Kozmopolitanizm ve Yurtseverlik

Birikim’in elinizdeki sayısındaki yazısında Vivet Kanetti, kozmopolitliği tartıştığı bölümde, halkların ve sanat ve edebiyat alanındaki yaratıcıların kozmopolit olamayacağını söylüyor. Kanetti’nin ütopyasında gelecek, kozmopolitlik ile değil ‘birden çok aidiyet’ ile tanımlanıyor. Kozmopolitlik şu aralar yoğun olarak tartışılan bir konu. Bu tartışmaları yalnızca globalleşme ile canlanan yeni kimlik talepleri, yerliliğin kutsanması ya da mikro-milliyetçiliklerle açıklamak pek doğru olmaz. Evrensellik ile yerellik, kozmopolitlik ile yurtseverlik arasındaki gerilim felsefecileri Antik Yunan’dan beri meşgûl etmektedir. Öncelikli ilk bağlılığımızın insanlık ailesine olması gerektiğini düşünen Stoacılardan bu yana adı böyle konmasa bile kozmopolitlik epey tartışıldı ve halen de tartışılıyor.

For Love of Country: Debating the Limits of Patriotism (Beacon Press, 1996 / Ülke Aşkı İçin: Yurtseverliğin Sınırlarını Tartışmak) böyle bir tartışmanın taraflarının görüşlerinden oluşan bir kitap. 1996 yılında basılan bu kitap, Martha C. Nussbaum’un ilk olarak Ekim/Kasım 1994’te Boston Review dergisinde yayımlanan ‘Yurtseverlik ve Kozmopolitanizm’ başlıklı makalesi ve bu makale üzerine kaleme alınan on altı yazıdan oluşuyor. Kitabın sonunda Nussbaum’un bu yazılara verdiği karşılık da var.

Böylesine canlı bir tartışmaya yolaçan Nussbaum’un yazısı ile işe başlamak lazım: Nussbaum, hararetli bir kozmopolitanizm savunucusu. Kozmopolitanı, dünya çapındaki insanlık cemaatine bağlı kişi olarak tanımlıyor. Ona göre nerede doğduğumuzun tamamen bir tesadüf olması gerçeği bile başlı başına kozmopolitanizmi haklı çıkaran bir şeydir. Nussbaum’un somut bir de önerisi var: kozmopolitan eğitim. Ulusal eğitim sisteminde temel insan haklarına bağlılık yönünde eğitim vermenin yeterli olmadığını düşünen Nussbaum, öğrencilerin kendi uluslarının tarihi ve şu anı kadar diğer ulusların da tarihleri, bugünleri ve sorunları ile tanıştırılması gerektiğini savunuyor. Ulusal eğitimin demokratik veya ulusal vatandaşlık yerine dünya vatandaşlığını merkeze alması için dört temel neden sıralıyor Nussbaum: 1) Kozmopolitan eğitim ile kendimiz hakkında da daha çok şey öğreniriz; diğerlerinin gözleriyle kendimize bakarsak, pratiklerimizde nelerin yerel ve sonradan edinilmiş ve nelerin daha genel anlamda paylaşılan şeyler olduğunu görürüz. 2) Çevre kirliliği gibi uluslararası dayanışma gerektiren sorunların çözümünde ilerleriz. 3) Dünyanın geri kalanına olan ahlâki yükümlülüklerimizi fark ederiz. 4) Savunmaya hazır olduğumuz farklılıklara dair daha bütünlüklü ve tutarlı bir argüman geliştirebiliriz; ahlâki olarak keyfi ulus sınırlarını aşabileceklerini söylersek, insanları diğer sınırları (etnisite, sınıf, cinsiyet ve ırk) da aşarak elele vermeye ikna edebiliriz. Nussbaum’a göre diğer aidiyetlerimizi bir kenara atmadan ve onların yüzeysel olduklarını düşünmeden de pekâlâ kozmopolit olabiliriz. Ancak kozmopolitanlık insanlığın adalete ve iyiliğe olan özlemlerini ve akıl yürütme kapasitelerini ortaya çıkarır. Dünya vatandaşı olmak Diyojen’in de belirttiği gibi bir çeşit sürgünlüktür, yalnızlıktır; insanı, bir ulusa ait hissetmenin sıcaklığından ve güvenliğinden mahrum bırakır. Fakat Nussbaum’a göre, sadece kozmopolitanlık aklın, ahlâki açıdan iyi olanın ve insanlık sevgisinin önünü açabilir.

