ÖDP Konferansn izleyip, metinleri inceledikten sonra (yaplan tartşmalar da gözönüne alarak) buralarda tartşlan konular hakkndaki fikirlerimi (bir delege gibi) özetliyorum. ÖDP mühimsediğim bir hareket olduğu için ve sosyalist bir “birey” olarak bunu yapmak durumunda olduğumuz için. ÖDP’lilerin de bu tartşmalar bütün sol çevrelerle yapmak istediklerine inandğm için...
ÖDP’nin 1. Büyük Kongre ve Konferansnda, beklendiği gibi, gruplar aras yarş gündeme hâkim oldu ve Konferans bir fikrî üretim merkezi olarak ele alnamad. Birliği bozmama endişesine kitlenmeden doğan içine kapanklk eğilimi devam ediyor. Parti Meclisi Çalşma Raporu'nun “Kuruluş Öncesinden İlk Kongresine ÖDP” bölümünde, “Program ilkeleri üzerinde biraraya gelenler tarafndan oluşmuş büyük bir birlik zemini olma özelliği... partinin adeta vazgeçilmez anayasas” olarak tanmlanyor. “Anayasa” sorunlarna gömülmenin, ÖDP'yi, yüzünü topluma dönerek bir şeyler söylemekten alkoyduğu açk.
Daha köklü ve süreklilik arzeden bir sorunun, ÖDP'nin politika tespitinde yattğ kansndaym. Esas davas sosyalizm olan bir parti bile, şayet gerçekten bir siyasal parti ise, öncelikle çözeceği sorunlar odak alr. Parti öncelikle neyi halledecektir? Belirli bir dönemde bütün siyasal mücadelesinin odağnda olan, dolaysyla ele aldğ her konuyu, vurmak istediği hedefe darbe indirecek bir vesile olarak kullanmasn sağlayacak olan “esas meselesi” nedir? (“Dava”dan değil, “mesele”den söz ediyoruz.) ÖDP bu konuda hem muğlak bir tutum içinde, hem de bir “mesele” ve hedef tayinine niyetli görünmüyor. En azndan bu konuda acelesi yokmuş gibi davranyor. Böyle olunca, çeşitli konularla ilgili teorik ve ideolojik durum tespitleri yaplyor - ama bunlar biraraya gelince ortaya bir “politika” çkmyor. Konferansta tartşlp karara bağlanan karar taslaklar da, böyle bir “ana çelişki” perspektifinden ele alnmadklar için bütünlükten yoksun kaldlar. Hatta konjonktüre göre, kendi içlerinde çelişkili duruma düşmeleri bile mümkün olabilir.
Bence bu anlamda sosyalist bir politikann âcil meselesi, esas halkas, “TC Devleti ve ideolojisi” olmaldr. Türkiye'ye özgü devlet örgütlenmesi ve zihniyeti, sadece Kürt sorununa filan değil, hayatn her alanna (eğitim, askerlik, kültür, laiklik vb.) ve her düşünceye (sağ/sol, liberal, muhafazakâr...) musallattr. Bu devlet ve ideolojisi, Türkiye'de snf oluşumlarna da, siyasal mücadelenin tabiatna da damgasn vurur. Bu, sosyalistlerin de, kendi öz hedefleri ve ilkeleri doğrultusunda sağlkl bir şekilde siyaset yapmasn ciddi biçimde zorlaştran baskc bir toplumsal ve kültürel altyapdr. Bu konuda toplumun inisyatifiyle köklü bir dönüşüm gerçekleşmeden Türkiye'de yönetilen snflarn -belki “bilinç”ten de önce- rüşdünü elde etmesi mümkün değildir. Bu konuyu daha önce de dile getirmiştim (Birikim 92, Aralk 1996, s. 28-30). Zaten Türkiye'de her solcu kendi hayatn ve hayat boyunca bu memlekette gördüklerini oturup (bir an için “ezberini” unutarak!) salim kafayla düşünürse, bu meselenin mana ve ehemmiyetini idrak edecektir. Ksacas, darbenin vurulacağ yerin buras olmas gerek. ÖDP, âcil ve öncelikli hedefini “TC devleti ve ideolojisi” olarak belirlemeli, politikasn buraya odaklamaldr.
