Maskelisine Karşı Açık ve Özgür Subjektiflik

Profesyonel gazeteciliğin iki büyük efsanesi “objektiflik” ile “bağımsızlık”... Kitleselleşmenin, “mass media”nın ister istemez sarıldığı bu kavramlar, elbette medyanın hem meşrûiyet arayışının, hem de “müşteri” arayışının temel unsurları.

Gazeteciliğin, ille de olumsuz sayılmayacak bir nitelik olan “partizanlık” ve tavır ile içiçe geçtiği dönemlerinin temel özelliği şuydu: Öncelikle, liberalizmin demokrasi ve çeşitlilik vaatlerinin bir parçası olarak çok sesliliğin mümkün olduğu varsayımı.

Tabiî, bir varsayımdan ibaret değildi, çünkü düşünce ifade etmek, özel olarak da gazete çıkarmak, ekonomik açıdan “mümkün” ve herkese bugünkünden daha fazla açıktı. Dolayısıyla, girişimcilerin piyasası gibi, düşüncelerin, fikirlerin, olayların aktarımının ve anlatımının piyasası da özünde herkese açıktı... Bu açıklığın tek önemli koşulu, devletin ve kamu otoritelerinin o serbest piyasaya müdahale etmemesiydi.

Basının sanayileşmesiyle birlikte, düşünce ve olay aktarımının çeşitliliğinin ve “subjektifliğin özgürlüğü”nün önündeki tek engelin, kamusal alanda özgürlüklerin tasnif edilmesine dayanan devlet yahut yasalar olmadığı da daha belirgin ortaya çıktı.

Bizzat “piyasa” ve bir işletme olarak bunun içinde yer alma, ayakta kalma, güçlenme yolları da çok sesli bir özgürlük alanının var olmasını engelliyor, en azından sınırlıyordu.


Bu, hareket noktaları farklı olsa da, görünürde kesişme ve örtüşme alanları geniş sayılabilecek iki iradenin güçlenmesine yol açtı.

Bir yandan basın (medya) endüstrisinin gazetelerinin (ve sonra televizyonlarının), her konuyu ve her kesimi, bağımsız, tarafsız ve objektif biçimde kapsama alanlarında tuttukları iddiasının...

Bir yandan da, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan gazetecilik okulları ile meslek örgütlerinin bağımsız, tarafsız ve objektif gazetecilik eğitimi ile deontolojik kuralların.

İkincisi, tabiî ki birinci iradenin o iddiasının yeterli güvence vermediğinden, hattâ pratikte öyle olmadığından da yola çıkıyordu.

Ama, iddia veya varsayım ne olursa olsun, sonuç, “profesyonel gazeteci”nin ve gazeteciliğin kısmen “apolitik” bir öz olarak tanımlanmasıydı.

Bireysel gazetecinin apolitikleştirilmesi, gazetenin, medyanın “apolitikliği”nin de kutsanması, bundan da önemlisi, sapına kadar politik ve subjektif bir ortam olduğunun maskelenmesiydi.

Profesyonalizm içinde birey-gazeteci nötralize edilip araçsallaştırılıyor, bu aracı kullananların, medya bürokrasisinin, medya sisteminin ve onunla alışveriş içindeki diğer sistemlerin politik belirleyiciliği, ayıklayıcılığı ve yönlendiriciliği ise had safhaya varıyordu oysa.

Bu süreç, gerek örgütlülük ile gerekse deontolojik metinlerle güçlendirilmek istenen bireysel gazetecinin, tam aksine daha da güçsüzleşmesini getirdi.

Süreç, aynı zamanda, bu gözleme dayanarak “insansız, ideolojisiz” bir medya eleştirisine, medyanın “teknolojik yapı” olarak mutlaklaştırılarak kavranmasına, hattâ reddiyesine de yol açtı.


Objektiflik miti ile birey-gazetecinin apolitikleştirilmesinin, birbirlerine karşıt gibi görünseler de, bir ortak noktası da gazetecinin özgürlük sınırlarının muğlaklaştırılması oldu. Kamusal alanda, kamu otoriteleri veya kanunlar, yasaklar karşısında özgürlüğünün daha sınırlı olduğu dönemlerde dahi, özgürlük ufku daha geniş olan birey-gazeteci, bunun genel ve temel insan hakları talebi ile, herkese açık ve serbest olması gereken eleştiri özgürlüğü ve bilme, bildirme hakkı ile organik bağlantısını daha sağlam kuruyordu.

