm gücüyle küreselleşmeye sarld. Şimdilik sürekli genişleyen pazarlar ve sürekli azalan maliyetlerle ve daha önemlisi, üretimden giderek kopan finans sektörünün yarattğ kârlarla dönüşüme bir yön vermeye çalşyor. Kapitalizm, her türlü ulusal bağmllktan kurtulmuş, ulusal devlet ve onun yerel bağlarndan syrlmş, ülkesiz ve toplumsuz bir sermaye değerlendirme dinamiğine yön vermeye çalşyor.
Neo-liberal, küreselleşmeci egemen zümrenin yönettiği kapitalizmin bu yeni saldrs karşsnda sosyalistlerin hedefi, muhafazakâr milliyetçilik veya milliyetçi devletçilik kalelerine çekilmek, “direnişi” bu arkaik kalelerde, aşr sağ milliyetçiler, kökten devletçiler ve prekapitalist zümrelerle dirsek dirseğe örgütlemek olmamaldr. André Gorz’un yerinde bir tespitle belirttiği gibi, “küreselleşmeyi reddetmek, ona karş ulusal planda kalarak direnilebileceğini iddia etmek, kaçnlmaz olarak bu küreselleşmeye teslim olmaya götürür.” Bu açdan, kurultay karar metninde yer alan, IMF, Dünya Bankas, Dünya Ticaret Örgütü gibi, küreselleşmiş sermaye devletinin aygtlarna karş sürdürülecek siyasal ve ideolojik mücadele gereğinin hatrlatlmas yerindedir. Ama bunun bölgesel ve yerel somut ayaklarnn düşünülüp, önerilmeden yaplmas, hoş ama boş bir laftan öteye anlam taşmadğ izlenimi yaratmaktadr.
Önemli olan, başka bir şeye girmek için kapitalizmden çkmak mücadelesi değil, kapitalizmle toplum arasndaki farkn büyümesini, ikisinin arasndaki mesafenin giderek açlmasn sağlamaktr. Toplumun özerk yaratclk alanlar bulmas ve üretmesi, alternatif toplumsallklar oluşturmas, devlet ve sermayenin tahakkümünden kurtulmuş işbirliği, faaliyet ve yaşam biçimleri yaratmas yönünde mücadele etmek, sosyalist tahayyülün geleneksel tüm simge ve değerlerine körü körüne biat etmemeyi gerektirir.
ÖDP gibi özgürlükçü ve dayanşmac söylemi öne çkaran, insanlarn öznelliklerini gerçek ya da suni nesnelliklere karş korumay amaçlayan bir siyasal hareketten, kuşatlmş kalenin savunulmas mantğyla davranmas beklenmez. Bu nedenle, “özelleştirme taarruzuna karş kamu mülkiyetini savunmay” ÖDP’nin aslî hedefleri arasna koymas, yaznn başnda belirttiğimiz huzursuzluğun, ikircikliğinin anlaml bir yansmas olarak ele alnabilir. Çünkü metnin biraz ilerisinde, “geniş kitleleri karar süreçlerinin dşnda brakan ve konuyu salt bir mülkiyet sorununa indirgeyen devletçilik”le ÖDP’nin fark vurgulanmakta, ama ayn zamanda, “kamu mülkiyeti”, başka hiçbir tanma gerek görmeden, hikmetinden sual olmaz bir üstünlükle payelendirilmektedir.
Bu ikircikli tavrn yoğunlaştğ, gerginliğin son derece arttğ bölümlerin, kamu-özel, kamu-piyasa ikilemlerinin ifade edildiği bölümler olmas, elbette anlamldr. Geleneksel devlet-piyasa ikileminden kurtulmak istediği belli olan metin, bunu kamusal alana vurgu yaparak başvurmak istiyor. Ksmen başaryor da. Ama kamusal alan olarak tanmlanan alan, “ne piyasa ne de devlet” tanmnn ötesine gitmeyen, olumsuz bir tanmlama olarak kalyor. Metinde gönderme yaplan “kamusal alann”, yeni bir toplumun inşâsna, toplumla egemen kapitalizm arasndaki mesafenin açlmasna, toplumla tahakkümcü devletin ilişkilerinin seyrelmesine yönelik bir soluğu, bu yönde gerçekleştirilecek bir dizi hamleyi yoğunlaşmş biçimde ifade edebilme kabiliyeti yok.
