Global Medya, nispeten yeni bir kavram. İlk elde, dünya çapında yani global düzeyde yayın yapan medya organları için kullanılıyor... Tipik örneği CNN. Atlanta’daki merkezden bütün dünyaya, aynı bakış açısı, aynı habercilik anlayışıyla, 24 saat sürekli haber veriyor. Bölgesel yayınları da var. CNN Europe, CNN South East gibi, ama bölgesel ya da yerel konulara ağırlık verse de temel bakış açısı aynı. Bu önermeyi en somut olarak, 1991 Körfez saldırısı süresince izledik, yaşadık. Haberciliğin ne denli ideolojik ve siyasal bir faaliyet olduğunu kanıtladı CNN’in Körfez haberciliği. TRT bile, ki Türkiye Irak’ın komşusudur, Körfez saldırısını CNN’e bağlanarak, simültane çevirmen aracılığıyla Türkiye izleyicilerine aktarmıştı.(17 Aralık 1998 saldırısında da TRT’nin ana haber kaynağı CNN oldu). CNN, Körfez saldırısını, taraflardan birinin safında, yani ABD’nin tarafında, Washington’un hattâ Pentagon’un gözlükleriyle izledi ve aktardı. Bir tek, haber bültenlerinin sonunda “Bu program, ABD hükümeti tarafından sponsor edilmiştir. Teşekkürler” ibaresi eksikti. Amerikan merkezli global TV istasyonu CNN, “Katil ve zalim Saddam’a karşı özgürlükçü ittifağın” bakışıyla yansıttı savaşı. CNN’e göre bu, postmodern ve temiz bir savaştı. CNN haberlerinde bir tek Iraklı asker ya da sivil cesedi göstermedi, Irak’ın sivil kayıplarıyla ilgili hiç bir bilgi de yayımlanmadı. Ama Irak’ın attığı bir Scud füzesi Tel Aviv’de hedefin 2 km. ötesinde yaşlı bir İsraillinin kalp krizinden ölmesine neden olduğu iddia edilirken, CNN, Tel Aviv’den naklen yayıma başladı. Mağdur, 70 yaşında bir İsrailli idi. CNN’e göre Körfez saldırısı Irak’taki sadece askerî hedefleri berhava etmişti. Savaşın diğer tarafı Irak’ta ise resmî televizyon, savaşın sonunda asker ve sivil 400 bin Iraklının öldüğünü açıkladı.
GLOBAL OLAN NEDİR?
Global medya, coğrafi bir kavram olmaktansa, yani global düzeyde yayın yapan medya anlamından çok, ideolojik-siyasî bir tanımla daha iyi kavranır.
CNN’in yanısıra global medya denince akla gelen örnekler arasında Wall Street Journal, Financial Times, International Herald Tribune, The Economist, Voice of America, Reader’s Digest da bulunuyor. Dikkat edilirse tüm bu örneklerin bir kaç ortak özelliği var: Uluslararası alanda yayım yapıyorlar; çoğunluğu İngilizce yayım yapıyor; çoğu ekonomi ve malî haber ağırlıklı ve hepsi gelişmiş kapitalist Batı ülkelerinin ürünleri...
Örnekler incelendiğinde, amaçlar tahlil edildiğinde, Global Medya’nın gerçek tanımı açıklığa kavuşuyor: Global Medya, Yeni Dünya Düzeninin (YDD) “serbest” piyasadaki finans gücünün yanısıra en önemli aracı. Savunduğu içerik itibariyle ve adı üzerinde, Global Medya, globalciliği yani küreselleşmeyi savunuyor. Hattâ esas amacı, her türlü yerel, bölgesel ve ulusal değer yargılarına karşı çıkıp, piyasa ve finansın egemenliğini öngören YDD ideolojisinin bir propaganda aracı. Üstelik YDD’nin, bir başka deyişle dünya çapındaki neo-liberalizmin, Yeni Sağ’ın, “Tek Düşünce”nin meşrûlaşıp yasallaşabilmesi için Global Medya, kimi zaman ve mekânlarda “serbest” piyasanın finans gücünden daha da fazla önem kazanıyor. Global Medya, liberalizmin global çapta “rıza üreticisi” konumunda.Global Medya örneklerinde paranın (sermaye, kâr, rekabet) tayin edici ve neredeyse tek değer yargısı olduğu her haber ve yazının leitmotivi’dir de, dayanışma, kamusal bilinç, yurttaş hakları, özgürlük, emekçi sorunları gibi solun temel değer yargılarına karşı acımasız ve amansız bir ideolojik savaş açılır.
