Menderes Çınar
22 Kasım 2020 Pazar
Bugün Erdoğan’a methiyeler düzen diğerlerinin aksine kendisinin Erdoğan’la bir menfaat değil dava ve gönül ilişkisi olduğunu ve bu ilişkinin dava noktasında ölümüne bir ilişki olduğunu ifade etti. Böylece, hem kötü ekonomi yönetiminin bir davaya hizmet olduğunu, bu davayı anlamadığımız için kötü saydığımızı iddia ederek, yönetimini bir erdem haline getirdi, hem de akrabalıklarının kendisini davanın has adamı yaptığını ifade ederek kendisine muhtemelen parti içinden de yönelen eleştiriler karşısında yerinin sağlamlığını vurguladı.
Ahmet İnsel
19 Kasım 2020 Perşembe
Somut suçu değil, iktidarın siyasal amaçla işaret ettiği suç kılıfı giydirilmiş eylemleri, sözleri soruşturan ve kovuşturan ceza yargısı, iktidarı elinde tutan gücün emrinde bir vurucu silah olarak çalışır. İktidarın hoşuna gitmeyenin suç, hem de ağır suç, düşmanca davranış ilan edilmesiyle hayata geçirilir. Ortada somut delil olması gereği yoktur. Kendinden menkul kanaatler, birbiriyle tamamen alakasız fiilleri birleştiren hayali amaçlar arasında araya sıkıştırılan bazı değerlendirmeler, suçlamanın esas gerekçesini ele verir. İktidardaki kişinin, zümrenin veya kliğin kendine tehdit olarak gördüğü eylemlerin tarif edilmesidir bu.
Tanıl Bora
18 Kasım 2020 Çarşamba
Daha da sık kullanılan kalıp, aslında rastladığım en istikrarlı kalıp, “aile faciası”dır. “Kadın yüzünden” gerçekleşen vakalardan farklı olarak, sadece kadınların kurban olduğu olaylarda kullanılmış. ‘Olan aileye oluyor, asıl kurban aile’ duygusu yayılıyor bu anlatımlardan. Bu da, İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının retrospektifi. Birkaç örnek aktarayım. Başlık: “Beyoğlunda dün geceki aile faciası.” (Akşam, 14 Ocak 1948) Olay: Tesviyeci Hüseyin, geçimsizlik nedeniyle evden ayrılıp bir akrabasının yanına taşınan karısı Fikriye’yle yolda karşılaşmış, “ters cevap” alınca bıçaklamış.
Kenan Erçel
13 Kasım 2020 Cuma
ABD seçim sisteminin bir azizliği olarak Demokrat adayın ülke genelinde rakibinden milyonlarca daha fazla oy almasına karşın yine de kıran kırana geçen mücadelenin fotofiniş heyecanı da ilgiyi katmerledi. Trump’ın “renkli” şahsiyeti, mızıkçılığı ve öngörülemezliği de merakın dozunu artırdı. Sosyal medya üzerinden küresel gelişmelere erişimin kolaylaşması da bu ilgide bir rol oynamış olsa gerek. İlaveten, Türkiye’de bir türlü gelmek bilmeyen erken seçim beklentisinin yarattığı siyasal enerji birikimine geçici bir mecra olmuşa benzer ABD seçimleri: Donald Erdoğan versus Ekrem Biden.
Erdoğan Özmen
11 Kasım 2020 Çarşamba
Özellikle “Kadın Cinselliği” (1931) metninde pre-ödipal dönemi ve anneye bağlanmayı öne çıkaran Freud (nitekim bu dönemin ve anneyle ilk bağın/bağlanmanın önemini geç fark ettiğini teslim edecektir), bu yeni içgörülerden sonra ödipal anlatıda erkek çocuk açısından herhangi bir değişiklik yapmayı düşünmez. Sadece, pre-ödipal dönemin ‘tabiatı’ gereği anne asıl ebeveyn konumundadır ve varoluşu çocuğun pasif arzu nesnesi olmakla sınırlı değildir artık.
