Barış Özkul
8 Eylül 2025 Pazartesi
Nitekim CHP ve Özgür Özel, ayın 15’inde mahkemeden “mutlak butlan” kararı çıkarsa, bir karşı hamleyle ayın 21’inde olağanüstü kurultaya gidecekleri ve böylece kayyımı boşa çıkartacaklarını ilan ettiler. Peki, 21 Eylül kurultayını –iktidar medyasının şimdiden dillendirdiği gibi– “hakkında mutlak butlan kararı verilen bir yönetimin yaptığı kurultay da mutlak butlanla sakattır” diye bozacak bir mahkeme bulunursa, o zaman ne olacak? CHP, bir av hayvanı gibi, savcılardan kaçabildiği kadar kaçacak mı? Yargı ve adaletin siyasetin kuyruğuna takıldığı, devletin tüm kurumlarının tek kişinin iradesine endekslendiği günümüz Türkiyesi’nde sorun bir partinin kaderi ve “hukuki” varlığından çok daha derine iniyor.
Osman Özarslan
4 Eylül 2025 Perşembe
Dün itibariyle, İstanbul CHP yönetimi feshedildi ve yerine kayyum atandı. Dolayısıyla, Erdoğan, CHP’yi tasfiye etme ya da en azından istikrarsızlaştırma, kendi kaotik dalgalarında boğma; Suriye’de çata-pat rejimini sürdürülebilir kılma ve MHP ile emr-i hak vaki olana kadar ittifakını sürdürerek, dördüncü, beşinci, altıncı kez cumhurbaşkanı seçilebilmesinin yollarını arıyor. Tayyip Erdoğan, kendi planına sadık ve aynı sadakati ittifak ettiği tüm çevrelerden bekliyor, sadakatsizlik gösterenleri de genellikle FETÖ ya da terör torbasına atarak yargı eliyle terbiye ediyor.
Tanıl Bora
3 Eylül 2025 Çarşamba
İhtiyar -ve can çekişen- dünya, solun sahiden, bilfiil, açık seçik ahlâkî üstünlüğünün var olduğu bir devri yaşadı. Yurtta ve cihanda... Eşitliğin muteber bir değer olması, gerçekleştirilemese bile en azından suretâ hürmet görmesi, solun ahlâkî üstünlüğünün bir fenomeniydi. Emeğin değer sayılması, hakeza öyle... Kısa çöpün hakkının, piyasa filmlerinde bile göz yaşartan romantik öğe olarak iş yapması, solun ahlâkî üstünlüğünün bir nişanesiydi. (Kemal Sunal filmlerini, Sadri Alışık repliklerini düşünün.) Özgürleşmenin bir şeylerden azat olmaktan öte bir şeylere doğru serbestî kazanmak anlamına alınması, solun ahlâkî üstünlüğünün bir rüknüydü.
Işıl Kurnaz
25 Ağustos 2025 Pazartesi
Kadınların sınandıkları ideolojik sınavların bir haritası çıkarılsaydı eğer, galiba dünyanın fiziki haritası kadar siyasi haritası da kat edilmesi imkânsız engebeleri, tehlikeleri, çıkmaz sokakları gösteriyor olurdu. Ama bu haritayı, bir ucundan diğer ucuna çekiştire çekiştire yaşanabilir kılan şey yine de kadın mücadelesiydi tabii. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu siyasi haritayı inşa ederken kadınların kazanılmış haklarını inkar etmeyi meşrulaştırması, galiba bu yüzden tesadüf değil. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 90 binin üzerinde camide okuttuğu son hutbe bir şey söylüyor. Söylediğinden daha çok şeyi gerçekleştirme potansiyelini bildiği halde bunu yapıyor üstelik. İnsan haklarını kul hakkıyla, eşitliği ilahi adaletle açıklamanın kendisi bir ideoloji, bu doğru. Ama öte taraftan, çarpıtılmış bir tarihsel anlatı da var.
Tanıl Bora
20 Ağustos 2025 Çarşamba
Kardeşlik, sıcaklık, güvenlik vaat eder, sahip çıkılmayı vaat eder (en azından vaat eder) ama vaatleri arasında eşit ilişki yoktur. Egaliberte misali, küyerel misali, “kardeşitlik” diye kavram uydurmayacaksanız eğer… Gündelik dilde kullanılan anonim “kardeşim” hitabını da bilirsiniz. Onun münakaşada yükselirken, son uyarı gibi sarf edilen versiyonunu da bilirsiniz; alt metninde “Bana bak, ayağını denk al!” yazan “Kardeşim!” Ezel dizisindeki Ramiz Dayı’nın “Kardeşş”ini de bilenler vardır. Bazen bir ikram, bir nasihat gelir arkasından – ama bazen de o “kardeşş”in işittiği son sözlerden biri olur...
Cuma Çiçek
15 Ağustos 2025 Cuma
“Kürd’ün onurunu, Türk’ün gururunu koruyacak bir süreç” geçmişteki ihlallerin sonuçlarını onarmayı da içermeli. Meclis Komisyonu’nun çalışmaları yukarıdaki özetlediğim Kürt meselesinin yedi yüzünü içerir mi hep birlikte göreceğiz. Bununla birlikte, Kürt meselesinde yeni bir sayfa açmaya dair devlet içerisindeki uzlaşıyı siyasi ve toplumsal uzlaşıya doğru genişletmek, kapsayıcı bir demokratikleşmeye dönüştürmek için Meclis Komisyonu tüm sınırlarına rağmen herkese önemli bir imkân sunuyor. Bu imkân, siyasi aktörler kadar sivil toplum, medya, akademi, iş hayatı, kültür ve sanat dünyası gibi farklı düzeylerdeki ve alanlardaki aktörlerce değerlendirildiği ölçüde yol alacağız.
