ÖDP: Parti mi, Hareket mi?

Cem Boyner’in YDH’s için söylenebilecek şeyleri ÖDP için de söylemek biraz tuhaf kaçabilir: Sonuçta ÖDP belli bir “miras” (daha doğrusu “miraslar çoğulluğu”) üzerinde temelleniyor ve şimdiye kadar “sol” demeye alştğmz düşünce, zihniyet ve faaliyet çerçevesinin snrlar içinde kaldkça hiç değilse “varlğn” şu ya da bu biçimde “sürdürmeye” aday görünüyor. YDH bir “parti” olabilmek için bütün şartlardan yoksundu aslnda - alternatif oluşturacağ şeylerin (geleneksel siyasal partiler ve “establishment”) niteliksizliği, belirsizliği ve topyekûn saçmalğ bizzat “alternatif” oluşturma istemine bile gölge düşürüyordu; ama asl önemlisi, YDH gibi bir “aydn hareketinin”, bir taraftan “think tank” olmak, öte taraftan çok değil, “gelecek” seçimlerde yüzde krklara varan oy oranlar beklemek gibisinden bir hayale yaslanmas, şu anda Türk siyasî hayatna tahakküm etmeye başlayan güçlerin ve değişkenlerin (MGK, ordu ve tabiî ki medya) hiçbir şekilde hesaplara dahil edilmemesi gibi baz “nesnel” handikaplar nasl altedebileceği konusunda hiçbir fikri yoktu ortada.

Tipik “burjuva aydn” hareketi örneği olarak YDH, böylece bir ksmn “istihdam ettiği”, bir ksmn ise temkinli bir sempatiyle beslediği aydnlarn “hareketi” olarak kald ve eridi gitti. Siyasetin “zamansal” bir yönü de olmasayd eğer, işlevini yerine getirdiği, hattâ bunda “başarl” olduğu bile söylenebilirdi.

ÖDP ile YDH arasndaki bir benzetmeye gönlümüz pek raz olmasa da, “hareket” ile “örgütlü parti” arasndaki fark, bu kez “sol” bir çerçevede ele almak konusunda bizi harekete geçirmekten geri kalmadğn kaydetmek gerekir. YDH, büyük bir boş özgüvenle (“peşimizden gelecekler” psikolojisi) hareketten partiye geçişi amaçlamş, bunda başarsz olmuş ve dağlmşt. ÖDP, görüldüğü kadaryla “solcu bilgeliği”nin işleyişini de arkasna alarak, bunu başarmş görünüyor. Ama bir “hareket” ile, “örgütlü parti” arasndaki fark ayrdetmek hâlâ çok gerekli - özellikle bir hareketin bir çkar grubundan kaynaklanabileceği gibi, bir “direncin” dşavurumu da olabileceği fikrinden hareket edersek... Parti ise, pekâlâ bir çkar grubuna ya da gruplarna yaslanabilir, ama toplumsal bir kural olarak, “direniş” denen şeyle yakndan uzaktan alp verebileceği pek bir şey yoktur. Başka bir deyişle, “parti” ve “siyasal örgütlülük” denen şeyleri dşlamaya hiçbir gerek olmasa da, onlarn bir “direniş” oluşturabileceklerini düşünmemek gerekir. Çünkü özü itibaryla direniş iktidar amaçlamaz, insanlarn boyun eğdirmeye yönelik tüm tahakküm girişimlerine “karş” verdikleri cevaptan çok (buna muhalefet demek gerekir) bizzat bu tahakküm girişimlerine neden olan özelliklerinin toplamdr direniş.