Nussbaum’un kozmopolitanizm önerisine ilişkin yorumlarını dile getirenler genellikle kozmopolitanizme karşı temkinli bir tavır içerisindeler. Çocuk gelişimi modelinden örneklerle desteklenen, aidiyetlerimizin yakın çevremizden başlayıp dışa doğru genişlediği savı, Nussbaum’un kozmopolitanlık projesinin gerçekçiliğini sorgulamak için kullanılıyor. İnsanların önce dar aidiyetlerini benimsemeleri gerektiği üzerinde duran Benjamin R. Barber, Sissela Bok ve Michael W. McConnell, öteki türlüsünün farklı kültürlere olan saygımızı da zedeleyeceğini iddia ediyorlar. Barber’a göre kozmopolitanizm için dar aidiyetlerimizi atlayıp geçmek hiçbir yere erişmeme yani ne evde ne de dünyada evde hissetmeme riskini taşır. Nussbaum’un kozmopolitan eğitim projesini eleştiren Sissela Bok ise kendi kültürümüzden başlayarak farklı kültürlerin özgüllüklerini anlamayı öğrenmeden kozmopolitan ortak insanlık idealine saygı duyamayacağımızı belirtiyor. McConnell, bunlara ek olarak, soyut kozmopolitanlık idealinin yeni bir moral cemaat yaratamayacağını çünkü sevginin ‘insanlık’a değil ancak gerçek ilişkide olduğumuz gerçek insanlara hissedilebileceğini söylüyor. Üçü de, ulusal ya da diğer kimlik iddialarının ahlâki olarak yersiz addedilemeyeceğini savunuyor. Aynı şekilde Robert Pinsky ve Amy Gutmann da dar aidiyetlerimizin de pekâlâ adalet ve eşitlik kaygıları taşıyabileceğini belirtiyorlar.

Nussbaum’un ulusal ve kozmopolitan bilinç arasında ya o ya o şeklinde bir karşıtlık kurmasını eleştiren Richard Falk ve Amy Gutmann, bu ikisinin birbirlerini içermeleri gerektiğini savunuyorlar. Gutmann’a göre Nussbaum, öncelikli bağlılığımızın bir cemaate değil, adalete doğru olması alternatifini gözden kaçırıyor. Michael Walzer da kozmopolitanlık ve yurtseverlik arasında birbirini dışlayan değil birbirini içeren bir ilişki kuruyor. Walzer, tekil olanın daha geniş bağlılıkları, aynı şekilde kozmopolitan olanın da daha dar bağlılıkları dışlamaması gerektiğini belirtiyor. Walzer, vatandaşı hissedebileceğimiz, ortak kurumsal yapılara, karar alma prosedürlerine, takvime ya da törenlere sahip bir dünya olmadığını söylüyor. 20. yüzyılın saptırılmış yurtseverlik (faşizm) ve saptırılmış kozmopolitanlık (Leninist ve Maoist haliyle komünizm) idealleriyle gerçekleştirilen suçlara sahne olduğunu belirten Walzer bizi, kozmopolitanizmin tehlikelerine karşı uyarıyor.

‘Kozmopolitan’ın, ‘evrensel’in ne anlama geldiği noktasındaki itiraz, Hilary Putnam ve Judith Butler tarafından dile getiriliyor. Hilary Putnam evrensel bir ‘iyi yaşam’ kavrayışının var olmadığını ve akıl yürütmenin her zaman bir tarihsel gelenek içerisinde konumlandığını belirtiyor. Farklılıkçı feminizmin öncülerinden Judith Butler ise ‘evrensel’i tamamen dışlamıyor ancak onun, dışarıda bıraktıkları sayesinde bu haliyle kurulabildiğini söylüyor. Butler’a göre evrensel olan hâlâ erişemediğimiz bir şey, belki de hiçbir zaman tam olarak erişemeyeceğimiz.