Gazetecinin, gazetenin, yayın organının subjektifliğinin şeffaflığı söz konusuydu. Okur sadakati denilen de bu şeffaflığın, farkındalığın bir tezahürüydü. Kitleselleşmenin, profesyonelleşmenin ve bunun öğretiminin, öğretisinin temel sonucu, işte o maskeleme imkânıydı.

Çünkü, (buralardan söz etmiyorum) kamu otoritesi karşısında düşünce, ifade, basın özgürlükleri gibi “açık” meseleler büyük ölçüde halledilirken, birey-gazeteci açısından, hem özgürlüğün sınırlandığı, hem de yabancılaşmanın şiddetlendiği temel alan bizzat gazetecinin kendi ortamı, medya sistemi ve çalıştığı işletme oldu.

Gazetecilik işinin, medya sisteminin karmaşıklığının, ulaştığı sınai ve teknolojik ölçeklerin yanısıra, başta siyaset ve ekonomi olmak üzere, diğer sistemlerle ilişkisinin vardığı boyutlar, bu kez birey - gazetecinin mesleki nötralizasyonuna, teslimiyetine veya deforme olmasına dayanan keskin ve maskeli subjektifliğin azmasına da tekabül ediyordu.

Bunun önceki “açık subjektiflik” gazeteciliğinden temel farkı, birey-gazetecinin paylaşmadığı, katılmadığı, belirleyemediği bir subjektiflik sürecinin içinde sözde objektiflik misyonuyla donatılmasıydı.

Medya sisteminin diğer sistemlerle ilişkisiyle birlikte belirlediği, işletme çıkarlarının ve medya bürokrasisinin, gazetecilik elitlerinin diğer elitlerle ilişkileriyle şekillendirdiği subjektif ayıklama, sunma sürecinin içinde sürüklenen objektif yaratık!

Teori, gazetecinin kim olduğundan bağımsız “haber değerleri” gibi objektif ölçüler belirliyor, en iyiniyetli halinde bile, “meslek etiki” de, genellikle meselenin odağını birey-gazeteci sayarak, ister istemez ahlâklılık-ahlâksızlık düğümüne dolanıyor, objektifliği tabulaştırıyordu.

Üstelik, geçmişin, devlete rağmen, devlete karşı, “herkese açık” kamusal alanı da, “herkese açık” gazetecilik imkânıyla birlikte göçmüş, entegre medya sisteminin işgâl ettiği, eline geçirdiği kamusal alan, devletin belirleyiciliğinin zayıflatıldığı yerlerde bile iktisadî, ticari kontrolün hâkimiyetine girmişti.

Birey-gazeteciden beklenen objektiflik, bu “objektif” durumun kabullenilmesine dayanan seçmeli - başarılı gazetecilik haline geldi böylece.

Elbette, kanunların esnemesine olduğu gibi, işletme içi sınırlamaların esnekliğine de dayanan bir “marjinal özgürlük” alanının, hele bu ticari (tiraj-reyting) başarı ile de çakıştığı ölçüde, varlığından söz edilebilirdi

Bu aynı zamanda, objektiflik maskesiyle amaçlanan meşrûiyetin de katkı maddesi olageldi. Tabiî ki, hiç yoktan iyidir de!

İnternet, birey - gazeteciyi nötralize eden hegemonik medya ortamına karşılık, yeni iletişim teknolojileri sayesinde, açık subjektifliğin özgürlüğüne ve iletişim adaleti ile serbest fikirler piyasasına nostaljik bir dönüşün imkânını da sundu. Daha doğrusu, sunuyor gibi.

Bir bakıma, geçmişteki gelecek arzusunun ya da gelecekteki geçmiş arayışının fırsatlarını barındırıyor.

Yeni teknolojinin içindeki en büyük parçanın, en eski kitle iletişim tekniği olan yazıya ait olması da sanki bunun simgesi.