Sorun böylece, ÖDP’nin “hareket” mi yoksa “parti” mi olacağndan çok, yukardaki tespitlerden anlaşlabileceği gibi, ne ölçüde “örgütlenme fetişizmi”nden uzak durabileceğinde ve buna karşlk, “çkar gruplar” denen oluşumlardan ne kadar mesafeli bir “hareket” olabileceğinin tartşlmasnda yatyor. Hiçbir şey, dünya sosyalist hareketlerine (buna sendikal oluşumlar da dahil etmeliyiz) hiç durmadan “örgütlenme” meseleleri tartşmak kadar zarar vermemiştir. Bu durum iktidar ile hukuk arasnda yaplan yanlsama yüklü bir özdeşleştirmenin, ksacas “sradan ideolojinin” eseridir. Bu yanlsamann boyutlarn anlamak için, herhangi bir sendikann, sol grubun ya da partinin kongrelerini ya da toplantlarn izlemek yeter. ÖDP’nin şimdiye kadar bu “hukuki varsaym” ne kadar aşabilmiş olduğunu bilmiyorum - tartşlmas gereken şeylerden en önemlisi de bu olmal... Ama bu güce sahip olduğunu kabul edebiliriz.

Bir parti, “demokratik merkeziyetçiliği” ile, ya da “merkezî demokrasisi” ile, seçmen ve seçenek kotalaryla olsa olsa “temsilî” birimler oluşturur. Temsili olan bir birim (merkez, meclis ya da grup olsun) önünde sonunda “oranlanmş” güçlerle, başka bir deyişle, gerçek güçlere ve “hakllk konumlarna”, giderek meşrûiyete yabanc kudretlerle iş görme eğilimindedir. Öyle ki, feminist bir gruba bir “kota hakk” tandğnz andan itibaren (bu yalnzca bir örnektir) onu “tüm diğerlerini dşlayan” özelliklerini tözleştirerek var edersiniz - o grup, “temsili” olarak feministtir; ayn zamanda “başka bir şey olmadğ ölçüde”, ya da daha doğrusu, eş-uzaml temsiliyetler içinde (sözgelimi “sosyalist olmak” gibi) var olmadğ ölçüde.

Bu, esas olarak “parti” kavramnn Platoncu niteliğinden gelir: Platoncu anlayş için “parti” her şeyden önce bir “idea”dr - bir ideann örgütsel dşavurumu... Ve bir ideann en genel tanm “kendisinden başka hiçbir şey olmayan, olamayan şey” demektir: Ben bir “anneyim”, ama ayn zamanda birisinin “kzym”, hattâ “fahişe” de olabilirim... Demek ki, “anne” bir idea değildir - ama “annelik”, öteki tüm olaslklar ve kimlikleri dşlayabildiği düşünülebildiği ölçüde bir “idea”dr. Bu yüzden Platoncular “yalnzca adalet adildir”, “yalnzca iyilik iyidir” türünden tuhaf laflar edip dururlard. Bir “idea” olarak parti kadar tehlikeli bir düşüncenin bulunmamas da (sosyalist ve devrimci bir parti açsndan) buradan gelmektedir.

Ama bu bir reddiye değildir; başka bir deyişle “parti”nin ve bir parti olarak örgütlenmenin reddedildiğini sanmak düşüncesizlik olur - yalnzca baz “tehlikelere” işaret etmek gerektiği ve bunlara karş dirençler oluşturulmas gerektiği anlamna geliyor. Kota sisteminin belli bir boyutunda, feminist bir grubun ÖDP’ye “dahil olduğu”, ama orada “feminist sosyalistler” olarak bulunduklar söylenmeye başlarsa o zaman “idealar dünyasnn” o Platoncu yanlsamasnn elinden kurtulmak artk imkânsz bir hale gelecektir. O zaman anlayn ki, onlar “sosyalist” bir hareket tarafndan içerilen “feministler” olduklar, başka bir şey olmadklar için feministtirler...

