Tanıl Bora
28 Aralık 2022 Çarşamba
Zamanaşımının uygulanmamasına getirilen bu zamanaşımının iç sızlatan uygulaması, Sivas katliamı davasında görüldü.  Aralarında iki saldırganın da bulunduğu otuz yedi insanın öldürüldüğü bu korkunç linç vakası 2 Temmuz 1993’te vuku bulduğu için, firari sanıklar zamanaşımından yararlandılar; “insanlığa karşı suç” istisnası da, olay 2005 öncesi olduğu için, otomatikman zamanaşımına uğratıldı.
Polat S. Alpman
26 Aralık 2022 Pazartesi
İmamoğlu’na verilen cezanın Erdoğan için büyük bir hata olduğu, bunun kendisine geri tepeceği ve benzeri yorumları çoğumuz dinledik. Oysa seçmenleri siyasal alanın kenarında tutmaya çalışıp onları oy vazifelisi gibi kullanmaya çalışmak ne kadar hatalıysa seçmenleri ahlaki özneler olarak değerlendirmek de o kadar hatalı. Elbette seçmenlerin değerlerine seslenmenin tamamen önemsiz olduğunu söylemiyorum, sadece seçmenleri ahlaki tercihlerde bulunmaya davet etmenin zannedildiği kadar etkili ve belirleyici olmadığını öne sürüyorum.
Erdoğan Özmen
21 Aralık 2022 Çarşamba
İnsana derinliğini ve yüceliğini bahşeden, dünyadaki yerine yerleştiren simgesel/kültürel yapı ve araçların etkisini yitirmesi ve çökmesi, demek her türlü sınır, çerçeve ve kuralı sağlayan simgesel referans ve çıpaların ortadan kalkmasıyla birlikte zuhur eden sınırsızlık, kuralsızlık ve had bilmezlik vakaları, kerameti kendinden menkul bu oluşumlar şimdiki zamanın alamet-i farikalarından biri olarak görülmelidir belki de.
Murat Belge
19 Aralık 2022 Pazartesi
İmamoğlu konusunda sanırım biraz farklı beklentileri var. “Beklenti” dediğim şöyle bir şey: karşısına somut bir biçimde “Altılı Masa” kimliğiyle çıkan muhalefetin birlikte hareket etme yeteneğini ve yöntemini işlemez hale getirmek istiyor. Yani mahkeme kararının muhalefet cephesinde böyle bir hareketlenme yaratması, hatta biraz da istenen bir şey olabilir. Evet, belli ki bu ceza İmamoğlu’nu belirli kesimlerin gözünde “kahraman” haline getirecek. “O halde aday da o olsun” diyenlerin (yani “Kılıçdaroğlu aday olmasın” diyenlerin) sayısı artacak.
Cuma Çiçek
17 Aralık 2022 Cumartesi
Akşener’in yukarıdaki alıntıyla sınırlı olmayan açıklamalarını irdelediğimizde ilk dikkati çeken mesele Kürtlüğü ve Türklüğü iki ayrı kategori olarak tanımlaması. Kürtlüğü uzun yıllar yok sayan, 2000’li yıllarda Türklüğün bir alt kimliği olarak folklorik bir zenginliğe indirgeyen reformlardan sonra milliyetçi gelenekten gelen bir partinin genel başkanının Kürtlüğü Türklüğün dışında ve denk bir kategori olarak tanımlaması altı çizilmesi gereken bir husus.
Orhan Koçak
15 Aralık 2022 Perşembe
Buna HDP içinden açık ya da kapalı herhangi bir cevap gelmediği için Kürt hareketini çevreleyen kutsallık halesi daha da kalınlaştı. Oysa meseleyi “irade-i kül ve irade-i cüz” terimleriyle ele almak bile bu halenin biraz olsun seyrelmesine ve Kürt siyasi hareketinin (Demirtaş’ın tepki çekmek, hakaret işitmek pahasına) uğraştığı sekülerleşmesine hizmet edebilirdi. Ama “yorum topluluğunun” kendi arasında bile bunu açıkça tartışmaktan geri durduğunu sanıyorum ben. Demek gerekliydi kutsalın halesi, işlevseldi, tartışmayı başlamadan bitiriyordu.