Metinde, kamunun devletle bütünüyle örtüşmediği olgusuna dolayl yoldan değinilirken, sivil toplum-devlet ayrmnn mutlak biçimde yaplmasnn olumsuzluğuna vurgu yaplyor. Bu, elbette sosyalist perspektiften hareketle yerinde bir vurgu. Bu vurgu kadar, kamu yarar ve onun ifade edilip, hedeflendirildiği kamu alannn daha somutlaştrlmas beklenirdi. Bireylerin özel yaşam projelerine hayat verdikleri bir özel alan değil, topluluğun aktör olarak var olabileceği, siyasal iktidar ilişkilerinden göreli mesafeli bir özerklik ve ortaklk alannn tarifinin yaplmayş, metnin önemli eksikliklerinden birini oluşturuyor.
Derneklerin, vakflarn, gönüllü çalşmaya dayanan örgütlenmelerin candamarn oluşturduklar, toplumsal ihtiyaçlarn tanmn, sralandrmasn ve bunlarn karşlanmasnn denetimini yapan, gereğinde bu tanma giren mal ve hizmetlerin üretimini örgütleyen bu faaliyet alannn aslî özelliği, faaliyeti gerçekleştirenle faaliyetin amac arasnda mümkün olan en az mesafenin bulunmas. Bu nedenle, toplu demokratik planlama gibi, soyut bir toplumsallk alannda faaliyet gösterecek bir merkezî gücün, ne dereceye kadar devlete indirgenmeyen bir kamusal alann kurumu olabileceği sorusu, metinde cevapsz kalyor. Benzer biçimde, toplumsal dayanşma kurum ve söyleminin bir iktidar arac olmaktan çkarlmas için, dayanşma sadece devlet merkezli bir kurumlaşma içinde gerçekleşmemelidir.
Dayanşma kavramnn hayata geçirileceği esas alann, bu kamusal alan olmas beklenir. Ama ÖDP kurultay metninde, dayanşmay devlet araclğyla gerçekleştirecek kurumlara yerinde ifadelerle belirtilirken (örneğin vergi), bunun toplumun özerk alanlarnda can bulacak pratiklerine yer verilmiyor. Halbuki, yaznn başnda özetlediğimiz hedeflerden üçüncüsü, tam da bunun düşünülmesini gerektiriyor. “Ekonominin kamusal yarar doğrultusunda örgütlenmesi”, kamusal yararn tespitinin teknokratlarn ve temsilcilerin tekeline braklmamalarn gerektirir. Kamusal yarar, merkezî gücün tespit ettiği ve hayata geçirmek için insanlar görevlendirdiği bir yarar konusu olmamaldr. Kamusal yarar, ortak inisyatiflerin kendilerini var edebilecekleri, siyasal iktidarn bunun karşsnda engel teşkil edemeyeceği, buna karşlk malî ve siyasal destek sağlayabileceği, bir ortak yaratclk alan olarak tanmlanabilir. Bu ortak yaratclk alannn temel özelliği, herkesin birden fazla faaliyet alannda yer almas, yaşam varlğn tek bir mesleki kimlikle, tek bir aidiyet simgesiyle anlamlandrmamas; tek boyutlu bir etkinlik aygt olmaktan kurtulmasdr.
Ksaca ifade etmek gerekirse, ÖDP kurultay karar metninin ekonomi konusundaki yaklaşm, ÖDP’nin asgari müştereklerinin ücretli emek toplumu ufkunu aşmadğn gösteriyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, böyle bir ufkun daha çok uzak olduğunu düşündürebilir. Ama ücretli emeğin zaman içinde kalkmasnn koşullarn düşünmeden, kapitalizmi aşmay düşünebilmek, o yönde tutarl ve kalc admlar atabilmek mümkün müdür?