ÖDP içinde reel olarak ne olup bittiği, “sonuçlardan” daha fazla ilgi konusu oluyorsa, neyin gerçeklik neyin de sonuçlar dünyasna ait olduğunu yeniden tartşmaya açmak gerekir demektir: Sonuçlardan çok nedenlerle ilgilenmek bu işin temel bilgeliği olarak çkyor ortaya. Bir taraftan, parti içinde ortaya çkan iç ve dş mücadele çeperleri (gruplarn her birine “eş ölçüde uzak” olduğu için “ortak bilgelikle” seçilen bir genel başkan, gruplarn kotalarla temsil edilişi, itiraf edilemez, ama her açdan “görünürde yer alan” iç mücadeleler) kuşkusuz “parti” olmann şanndan olduğu varsaylan baz “nedenler”den dolay ortaya çkyorlar. Her durumda, varsaylan “ideal” bir ortaklk uğruna üretilen suni bir dil, başka bir deyişle “sol bir esperanto” (bunun en iyi örneğini Doğu Perinçek’in Aydnlk’nda ve partisinde bulabiliyoruz) bizde bir “yumuşakça”yla karş karşya olduğumuz hissini kolayca uyandrabilir. Bu psikoloji, ÖDP’nin ilk “slogan”larnda bile ortaya çkyordu - aşkn partisi, özgürlüğün partisi vesaire... Sorun, Tanl Bora’nn kaydettiği gibi, “ne pahasna olursa olsun” yeni bir sol dil yaratmaktr: Bu “esperanto” türünden bir dil değildir - birilerine kendi hikâyelerini, geçmişini ya da yaşadğ dehşeti anlatmak üzere uydurulmuş bir dil değil, insanlarn kendi “hakikatlerini” anlatabilmelerine ket vurmayan, olanak sağlayan bir dil.

“Açklk” düşüncesi de şimdilik salt bir varsaym düzeyinde iş görmektedir: Deniyor ki, bu parti “her şeye açktr”. “Yeter ki”, sosyalist olsun ya da “kabul edilebilir” bir sol “altyapy”, “ortaklaşa değeri” benimsemiş olsun. Oysa ÖDP’nin tavann oluşturan bir kuşak, kendilerinin “sosyalist olarak” doğmamş olduklarnn, mücadeleleri içinde sosyalist olduklarnn farknda olmak için gerekli yaşamsal “farkndalk” araçlarna en yetkin bir şekilde sahip olanlardr. Genel bir gözlem, Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketlerin başbelalar arasnda en önemli şeyin bir tür “güvensizlik” olduğunu gösteriyor: A priori “sosyalist olmak” onu kişisel bir kimlik ve belirlenim haline getirir ve sosyalistliği “hukuki bir kişilik”, neredeyse bireylerin ya da gruplarn “tüzel kişiliği” haline getirir.

Açklk fikri ile demokrasi arasndaki bağ da bir yanlsamadr. Demokrasi, çoğu somut konumda “açklk”tan, kendini açk klmadan çok daha fazla, kendini, özelliğini (diyelim “özel yaşamn”) gizleme türünden bir davranşa tandğ şansla belirlenir. Oysa, samimiyetin yüzeysellikle karştrldğ, “içten pazarlkl” bir demokratlğn “olmazsa olmaz” bir birliktelik ön koşulu olarak kabul edildiği bir durum da çkabilir karşmza. Sosyalist etik üstüne herkesin yapmaya kendini yetkili görebileceği onca tartşmann yerine “samimiyet”in etik bir anlayş olarak yerleşmesini özlemek de getirilebilirdi.

SOMUTLAŞTIRMA DENEMELERİ

Birinci deneme, genel denebilecek bir gözleme dayanyor: ÖDP’de esas “ideal” değerin, direniş, özerklik ve bağmszlğa dayal bir mücadele sürecinin öznelliği değil, “katlm” olmas. Sanki her şey, ÖDP’deki “öznel” kuruculuğun “katlm” terimleriyle, yani “katlanlarn” bakş açlarnn ve istemlerinin doyurulmasyla ifade edilmeye meylettiğini gösteriyor. Böylece, çoğu “parti yöneticisi” için “ÖDP işleri” gibisinden geçerli bir deyim var olabildi - ÖDP işleri, öteki işleri askya alarak gerçekleştirilebilecek ve “katlm” karşlğnda “ödenmesi gereken bir bedel” gibi gösterilmesi gereken (başka türlü kimse buna katlanmazd) baz yükümlülüklerdir. Bu “işlerden” yaknldğna bol bol şahit olmuş bir kişi olarak, özellikle farkl gruplarn bir birlikteliği olarak oluşan ÖDP’nin (son Genel Kongre sonuçlarnn neler getireceğini hep beraber bekleyeceğiz herhalde) “kendi işini” üretememiş olduğu, böylece “herkesin kendi işini ÖDP işi” saymasnn yolunun açldğ doğrultusunda bir gözleme yer vermek zorunda hissediyorum kendimi. Sorun eskilerin deyimiyle bir “profesyonel devrimcilik” işi olmaktan çok uzaktr. Üstelik ÖDP bir ANAP ya da SHP gibi, “kliantelist” çkarlar konusunda herhangi bir işe yarayabilecek olan bir parti olmadğ için “ÖDP işleri” daha çok “ÖDP’deki işler” olarak ortaya çkyorlar. Üstelik bu “ÖDP’deki işler”in ilk ortaya çkş, kuruluşunun büyük bir coşkuyla selamlandğ ilk günlere rastlyordu. ÖDP’den alnacak “haz”, böylece, bedavadr, karşlğnda bir bedel ödenmesi gerekmez. Ama ÖDP’nin de bunu bilmesi ve fazla talepkâr olmamas beklenir. Üretilebilen tek “öznellik” halinin bu oluşu durumu gerçekten gelecek açsndan tedirginlik verici bir hale getiriyor.