Sorunu böyle koyduğumuzda, perspektif zaafyla ilgili ilk akla gelen nokta, ÖDP'nin srarla takipçisi olduğu Susurluk Olaynda hep “çeteler”den söz etmesi, devletle ilgili yapsal sorunlar ön plana çkarmamasdr. ÖDP'deki gruplarn ve bireylerin, Susurluk Olayyla ortaya dökülen olaylarn ve ilişkilerin birtakm “karanlk çetelerin” tezgâhlarndan ibaret olduğunu düşündüğünü hiç sanmyorum. Fakat ÖDP'nin bu konudaki politikasnn kamuoyundaki yansmas, özel televizyonlardan sağ partilere herkesin çiğnediği “çeteler” lâfndan fazla ileri gidemiyor. Yaplmas gereken şey, dehşetli konspirasyon teorileri yapmak veya çok keskin şeyler söylemek değil, açk ve kesin bir dille, bütün bunlarn, “normal” devlet örgütlenmesinin ve ideolojisinin normal sonuçlar olduğunu sergileyerek bu “normalliği” değiştirmeye dönük somut öneriler sunmaktr. (Burada kastettiğimiz, tabiî “TC Devleti”nin normalliği. Yani “bizim” devletin, bilinen kapitalist devlet yapsndan “normalliğinden” de görece farkllaşan yaps. Kuşkusuz önce TC Devletinin anormal “normalliğini” kapitalist devletin “normalliğine” tahvil edip, sonra onunla uğraşmak gibi bir kronolojik sra yapamayz. Ama Türkiye’de TC Devletinin bu kendine özgü “normalliğiyle” uğraşmadan, ne kapitalizmle ne de devlet sorunuyla ilgili herhangi bir meselede adm atmann mümkün olmadğ da ortada.
Ayn “esas mesele” bağlamnda, Konferansta ilk tasar olarak ele alnan, ordu güdümlü siyasete karş anti-militarist karar kuşkusuz yerindedir. Fakat, kendi başna bir konu gibi ele alndğ, devlet yaplanmasyla ilgili hayatî ve öncelikli bir konu olarak vurgulanmadğ ölçüde, clz kalyor.
Öncelikli kararlar arasnda yer alan, siyasî İslâmla mücadele konusundaki tutumu, sadece söz ettiğim perspektifin yokluğu nedeniyle değil, topluma sunulan bir özgürlükler projesinin alt başlğ olarak değerlendirilebilecek şekilde formüle edilmediği için de, yetersiz olmaktan öte sakncal buluyorum. Perspektif yokluğuyla, Türkiye'deki resmî laiklik uygulamasnn odağa alnmayşn kastediyorum. Bu laiklik uygulamas ve anlayş, “TC Devleti ve ideolojisi”nin önemli bir unsurudur ve öyle ele alndğnda doğru bir çerçeveye oturur. Türkiye'deki laiklik uygulamasnn sorgulanmasyla Kemalizm arasnda bağ kurmamak, Kemalizmle mücadele etmeksizin siyasî İslâmla mücadele etmekten bahsetmek de ayn perspektif eksikliğinin belirtisidir. Siyasal İslâmla mücadeleyi Kemalizmden farkl bir yoldan yapacağn söylemek, bu eksiği gidermiyor. Olsa olsa “olduğu kadaryla laikliğe sahip çkmak” gibi ifadelerle, Türkiye'deki çarpk laikliği miktar sorununa indirgemiş oluyorsunuz (“az laiklik” diye bir şey olabilir mi?!). Öte yandan, tek başna bir sorun veya başlbaşna bir hedef olarak siyasal İslâmla hesaplaşmak, toplumsal özgürleşmeyi sağladktan sonra (yukarda söylediğim “rüşdünü kazanma” meselesi) rayna oturacak bir iştir. Bu toplumsal özgürleşme projesiyle bağlants kurulmadğ zaman, gündemin ve egemen siyasal güçlerin esiri olma tehlikesi mevcut. Ayrca siyasî İslâmla ilgili “ABD kontrolündeki İslâmi sermayeye dayandğn” söylemek, tamamyla ezbere bir “tahlil” niteliğinde. Her şeyden önce, ayn metinde belirtilen, “siyasal İslâmn çok parçal karmaşk yaps” tespitiyle çelişiyor. Siyasal İslâmla ilgili son, ama önemli bir nokta: RP'nin, solun doğal taban saylan kesimlerden oy aldğ herkesçe biliniyor, raporda da imâ ediliyor. Bu desteği geri kazanmak, ancak bu kesimlerin Refah'a hangi saiklerle oy verdiğini anlayarak olabilir. ÖDP'nin bu konuda bir arayş, ciddi bir sorgulamas yok. Karar metnindeki ifadelerden, “yeni liberalizmin ve savaşn ykc etkileri karşsnda kent yoksullar savunmasz kalp düzenden umudunu yitirdiği, sosyalizm de emekçiler nezdinde bir kurtuluş projesi olarak zedelendiği için” bu ezilen snflarn “kurtuluşu siyasal İslâmda aradğn” öğreniyoruz. Peki bu nasl, hangi zihnî ve ideolojik mekanizmalarla oluyor? Bu konuda daha fazla kafa yormaya ihtiyaç yok mu? “Cahil kitlelerin dinle uyutulduğu” izahna sğnacaksak, “ne şeriat ne darbe” sloganlarndan da, Kemalizmle aramzda fark olduğunu söylemekten de vazgeçelim.