Tanıl Bora
6 Ağustos 2025 Çarşamba
Çağdaşlıktan kasıt, bir ideal, bir düstur olarak modernizm mi? Bu, daha dar bir tanım: Rasyonalizmle, Aydınlanma'yla, hümanizmle tanımlanan bir gelişme ve insanlık ülküsü… Günümüz dünyasında, -bizzat modernliğin Batılı kaynaklarının coğrafyasında da-, bu anlamda modernizm epeydir itibardan düştü. Post-modernizmin artık kendi post’unu üretecek kadar kaşarlanmış sorgulamalarıyla kalmadı… Yeni-feodalizm (veya tekno-feodalizm) gibi, Trump iktidarı bağlamında kullanılan “pre-modern (modern-öncesi) yönetişim” gibi kavramların revaç bulması, modernist paradigmanın –işte burası uluorta harcanan kavramı kullanmanın yeridir- hızlı erozyonuna işaret ediyor.
Polat S. Alpman
5 Ağustos 2025 Salı
1990 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce programına, aralarında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da bulunduğu 28 kişinin yatay geçiş yaptığı ve bu kişilerin diplomalarının iptal edilebildiği bir siyasal iklimde yaşıyoruz. Hayatları karartılmak istenen Barış Akademisyenleri'nin önemli bir kısmı hâlâ üniversite dışında tutuluyor, yargı süreçleriyle uğraşmaya devam ediyor. Üniversiter alan, kamusal ve toplumsal sorumluluklarından bütünüyle yalıtılarak, piyasaya hizmet eden teknik iş koluna indirgenmek isteniyor. Bu koşullar altında sahte diplomalara ilişkin haberler, yalnızca bireysel suistimallere değil, akademiye yönelik akademi-dışı müdahalelerin yol açtığı derin siyasî ve idari yozlaşmaya işaret etmesi bakımından da önemli.
Murat Belge
29 Temmuz 2025 Salı
Her zaman, her ortamda, her sorun karşısında “müzakere”ye açık ve hazır olmak… Ya da olmamak. Bu “iki yol ağzı”nda kendi yolunu seçmek zorunda kalmış toplumlar arasında Türkiye açık olmamayı tercih ettiği için buraya bu şekilde geldik. Buna da şükür — açılır gibi olan yolu yeniden kapatmaya hazırlanan güçler umarız hedeflerine ulaşmazlar. Ama dünyada olup bitenlere baktığımızda bu tercihi yapanın yalnız Türkiye olmadığını görüyoruz. Sonunda iş geliyor, kaba kuvvete dayanıyor ya da öyle algılanıyor. “Benim kuvvetim seni bastırmaya yeter!” Evet, devletler güçlü, egemenler güçlü. Ama bir bakın çevrenize, benzer mücadeleler arasında müzakereyi ilkesel düzeyde reddederek başarılı olmuş bir devlet var mı?
Cuma Çiçek
29 Temmuz 2025 Salı
CHP şimdiye kadar -en azından merkezi düzeyde- “terörsüz ve demokratik Türkiye” önermesiyle Cumhur İttifakı ile DEM Parti arasında bir yerde konumlandı. Bir yandan Cumhur İttifakı'nın çizdiği “terörsüz Türkiye” söylemini sahiplenirken, öte yandan bunu “demokratikleşme” ile genişletmeye çalıştı. Bu söylemsel çerçeve pasif desteğe işaret ediyor. CHP bu pasif desteği sürdürebilir. Bununla birlikte, hem CHP’yi karşı karşıya kaldığı baskılardan kurtaracak, iktidar yolunu genişletecek hem de siyasetten öteye tüm Türkiye’ye nefes aldıracak tutum pasif destekten öteye geçmeyi, sürecin siyasi liderliğini üstlenmeyi gerektiriyor.
Tanıl Bora
23 Temmuz 2025 Çarşamba
“İhtiyatlı iyimserlik,” aslen bir diplomasi tabiri. İyimserliğe izin verecek bazı yeni gelişmeler ortaya çıksa bile, durumun hâlâ riskli bulunduğunu, ihtiyatı elden bırakmadan izlemek gerektiğini ifade ediyor. “Du’ bakalım”ın diplomatikçesi. İlk defa, ABD Başkanı Nixon ile SSCB lideri Brejnev arasında 1973’te yapılan görüşmeler vesilesiyle, Soğuk Savaş’taki detant’la (yumuşama, gevşeme) ilgili kullanılmış. Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinin ardından, 1980’de detant sona erdi. Yani terimin tarihsel hikâyesi, ‘talihsiz’ bir örnektir. O zamandan beri tabir diplomatik jargona yerleştiği gibi, finansta da kullanılıyor, siyasette de kullanılıyor. Mesela yerel seçimlerden sonraki Erdoğan-Özel “normalleşme” görüşmelerini, her iki taraftan, “ihtiyatlı iyimserlikle” izlediğini söyleyenler olmuştu.
Derviş Aydın Akkoç
20 Temmuz 2025 Pazar
Darende’de bir dere kenarında, ferah bir “kilime” bağdaş kurup da akşamı temaşa edecekken; aniden büyükşehirde gözlerini açmış gibidir Handan Demir’in şiirindeki özne: nerdeyim? Sıkıntılı hazzıyla derece derece genişlik kazanacak bir sorudur bu: evlere, kalabalıklara, seremonilere, tenlere ve uçuşan tinlere doğru… Yalnızca şiirsel hareketi değil, kimi estetik problemleri de mümkün kılan bu kök-soru imge üretimi açısından da belirleyicidir: kararlı bir yadırgama işlemi sadece biçim –dize ve kelime ekonomisine vb.– değil, muhtelif içerik çabalarına da zemin teşkil eder.