Bu kez de, girişi, dahil olunuşu nispeten adil, ama kitlesel erişimi, donanım gereklerinden ötürü adil olmayan bir piyasa söz konusu.

Kadı kızınının kusuru da hoşgörülebilir, bir de İnternet gazeteciliği de var olan medya yapılarının ve ilişkilerinin web üstüne taşınmasının tehdidi altında olmasa! Yine de, hem konumuz olan birey-gazetecinin politik bir varlık olarak özgürlüğü, hem de medya ortamının demokratikleşmesi açısından, görünür en önemli kanal bu.


Bu parantezin ardından, varmak istediğim nokta şu: Medya sisteminin hem piyasaya giriş ve varoluş koşulları açısından, hem sistem içi, işletme içi işleyiş bakımından demokratikleştirilmesi, objektiflik maskesinin yırtılıp açık ve dürüst subjektifliğin tesisi ve onaylanması...

Bunun bir koşulu da birey -gazetecinin politik- subjektif bir varlık olarak güçlendirilmesi. Halihazırda...

Bizimkisi gibi ülkelerde tabiî ki önce genel ve temel hak ve özgürlüklerin içinde, düşünce, ifade, eleştiri, basın ve iletişim özgürlüklerinin bir “show” değil, “reality” olması...

Bir yandan da, öylesine ideal-demokratik bir ortamda dahi hiçbir garantisi olmayan ve olmayacak iç özgürlüklerin güvenceye bağlanabilmesi...

Bunun için temel koşullardan başlıcaları; İşletmenin, yayın organının maskeli subjektifliğinin açık bir subjektiflik haline, yani beyan edilmiş, ayrıntılandırılmış bir “çizgi”ye dönüştürülmesi. Bu “açık çizgi”nin, toplu sözleşme varsa orada, ama her halükarda birey-gazeteci ile uzlaşılmış ve paylaşılır bir “akit” haline getirilmesi.

İşletme kaynaklı bu aktin yanına, gazeteciden gelecek meslek örgütü kaynaklı bir “hak ve sorumluluk” aktinin eklenmesi.

Bu şekilde, “çizgi”nin açık, şeffaf subjektifliği ile gazetecinin politik “bireyselliği”nin buluşturulması, olabildiğince kesişebilmesi... subjektif zeminin, özel işletmeye rağmen kamusal sorumluluk bilinci ve kabulüyle de tanımlanması ve işletilmesi... bunların gerek işletme içi işleyişte, gerekse uzlaşmazlıklarda birer akit olarak dikkate alınması, gereğinde de hukuk-yargı dayanağı olabilmesi.

Editoryal bağımsızlık palavrasının gerçekleşmesinin çok ötesinde, editoryal kararlara katılım kanallarının oluşturulması.


Sorumlu-açık subjektifliğin ve bunun içinde birey-gazetecinin güçlendirilmesinin, medya sistemine giriş ve erişim imkânlarının demokratikleştirilmesiyle birlikte, “demokratik” ülkelerde demokrasinin canlandırılmasının, bildik ülkede demokrasinin can bulmasının, şeffaf, dinamik, çok sesli, çoğulcu, insanî ve insanlı bir kamusal alanın var olabilmesinin, dirilebilmesinin önkoşullarından olduğu inancıyla...

Cornu, Daniel: Journalisme et verite, Cenevre: Labor et Fides, 1994.

Groswiller, Paul: Method is the Message, Montreal: Black Rose Books, 1998.

Habermas, Jürgen: Theorie de l”agir communicationnel I - II, Paris: Fayard, 1987

Igers, Jeremy: Good News, Bad News, Oxford: Westview Press, 1998.

Kellner, Douglas: Jean Baudrillard: From Marxism to Postmodernism and Beyond, Stanford: Stanford Universitiy Press, 1989.

Lambeth, Edmund: Committed Journalism, Bloomington: Indiana University Press, 1992.

Mathien, Michel: Les journalistes et le systeme mediatique. Paris: Hachette Universite, 1992.

Mc Chesney, Robert W.: Corporate Media and the Threat to Democracy, New York: Seven Stories Press, 1997.

McNair, Brian: The Sociology of Journalism, Londra: Arnold, 1998.