Ek olarak, kadn meselesini de siyasal İslâmla mücadelenin altbaşlğna indirgeme eğilimi var. Bu, ağr basarsa, feminizmin tezleri güme gider, kadnlar “çağdaşlk” simgesi olarak kullanan merkez-sağ ve merkez-sol partilere benzeme tehlikesi ortaya çkar. Kadnlara pozitif ayrmclk sağlayan bir parti için ne dar bir perspektif.
Siyasal durum değerlendirmesinin Türkiye'yle ilgili ksmnda, egemen snflarn krizi, (bundan önceki krizler gibi) “dşa bağml ekonominin sermaye birikim yetersizliği” ile açklanyor. Buna ancak “insaf!” denir. Türkiye'de burjuvazinin de skntl olduğu bir kriz yaşandğ ortada. Ama bu krizin adn, “yeniden yaplanamama krizi” olarak koymak gerekir. Türkiye burjuvazisi, hem kapitalizmin gelişmesine ayak uydurmak, tam manasyla kapitalistleşmek zorunda ve bu yönde mesafe alyor; hem de devletin özel örgütlenmesi sebebiyle atmak istediği admlar yarm kalyor. Devlet, hantal ve savaşç yaps yannda, bütün partilere sinmiş bulunan ve devlet ideolojisinin uzants olan popülizmin pahalya malolmas nedeniyle, Türkiye burjuvazisinin ve kapitalizminin yeniden örgütlenmesi önünde engel teşkil ediyor. Siyasal temsil krizinin arkasnda da bu çelişki yatyor. ÖDP, kuşkusuz bu yeniden yaplanma krizine sermaye zaviyesinden bakmak durumunda değildir; ancak politika düşünebilmek için, hem krizin karakterini hem de sermayenin bu krize nasl baktğn anlamak zorundadr. Örneğin özelleştirme konusundaki tutum da ancak böyle bakldğnda bütünlüklü bir zemine oturacaktr. ÖDP, Türkiye kapitalizminin yeniden yaplanmasyla ilgili bütünlüklü bir tahlil yapmaldr. Neo-liberalizmin iddialar ve uygulamalaryla ilgili tasvirleri yinelemek, gelişmeleri yorumlamaya yetmiyor. Olaylar, gelişmeler “kapitalistler ne yapyorlarsa bizim aleyhimize yaparlar” mantğyla ve “izin vermeyeceğiz, direneceğiz” inadyla tasvir edilirse bu tahlil olmaz, kendi kendine ajitasyon olur. Bu yaklaşmla, kapitalistlerin gerçekten aleyhimize olan ne yaptklarn dahi anlayamaz olursunuz. Sağlkl ve bütünlüklü bir tahlil ortaya koymadan, politik olarak neye izin vermeyeceğinizi, neye nasl direneceğinizi de doğru dürüst saptayamazsnz. Bu şartlarda, ÖDP kararlarnda ve gerekçelerinde ekonomi konularnn genelde perspektifsiz, ürkek ve eklektik nitelik taşmas gayet doğal.
Kürt meselesindeki siyasî çözüm önerisi, yüzeysel, çok genel ve somutluktan uzak bir öneri niteliğinde. Gerçi bunun “mazereti” var; “TC Devleti ve ideolojisi”, bu konuda olağanüstü büyük bir tkanklğ kendi eliyle yaratmş durumda. Kürt sorununda hiçbir şey yaplamayacağ duygusu bütün topluma yaylmş durumda. Yine, özellikle de bu konuda, bir gelişme sağlamann anahtarnn, o “esas mesele”den geçtiğini, buraya odaklaşlmas gerektiğini söyleyeceğim.