SINIF PERSPEKTİFİ NEDİR? ÖDP NEREDEDİR?

ÖDP’nin şu anda bir “snfn partisi” olmadğ, dahas yakn bir gelecekte de olamayacağ açk görünüyor. Snf partisi perspektifini ilk amaç gibi gören ÖDP içi gruplardan bazlarnn bildirilerine, yazlarna ve temennilerine bakmak bunu anlamak için yeterlidir. Çünkü bir snfn “örgütlenmesi”, klasik burjuva parlamenter düzenleri içinde belli bir hiyerarşiyi takip eder - form olarak yukardan aşağya, gücül olarak (potansiyel olarak) aşağdan yukarya kurulan bir hiyerarşidir bu. Öte yandan, bir snfn örgütlenmesiyle bir partinin ya da sendikann örgütlenmesi arasnda dağlar kadar büyük bir fark vardr: Sendikal biçimlerin çoğu, kapitalizm-öncesi biçimlerden miras alnmştr - çkar ve üretim birlikleri, “compagnonnago”lar... Parti biçimi ise, çok geleneksel baz oluşumlar bir tarafa brakrsak (İngiltere’de Tory’ler ile Whig’ler, Fransa’da La Fronde’un “soysuzlaşmş” soylular) esas olarak 19. yüzyl sonlarnda bugünkü biçimini almş, temel varsaymlarn kuşanmştr. Snflarn oluşumuna paralel bir oluşum tarihi geçirmeleri bu yüzden herhangi bir yanlsamaya yol açmamaldr: Bir “işçi snf” partisinin oluşum süreci, snfn oluşumunu doğrudan doğruya takip etmez, yanstmaz. Çünkü “kuruluş” sürecinde etkin ve edilgin olan güçlerin türleri esas olarak birbirlerinden farkldrlar - her ikisi de, ayn şekilde, iki ayr biçim ve ifade çizgisini içerir: İşçiler, 19. yüzyl koşullarnda nasl “yerden biterek” ya da “gökten düşerek” ortaya çkmadlarsa, örgütlü mücadele biçimleri de öyle çkmadlar ortaya. Bu biliniyor. Ama unutulmamas gereken, bir toplumun en korktuğu şeyin “denetleyemediği”, “akp giden” şeyler olduğu, karşlaşabileceği en büyük felaketin bir sel baskn olduğudur. Bütün toplumlar gibi, “burjuva toplumu” da böyle şeylerden korkar. Ölümden, azalmaktan, seyrelmekten korktuğundan çok daha fazla, bir selin gelip, üzerine ayağn bastğ toprağ aşndrp götürmesinden korkar. Unutulmamas gereken, kapitalizmin bizzat böyle bir sel baskn olduğu ve hâlâ sürekli sel basknlar türünden iş gördüğüdür (benzetmeler düzleminde, Özal döneminin Türkiye açsndan başka bir genel tasvirinin olabileceğini sanmyorum). Burjuvazinin karşsna, böylece, mutlaka denetim altna alnmas gereken bir salgn, bir baskn çkmştr: Proleter kitleler. Bu denetimin esas formu, 19. yüzyl boyunca önce sendikalar, sonra da partiler olmuştur. İşte bu yüzden Marksist klasikler, “bizim partimiz” türünden terimleri kullanmaktan pek hoşlanmyorlar, partileri araçsal bir mantğn hizmetine sunmaya uğraşyorlard. Anarşistlerle atşmalarnn esas nedeni de bu yüzden, örgütlenme ya da parti meselelerinden çok (anarşizm her zaman Marksizmden daha “sendikalist” olmuştur) devlet gibi “düşman” güçlere nereye kadar tahammül edileceği sorunlar etrafnda dönmektedir.