Gertrude Himmelfarb, Nussbaum’un kozmopolitan değerler olarak sıraladığı adalet, hak, doğru, akıl ve insanlık sevgisinin Batılı değerler olduklarını ve bunların insanlığın büyük bir bölümünce benimsenmediklerini söylüyor. Himmelfarb’ın bu değerleri Batı ile sınırlamasına yönelik eleştiri Amartya Sen’den geliyor. Himmelfarb’ın Batı ve Batı-dışı değerler arasında nasıl böyle keskin bir ayrım yapabildiğini sorgulayan Sen, bu değerlerin Doğu’da da bin yıllardır savunulduğunu gösteriyor. Sen, daha çok Nussbaum’a yöneltilen eleştirilere karşılık verdiği yazısında, dünya vatandaşlığının ahlâki kaygılarda kimseyi dışarıda bırakmamak anlamında gerekli olduğunu belirtiyor. Kwame Anthony Appiah da kozmopolitanizmi savunuyor, ancak bunu yaparken onun hümanizmle olan karşıtlığını da ortaya koyuyor. Appiah’a göre hümanizm, global bir homojenleşmeyi öngörürken, kozmopolitanizm farklı varoluş şekillerini tanımaktadır. Kozmopolitanizmin yurtseverliği dışlamadığını düşünen Appiah, kozmopolitan bir yurtseverin, herkesin, kendi kültürel özgüllükleri olan bir yuvaya bağlı olmasından ve diğer insanlara yuva olan diğer yerlerin var olmasından memnuniyet duyabileceğini belirtiyor.

Kozmopolitanizmin uygulanabilirliğine dair itiraz, Nathan Glazer’ın yazısında iyice somut bir hal alıyor. Glazer, kozmopolitanizmin, herkesin gittikçe daha küçük birimlerde yetki artışı istediği bir zamanda pek gerçekçi bir şey olmadığını düşünüyor. Nussbaum’un ulusal vatandaşlık yerine önerdiği dünya vatandaşlığını pratikte uygulamanın imkânsız olduğuna inanan Glazer ‘herkese memleketin kapılarını açmak durumunda kalırız, bunla da başedemeyiz’ şeklinde bir itiraz getiriyor. Kozmopolitanizmi uygulama noktasında somut bir öneri Elaine Scarry’den geliyor. Scarry kozmopolitan değerlerin insanların tahayyülüne değil yasalara bırakılmasının daha etkili olacağını söylüyor. Scarry’ye göre diğerlerini yaralama kapasitemiz çok büyük çünkü diğerlerini tahayyül etme kapasitemiz çok küçük ve bu yüzden de yasalar gerekli.

Meseleye, demokrasinin yurtseverliğe ihtiyaç duyduğu öngörüsüyle yaklaşan Charles Taylor, modern dünyada yurtseverliğin iki nedenden dolayı gerekli olduğunu savunuyor: bir vatandaşlık demokrasisi ancak ve ancak üyelerinin çoğu, içinde yer aldıkları siyasî topluluğun ortak bir ‘girişim’ olduğunu düşünürlerse işler; geleneksel hiyerarşik modellerden kopmuş modern devletler üyelerinin mobilizasyonuna ihtiyaç duyar ve bu mobilizasyon ortak kimlikler etrafında gerçekleşir. Taylor’ın savunduğu yurtseverlik, kendi içine kapanık değil, aksine evrensel dayanışmaya açık bir yurtseverlik.

Eşitsizliklerin varlığına dair farkındalığımızı pek çok şeyin önüne koyan Immanuel Wallerstein eğitimde ihtiyacımız olan şeyin, dünya vatandaşı olduğumuzu değil, adaletsiz bir dünyada yaşadığımız gerçeğini öğrenmek olduğunu düşünüyor. Immanuel Wallerstein, son yıllarda ABD’nin jeopolitik güç kaybının ve ezilenlerin daha etnosantrik söylemler geliştirmesinin ‘birleştirici’ bir yurtseverliğe doğru kayışa neden olduğunu ancak bu yurtseverliğe verilecek karşılığın kozmopolitanizm olmaması gerektiğini söylüyor.