ÖDP Konferansnda karara bağlanan kararlar içerisinde en olumlu ve özgün olan, “Halk Sarmaşğ”dr. “Her gün, her yerde siyaset” diyen bu karardaki yaklaşmn hazmedilmesi ve yaygnlaşmas, burada tartşlan tkanklklarn aşmas yolunda ÖDP'nin önünü açabilir.
PM'nin siyasal durum değerlendirmesinin “dünya” ksmnda, “Yeni Dünya Düzeni” üstüne söylenenler, bildiğimiz “süper emperyalizm” teorisinin tekrar niteliğinde. “Yeni Dünya Düzeni” kavram, geçmişte “emperyalizm”in kullanldğ gibi (zaten ayn anlam yükleniyor) her derde devâ bir kavram olarak, bazen hiçbir özel incelemeye dayanmadan, bazen de abartl anlam yüklenerek kullanlyor. Bir başka abartl büyük lâf, “yeni bir paylaşm savaşnn kapsnn aralandğ” tespiti. Bu tespitin maddi temeliyle ilgili hiçbir izahat yok.
Dş politikada çok önemli bir konu, Avrupa Topluluğu konusu. Türkiye'nin AT’ye girmesiyle ilgili tavrda büyük bir muğlaklk göze çarpyor. ÖDP, AT'ye karş m? Öyleyse açklkla söylenmeli - ve tutarl olunacaksa, engellemek için mücadele verileceği söylenmeli! Öte yandan bunun, nihâi sonucu ne olursa olsun gidişat engellenemeyecek bir süreç olduğunu bilmek durumundayz. Durum buysa, hakknda “karşyz” diye konuşup (ya da imâda bulunup) bu konuda politik öneriler geliştirmekten imtina etmek anlamszdr. Ayrca, ben, Türkiye'nin AT'ye girmesine “anti-emperyalizm” adna karş çkmann yanlş bir tavr olduğunu düşünüyorum. Başka yanlarn bir tarafa brakp sadece baştan beri üstünde durduğum temel politik mesele açsndan yaklaşldğnda bile, AT-Türkiye ilişkisi, TC devletinin yaps ve ideolojisiyle mücadelede olumlu bir faktördür. AT konusunda, aşağda ele alnan “Bir Adm Daha” broşürünün tavr çok daha olumlu ve doğru.
“BİR ADIM DAHA”: YENİDEN - BİR DAHA
“Yeniden” çevresinin Büyük Kongre ve Konferansa giderken yaymladğ “Bir Adm Daha” broşürüne ayr bir önem vermek yerinde olur. Zira bu çevre, Kongreden ÖDP'deki en ağrlkl grup olarak çkt. “Bir Adm Daha” broşürü, Devrimci Yol'un tereddütlü söylemini sürdürüyor. Kendisi bir şey söylemekten çok, başkalarnn söylediklerinden hareketle bir “orta yol” çiziyor. Fakat bu klasik alşkanlk bir kenara braklacak olursa, broşür, Parti Meclisi metinlerinden ve Konferansta benimsenen kararlardan kesinlikle daha araştrc. Daha çok soru soruyor, ezbere tahlillere daha az itibar ediyor.
ÖDP'nin kuruluş kongresinden sonra yazdğm yazda (Birikim, 82, Şubat 1996, s. 18-20), bu çevrenin ÖDP'de yer almasna rağmen ayr varlğn sürdürmeye niyetli göründüğünü, dahas ÖDP'yi kendini güçlendirmek için bir ortam olarak gördüğünü savunmuştum. Partiyle ilgili bu temel anlayş, ne yazk ki kendini “Bir Adm Daha” broşüründe de satr aralarnda gösteriyor. ÖDP'nin, solun ve “esas devrimci” hareketin içinde bulunduğu kriz durumunu aşma sürecinde bir “geçiş evresi” olarak görüldüğü kuşkusunu uyandracak satrlar var (agy., s. 35). Birbuçuk yl sonra bir defa daha tekrar edeyim: parti olacaksa, bu ikircikli tutum tamamen bir yana braklmaldr.