Tanıl Bora
14 Aralık 2022 Çarşamba
Sağcı popülizmin hamasetine karşı, insan onuru namına konuşarak, evet, insaniyet hamasetiyle misliyle mukabele etmeyi kastediyorum. İnsan hakları ve insan onurunu, sadece 'hukuk tekniği' ilmihaliyle değil, duyguyla da propaganda etmeyi kastediyorum. İnsan onurunu çiğnemenin en büyük zillet olduğunu yüze çarpmayı kastediyorum. "İnsana bu yapılmaz... insan onuruna sığmaz!" infiâlini kastediyorum. En yalını, sadesi; insan hakları ve insan onuru kavramlarını popülerleştirmeyi kastediyorum.
Barış Özkul
13 Aralık 2022 Salı
Kurak Günler’in bir güncel Türkiye eleştirisi olduğu, sanırım, çokça yazılıp çizilecektir: En baştaki domuz avı, susuzluk metaforu, “obruğun” simgeledikleri, eşcinsel ilişki ihtimaline gösterilen tepkiler, kolaylıkla harekete geçebilen linç güruhları, görüntülü mesajlarla yapılan şantajlar, değiştirilen bilirkişi raporları… bu yorumu destekleyecek türden yığınla ayrıntı var. Ama filmde daha uzun vadeli bir değişim de işleniyor: Kentten taşraya gelen devlet memuruna, aydın-bürokrat tipine verilen tepkinin hayli değiştiği görülüyor.
Murat Belge
5 Aralık 2022 Pazartesi
Dünyada ihtiyaç duyduğumuz şey, bir “restorasyon” değil. “Yeni” bir şey. Amerika’nın Donald Trump adında bir felaketin adını duymamış olduğu, “Masumiyet Çağı” diyebileceğimiz bir zamana (böyle bir “Aden Bahçesi”ne) dönmek değil sorun: Donald Trump’ın gayet somut bir şekilde “olduğu”, iktidarda gösterdiği ferasete rağmen son seçimde bildiğimiz oranda oy almayı başardığı, bugün hâlâ Amerika’da yığınla insanın yeni marifetler göstermesini beklediği bir gerçeklik dünyasında oluşturulması zorunlu olan bir demokrasi projesi ile ortaya çıkmak gerekiyor.
Cuma Çiçek
1 Aralık 2022 Perşembe
Ana muhalefet blokunun “demokrasinin asli gereği olan çoğulculuk ve uzlaşma ilkeleri doğrultusunda toplumun tüm kesimleri ile müzakere ettikten sonra seçimlerin hemen ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunacağı” öneri birçok açıdan değerlendirilmeyi hak ediyor. Zira, Türkiye’de demokratik bir rejim inşasına dönük önemli değişiklikler içeriyor. Bununla birlikte, müzakere çağrısına da bir cevap olarak bu yazıda söz konusu öneriye daha sınırlı bir çerçeveden, “Kürt meselesi merceğinden” bakmak istiyorum.
Tanıl Bora
30 Kasım 2022 Çarşamba
“Ezber bozmak” birkaç on yıldır, popülaritesini sürdüren bir söz. Toplumu anlayabilmek, anlamlı bir politik bir tercih koyabilmek, anlamlı bir çift söz edebilmek için, önce muhakkak ezber bozmak gerektiği hatırlatılıyor sık sık. Gerçekten etkili olabilmek için, ezberleri bozacak bir şey söylemek gerektiği ikazını sık sık işitiyoruz. Doğrudur, dünyaya kulak asmadan, dönüp de devrana bir bakmadan ha bire bildiğini (ya da bilmediğini!) okuyanlar, bu ikazı kışkırtıyorlar. Fakat mesele şu ki, bizzat “ezber bozmak lâzım” sözünün kendisi, manâlı bir şey söylemenin, yeni bir şey söylemenin yerine geçti, gitgide.
Ömer Laçiner
24 Kasım 2022 Perşembe
İstiklal Caddesi'ndeki terör eylemini kim yaptı/yaptırdı ve bununla nasıl bir “mesaj” verdi sorusu hâlâ belirsizliğini koruyor ama Türkiye toplumunun “yönetenler katı”nın (hükümet ve başlıca siyasal partiler) bu olay karşısındaki tavırlarının, kendileri hakkında ciddi endişeler duymamızı gerektiren bir mesaj verdiği ortada. Bu mesaj, en özet ifadeyle –iktidarı ve muhalefeti ile– ülkeyi “yöneten”lerin ve bir yönetim/düzen aygıtı olarak devletin “hal-i pür melal”ini ifşa ediyor. Bunun mevcut iktidarla ilişkili kısmını zaten biliyorduk ama muhalefet cenahına da ciddi ölçüde sirayet etmiş olduğunu bu vesileyle iyice fark etmiş olduk.