Dünyadaki dev medya holdinglerinin mülkiyet organigramlarına bakıldığında da, bu finans-medya ikilisinden oluşan globalcilik somut olarak ortaya çıkar. ABD’deki üç büyük TV şebekesinin arkasında General Electric gibi sanayi devlerinin yanısıra çeşitli banka ve finans kuruluşları kimi zaman doğrudan kimi zaman da ‘joint-venture’, şirket evlilikleri ya da Borsa’daki değerli kâğıtların toplu alım-satımları sayesinde banka ve finans kurumlarının etkisine bazen de doğrudan denetimine giriyor. Batı Avrupa’da da durum çok farklı değil. (Türkiye’de yanlış bir deyişle “A gazetesinin bankası var” deniliyor. Doğrusu “B Bankasının bir gazetesi, bir de TV istasyonu var”. Çünkü gazete bankayı yönetmiyor, bankanın çıkarları ise medyanın yayın politikasını belirliyor).
TV izleyicileri, radyo dinleyicileri ve gazete okurları açısından, banka ve malî kuruluşların, medya sermayesinde hisseleri bulunması, kimi zaman da en büyük ortağı olması, bu medya organlarının söz konusu banka ya da malî kuruluşlar aleyhinde en küçük yayım yapmalarını engellediği gibi, ‘yerleşik düzen’ tabir edilen ve aslında mali sermayenin düzeni olan sistem hakkında eleştirel fikirlere de izin vermiyor.
BİZİMKİLER ALAMANCI GİBİ
Türkiye medyasının hem mali-organik hem de siyasal-ideolojik açıdan Global Medya ile ilişkilerine baktığımızda ilginç gözlemler yapmak olası:
Türk medyası, uzun yıllar boyunca yurtdışındaki önemli başkentlerde muhabir bulundurmak ve yabancı gazetelerden tercüme yapmak dışında, dünya medyasıyla herhangi bir ilişki içinde değildi. Gazetelerin Almanya’da baskı yapmaya başlamasıyla, önce Alman daha sonra da bazı Avrupa ülkelerindeki gazete dağıtım firmalarıyla malî ve ticari temasa geçen Türk gazetelerden biri de Frankfurt’taki matbaasında büyük bir Avrupa gazetesini basarak ilişkilerini yoğunlaştırdı. Türk medyasının yönetici ve çalışanlarının isimleri ise, uluslararası meslek kuruluşlarında öldürülen gazetecilerin kınanması konusunda geçiyordu, halen de sansür ve baskılar nedeniyle gündemde.
Türk medyası, ’90’lı yıllardan itibaren, yabancı sermayeyi cezbetme dönemlerinde, yani özelleştirme furyasının başlangıcında, yabancı basın yatırımcılarıyla tanıştı. Rupert Murdoch ve Robert Maxwell’in bizzat kendileri ya da yakın çalışma arkadaşlarının yanısıra Fransa’dan Hachette ve Europe 1 grubu, Türkiye’den günlük gazete-dergi grubu, radyo ve televizyon istasyonları satın almak amacıyla girişimlerde bulunmuşlardı.Bu girişimler o zaman sonuçsuz kalmıştı.
Daha yakın bir geçmişte, İtalyan ve İspanyol dergi grupları, büyük Türk medyasının bazı dergi gruplarına önce isim haklarını sattılar, bir süre sonra da bu Türk gruplarına ortak oldular. Halen süren bu ortaklık gereği, grubun Türkiyeli yöneticileri örneğin yeni bir dergi yayımlamak için bu İtalyan ya da İspanyol ortaklarının onayını almak zorundalar. İkitelli’deki gruplardan birinde yayımlanması söz konusu olan bir haftalık haber-yorum dergisi, Türkiyeli yöneticilerin onayına rağmen, derginin yayın siyaseti hakkındaki Türkçe raporları okuyup anlamayan yabancı ortakların “Para kazanamaz, çok satamaz, reklam alamaz” şeklindeki itirazları nedeniyle piyasaya çıkamadı. Her üçü de sadece kar amacı güden gerekçeler, Global Medya anlayışının Türkiye’deki ilk uygulaması olsa gerek. Çünkü Türkiye’de 1970’lerin ortalarına kadar, bir yayının piyasaya çıkıp çıkmamasına, siyasi alanda etki, doğru olduğuna inanılan fikirleri yaygınlaştırmak gibi ölçütler karar verirdi. Kâr kriteri daha sonra gündeme gelirdi.