ÖDP’nin bir “snf partisi” olmayşn böylece iyice anlamak gerekir. Dünya tarihinde, hiçbir parti, “sosyal demokrasi”nin ortaya çkşndan beridir “gerçek anlamyla” snf partisi olmad. Çünkü snfsal oluşumlarn “geçiş” dönemi dşnda bir kalp gibi, bir durağanlk görünümü altnda var olduğu herhangi bir dönemi göstermek tarih bilimi açsndan zaten olanakszdr. Geçiş halinde olmay bir gerçeksizlik, olmamşlk gibi saymak ise sol ve devrimci düşünceler açsndan (özellikle Marksizm açsndan) tam bir felaket olmuştur.

Böylece ÖDP’nin “işçi snf”yla karşlaşmas, mutlak olarak “geçiş süreçleri”yle ilgili bir bilinçlilikle birlikte olmalyd. ÖDP içinde daha çok bu konunun “uzmanlar” halinde olan baz gruplarn tam da bu “geçiş” sürecinin farknda olmayşlar, özel olarak ÖDP için bir felakettir.

Kapitalizmin yeni işleyiş biçimlerinin ve devreye girmekte olan yeni birikim ve tüketim tarzlarnn ince eleyip sk dokuyarak araştrlmas dşnda bir partide gerçekleştirilebilecek çok fazla bir “entellektüel” ve “teorik” girişim pek bulunamaz.

DİRENİŞ PERSPEKTİFİ

Günümüz Türkiye’sinde sanki herkes iki zt faaliyette bulunmak üzere doğmuş görünüyor - birincisi içine doğmuş olduğu, kendi rzasndan bağmsz olarak karşlaşmak zorunda kaldğ ortamlarla ve işlerle uyum içinde uğraşp “yaşamn sürdürmek”, ikincisi ise, bütün bu “yaşam işlerine” verilmiş olan “biçimler” karşsnda direnmek. İnsanlar, şeyler karşsnda direnebilmek türünden bir lükse sahip değildirler - çünkü şeylerin düzeni, sözgelimi kapitalist sistemin, birikimin, borsann, piyasa mekanizmalarnn işleyişi “onlarn eyledikleri” düzlemlerden farkl düzlemlerde gerçekleşir. Öyleyse temel bir devrimci faaliyet olarak “direnç” şeylere, yani insanlara, zenginliklere, öznel ethos tiplerine (İslâm gibi) karş gösterilemez - onlarn “işleyiş biçimlerine” karş gösterilebilir. Biçimlerin üretilmesi ve onlara karş mücadele bütün modernliği belirlemiş olan genel süreçtir. Bu yüzden, ister ÖDP’nin geleceği, isterse başka bir şey söz konusu olsun, “Türkiye’nin farkl koşullar” gibisinden bir sözle karşlaşldğnda, önce bu “koşullar”dan kastedilenin gerçekten birer “biçim”e sahip olup olmadğn görmek gerekiyor: Çünkü insanlar yalnzca biçimlere karş mücadele etmeye, onlara direnebilmeye yatkndrlar - şeylere karş değil: Mücadele Susurluk gibi olaylar karşsnda verilemez - hangi biçimin (ki “biçim” bir soyutlama değil, varoluşun en “somut” olduğu şeydir) böyle ucube bir şey üretebildiğini tespit ederek o biçim karşsnda verilebilir. Her şeye karşn ÖDP, özellikle “biçimlerle” uğraşabilecek gerçek bir potansiyele sahip tek oluşum olarak sivriliyor Türkiye’de.