Bu broşürde de ezbere tahlil niteliği taşyan ya da politik açdan muğlak ifadeler yok değil. Örneğin küreselleşmeyle ilgili söylenenler şöyle karikatürize edilebilir: “Emperyalist cephede bir şeyler oluyor. Ne olduğunu tam anlayamyoruz, ama herhalde kriz derinleşmiştir ve herhalde aleyhimize bir şeyler oluyordur.” Söylenenlerden, bu “duyguya” kaplndğ anlaşlyor, başka pek bir şey anlaşlmyor. Keza, TC'nin siyasî yaplanmasnn içsel dinamik sonucu olmadğ, son dönemdeki krizin tamamen emperyalist sistemdeki değişime bağl olduğu yönündeki yaklaşm yine “insaf” dedirtiyor. (Broşürün, “sömürge tipi faşizm”den bahsetmeyi de sürdüren ilk ve daha uzun biçiminde bu yaklaşm çok daha yaln biçimde savunuluyor. Kongrede dağtlan metin daha “yumuşak”.) Emperyalizm meselesiyle bağ kurmak adna iç dinamikleri iyice önemsizleştirmek, yine bu çevrenin siyaset etme tarzna belki o kadar değil, ama fikriyatna damgasn vuran eski bir alşkanlk.
Ekonomi konularndaki muğlaklk, eklektiklik, perspektifsizlik bakmndan, “Bir Adm Daha” broşürü de ÖDP karar metinlerinden “bir adm daha” ileride değil. “Toplumun ve bireyin ihtiyaçlarnn yine toplumun ve bireyin denetimi altndaki mekanizmalar tarafndan belirlenmesi” (s. 16) gibi, “nasl yani?” diyeceğimiz pasajlara bolca rastlanyor. (Bu ifade, “bireyin ihtiyaçlarnn toplum tarafndan denetlenmesi” anlayşn düşündürüyor ki, tüyler ürpertici yerlere varabilir!) Özellikle de tarm sorunu ve köylülükle ilgili metinde (s. 27 vd.) tam bir kafa karşklğ hâkim. Tarm emekçileri, tarm işçileri, küçük üretici gibi kategoriler birbirine karşyor ya da hangisinin kastedildiği anlaşlamyor; içeriği belirsiz bir “toprak reformu”ndan dem vuruluyor. En vahimi, “köylülüğün ve tarm emekçilerinin (kavram karşklğna bir örnek: bu ikisinin ortak çkar nasl bir şey ola?!) çkarlar”ndan söz ediliyor ki, bundan bu memlekette “yüksek taban fiyatlar” anlaşlr - savunulan buysa, onu da bilelim.
“Bir Adam Daha” broşürünün AT konusundaki ve Kürt meselesindeki tutumlarn ise olumlu buluyorum. AT konusunda, bir sürü müphem ifadenin yannda şöyle deniyor: “Avrupa sosyalist solunun Avrupa Birliği sürecinin sermaye yanls karakterine karş mücadele ederken, ayn zamanda emeğin sosyal Avrupa's için, özgür-demokratik ve sosyal bir Avrupa için mücadele etmesi doğru bir yönelimdir.” (s.25) Bence de bu “doğru bir yönelim” ve meselenin özü de bundan ibaret. Kürt meselesinde de, önemli bir nokta şu sözlerle vurgulanmş oluyor: “Bu yüzden gelinen aşamada, oluşturulacak bir barş siyaseti, barş mücadelesini de kapsayan, ama esas olarak toplumu için için çürüten her türden sağ ideolojiye karş yürütülecek ‘çok yönlü bir mücadele süreci' olarak geliştirilmelidir.” (s. 11) Buna bağl olarak, “özünde sağ, fakat lâfta sol bir jargonla” “bütün devrimci faaliyetin Kürt hareketi ile dayanşma düzeyine indirgeyenler”den yolunu ayrmak gerektiği, meseleyi “Kürtlere destek” meselesi olarak değil, Türkiye'de gerçekten demokratik bir düzen kurma meselesi olarak koymak gerektiği belirtilmiş. Kürt meselesinde sosyalist sol açsndan alnacak en doğal tavr, baştan beri buydu. Ne yazk ki, bu tavr berraklkla ortaya konamad. Bu bakmdan, bu görüşlerin açklkla belirtilmesini olumlu buluyorum. Konferans fikri aslnda iyi bir düşünce. Ama ismini konferans koyup sonra da gruplar aras “ben senden daha devrimciyim” yarşmas haline getirilmemek şartyla. Beklenti pek çok konuda bir fikir muhasebesi yaplabilmesiydi. Galiba pek olmad. Benim denediğim yazl belgelerin kalclğndan yola çkarak konferansta olmas gereken ufak bir katk. Başkalarnn ve bilhassa ÖDP’lilerin de yapacağna inanarak.