Basın sektöründen daha ileri bir aşamada olan reklamcılık sektörünün dünya ya da Avrupa ile bütünleşme sürecine gözattığımızda, bu sektörün, kendiliğinden değil, bir anlamda işvereni olan reklamverenlerin teşvik ve desteğiyle dışarıya açıldığını (ya da daha doğru bir deyişle dışarıdan gelen yabancı sermayeye kapılarını açtığını) görüyoruz. Dünya çapındaki ünlü sanayi ya da ticari markaların ’80 sonrasında Türkiye pazarına girişinin neredeyse hemen ardından yabancı reklam ajanslarının da, reklamverenlerini takip edip Türkiye reklam sektörüne girdiklerine tanık olduk. Çünkü, Global Medya tanımından önce kullanılan Global Reklamcılık gereği, ürün ya da hizmetinin değişik ülkelerdeki tanıtım faaliyeti ortak kurumsal kimlik gereği, genelde bir tek merkezden (bir tek reklam ajansı tarafından) yönetildiği için, ürün ya da hizmetin girdiği ülkeye, reklam ajansının da girmesi gerekiyordu. Yabancı ajanslar da bu zorunluluk gereği, ya Türkiye’deki bazı reklam ajanslarıyla ortaklık ilişkisine girdiler ya da bazı reklam ajanslarının yüzde yüzünü satın aldılar.
GLOBAL’İN TÜRKÇESİ OLUR MU?
Global Medya’nın şimdiye kadar cılız kalan Türkiye pazarına mali girişi bir yana, Global Medya ideolojisinin Türk medyasına nufuz etmesini önleyen bazı engeller var. Apoletli Medya da, her ne kadar paranın temel bir değer yargısı olduğunu savunsa da, Türk medyasının temel nitelikleri arasında bulunan milliyetçilik ve militarizm, siyasi-ideolojik olarak Global Medya anlayışlarıyla çelişiyor. Somut olarak, herhangi bir Türk medya grubunun Amerikalı, İngiliz, Fransız ya da Alman olası ortağının gerek yayın politikası gerekse işletmecilik anlayışı itibariyle kabul edemeyecekleri militarizm ve milliyetçilik, Global Medya’yı Türkiye’den uzakta tutuyor. Batı’da hangi medya işvereninin Genelkurmay Başkanlığı’na çağrılıp ilkokul öğrencisi gibi haşlandığı görülmüştür? Neo-faşistlerinki hariç hangi Batı gazetesinin logosunda bu kadar çok ulusal bayrak ve milliyetçi slogana rastlanır?
İki engel daha var: İşletmecilik ve finans açısından Türkiye’de geçerli olan yasal ya da gayri yasal yöntemler, global işletmecilik ve muhasebecilik kurallarıyla çoğu zaman çeliştiği için sorun var. Alman muhasebe sorumlusuna, faturasız alınan matbaa mürekkebi kalemi yerine, işverenin kızının Amerika’daki okul masrafları faturasını deftere geçirtmeyi kabul ettiremezsiniz.
Gerek Avrupa çapında gerekse uluslararası düzeyde, AB, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi, ya da UNESCO gibi kuruluşların yayımladığı basın meslek ahlak kuralları ile Batılı ülekelerin gazetecilik ve habercilik teknik ve gelenekleri de Türkiye’de herhangi bir uygulama alanı bulamamakta. Belki de bu nedenle hiçbir Batı medya organında, Türkiye’de olduğu kadar devlet haberi yoktur.
Dünyada ideolojik olarak globalizmden yana olanların özellikle siyasal alanda savundukları liberalizm, Türkiye’de hem yasalar hem de kamuoyu nezdinde çok kolaylıkla ‘bölücülük’, ‘terörizm propagandası’ olarak muamele görebiliyor. Bu alanda bir kan uyuşmazlığı söz konusu. Batı’da medya, bütün olumsuzluklarına rağmen, kamuoyunu demokratik bir şekilde bilgilendirmeyi amaçlıyor. Türk medyası ise devletin toplum üzerindeki ideolojik-siyasi baskısının bir propaganda aracı olarak işlev gördüğü için ‘Global’ sözcüğü Türkçe kolay telaffuz edilemiyor. Tüm bunlardan Global Medyanın olumlu, Türk medyasının olumsuz olduğu anlam ya da sonucu çıkmıyor tabiî ki. Çünkü ikisi de, yurttaş ve iletişim özgürlüğü açısından bakıldığında olumsuz. Ama biri global çapta mali-sermaye egemenliğinin ideolojisini, ötekisi ise militarist-milliyetçi devletin ideolojisini kamuya kabul ettirmeye çalışıyor.
Gelecekte, Batılı büyük medya işverenleri açısından zaten pek de iştah açıcı olmayan Türkiye medya piyasası, tüm bu engeller nedeniyle Global Medya’nın bir parçası olmakta çok zorlanacaktır.
Tüm bu güçlükleri, Türkiye’de çalışan Batılı muhabir meslekdaşlarımız gündelik olarak yaşamaktadır. Keza, Türk medyasının Batı başkentlerinde görev yapan muhabirleri de globalleşen Batı medyasındaki anlayış ve uygulamaları yadırgadıklarını çeşitli izlenimlerinde aktarırlar.
Globalizmde paradan daha önemli bir değer yoktur. Ne var ki, genel olarak Türkiye’de özel olarak da Türk medyasında, milliyetçiliğin ve militarizmin de fiyatı yoktur!