Nussbaum kendisine yöneltilen eleştirilere verdiği karşılığa, Yahudiler’i kurtarmak için hayatını tehlikeye atan farklı milletlerden insanları temsil eden 1172 ağacın yeraldığı Kudüs’teki soykırım anıtını anlatarak başlıyor. Benzer bir durumla karşı karşıya kalan birisi, insanlığı fark etme ve onun gereğini yerine getirme cesaretine sahip olabilir mi? Nussbaum’a göre işte bu fark ediş dünya vatandaşlığının temel hareketi. Nussbaum’un düşünceleri şöyle özetlenebilir: Ulus, etnisite, din, sınıf, ırk ve cinsiyet, ahlâki olarak insanlık kadar bağlayıcı değillerdir ve ahlâki değerin belirleyicisi olmamalıdırlar. Hepimiz çıplak ve zavallı doğarız, hastalığa ve felakete açığız ve hepimiz ölümlüyüz. Bu ortaklıklar bizi insanlık ailesine bağlamalıdır. Bütün bunların bir dünya devleti olmadan bir anlam ifade etmeyeceği doğru değildir. Yüzyıllardır ülkelerin insaniyet adına uyduğu kurallar vardır. Hem bugün önümüzde eskisine oranla daha çok fırsat var: Hükümet dışı örgütler ya da BM konferansları gibi ve dünyanın her yerinde neler olduğundan daha çok haberimiz olması gibi. Bir dünya devletinin yokluğu insanlık adına davranmamanın mazereti olamaz. Tabiî ki kendi çocuklarımıza ya da ülkemize öncelik vereceğiz, ama bu öncelik onların diğer çocuk ya da ülkelerden insanî ya da ahlâki değer olarak daha üstün olmalarından kaynaklanmaz. Dünya vatandaşlığı, sürekli kendi ayrıcalıklarını sorgulamayı gerektirir. Bir dünya vatandaşı için temel soru, hiyerarşik olmayan bir çeşitliliği nasıl desteklemek gerektiğidir. Dünya vatandaşlığı hepimizin tahayyülünde değişiklikler ister, ama Scarry’nin de belirttiği gibi tahayyül yasalarla güçlendirilmelidir. Evrensel olanın sıkıcı ve renksiz olacağı eleştirisine verilebilecek yanıt ise her kaydadeğer sanat eserinde insanlık olarak ortak yanlarımıza referans olmasıdır. Çocuk gelişimi modelinden verilen örneklerle yapılan eleştiriye ise şöyle bir karşılık verilebilir; o da, çocuğun yiyecek, konfor ve ışık ihtiyaçlarının evrensel olması ve insan yüzüne tepki vermesidir. Aidiyetlerimiz basitçe içeriden dışarıya doğru gelişmez. Çocuklar, ulus ve dinin ne olduğunu bilmeden açlığı ve yalnızlığı, vatanseverliği bilmeden belki ölümü, ideolojiyi bilmeden insanlığı tanırlar. Bu da dar aidiyetlerimizin diğerlerinden öncelikli olmaması gerektiğinin bir kanıtıdır.

Nussbaum’un geleneksel yurtseverliği bir kenara bırakıp kendimizi öncelikle ‘dünya vatandaşı’ olarak görmeliyiz argümanına gelen tepkiler, genellikle yurtseverliği ve diğer yerli bağlılıklarımızı savunur nitelikte. Ancak yazarların hiçbirinin kozmopolitliği olduğu gibi bir kenara bıraktıklarını ya da yurtseverliği her halükârda savunduklarını söyleyemeyiz; zaten birçoğunun da eleştirdiği, bu ikisi arasında birbirlerini dışlayan bir ilişki kurulması. Yurtseverliği savunurken de özselci kimlik tanımlamalarına ya da hiyerarşik sınıflandırmalara itibar etmeyen tepkiler bunlar. Nussbaum’a gelen eleştirilerin bazılarında kozmopolitliği uygulayamayız, ama en azından yurtseverliğin kozmopolitliğe birazcık daha yaklaşmasını sağlayabiliriz gibi bir hava hâkim; tabiî buradaki kozmopolitlik global bir homojenleşme ya da Aydınlanma evrenselciliği değil özgüllüklerin farkında ve eşitsizliklerin karşısında bir kozmopolitlik. Nussbaum ve diğerleri arasındaki temel ayrım, onun yurtseverliği etik olarak daha değersiz ve hattâ tehlikeli görmesi. Bu yüzden belki de meseleyi kozmopolitanlık ve yurtseverlik arasında bir seçim olarak değil de ‘nasıl bir yurtseverlik istiyoruz?’ şeklinde ortaya koymak daha anlamlı. Bunun yanıtı ise şimdiye kadar yurtseverlik adı altında gerçekleştirilen her türlü hegemonik hareketi gözönünde bulundurarak verilmeli.