Sezen Ünlüönen
9 Kasım 2020 Pazartesi
Peki o halde nedir bu İspanyolca sözlerin anlamı? Burada biri diğerinden daha merhametli iki yorum mümkün bence. İlki ve daha merhametsiz olanı şu: Ezhel, şarkılarındaki İspanyolca kullanımında, bir azınlık, bir göçmen, yabancı bir “ana kültür”e adapte olmak zorunda bırakılmış bir madun gibi değil, başka kültürlerle yüzeysel bir ilişki kuran bir sömürgeci gibi davranıyor.
Evren Balta
6 Kasım 2020 Cuma
Amerikan sağı tarafından giderek radikalize edilen, Amerikan solu ile bağları kopan/koparılan, öfke ve hayal kırıklığı dolu bu seçmen grubu ile Trump birbirlerini keşfedeceklerdi. Başarısızlığı, beceriksizliği, konuşamaması, gereksiz yere böbürlenmesi ve her şeyden önemlisi müesses nizam olarak görülen gruplar tarafından aşağılanması bu öfkeli seçmenlerin onu kendilerinden biri olarak bağırlarına basmalarını sağlayacaktı. Müesses nizam onunla alay ettikçe, onlar onu daha da çok sahiplenecekti.
Aksu Bora
5 Kasım 2020 Perşembe
Carrington’da hafif hiçbir şey yok. Yazarın yanında durup onunla birlikte parçalanabilirsiniz. Eğlenceli bir tecrübe değil. O kendi gerçekliğini yazıyor çünkü, dünyaya bakıp gördüğünü değil. Tıpkı Kraliyet Davetiyesi hikâyesinin Harikalar Diyarı’nı Alice’in gözünden anlatması gibi. Hiç eğlenceli değil. Bütün iş gözde bitmiyor da ondan sanırım. Alice, Harikalar Diyarı’nı seyretmemişti, onun içine düşmüştü.
Tanıl Bora
4 Kasım 2020 Çarşamba
Türkiye’de merkez sağcılar, kendilerine ideolojik tanım getirmeye, ideolojik kimlikleri ‘üstlenmeye’, 1980’lerden önce daha fazla iltifat ederlerdi. Demirel. Demokrat, cumhuriyetçi, milliyetçi, anti-komünist, medeniyetçi, kalkınmacı sıfatlarını değişen sıklık ve orantılarla seve seve kullanmıştır. Bunlar arasında millî iradecilik temelli demokratlık, devletin bekası temelli cumhuriyetçilik ve bilhassa “kalkınma davası,” en uzun soluklularıdır. Özal, ideolojiler-sonrası çağın çığır açıcısı misyonuyla, serbest piyasacılık, dünyaya açılma, transformasyon, reformculuk gibi tabirleri tercih etti.
Murat Belge
3 Kasım 2020 Salı
Sanat soyutlaşıyor, eski deyimde olduğu gibi “anlamı şairin karnına saklanıyor.” “Ne demek istedi?” Buna verilen cevap azalıyor, çünkü cevap olacağından ya da bunu kendisi bulacağından umudunu kesenler çoğalıyor. Sanatçının “didaktik” olmaktan kaçınması, kendi sorunlarını cevap haline getirme dürtüsüne karşı direnmesi, evet, gerekli. Ama sanatı bir Sfenks bilmecesi haline getirmek de doğru değil.
Derviş Aydın Akkoç
3 Kasım 2020 Salı
Bundandır, insanın bazı kaşla göz arasında kendine yakalandığında –hükümde bulunma söz konusu olduğunda- çoğun mazeretler üretip havlu atması, eyleminin nedenlerinden ve yarattığı etkilerden sıvışmanın yollarını bulup ona sunulmuş olanla, teskin edenle, inandıklarıyla yetinmesi, pişkince: Haklarla donatılmış, özgürlük yanılsamasına çoktan ikna olmuş, kibir gömleğini üzerinden hiç çıkarmayan modern özne kendine dair net bilgilere, kesin fikirlere sahip olduğu kanısındadır; iyilik ve kötülük kavramları da dahil...
Erdoğan Özmen
28 Ekim 2020 Çarşamba
Hem mevcut ruhsal ızdırapları hem de her birimizin söz ve pratiğini belirleyen şey dönemin egemen söylemi ve fikirleri şüphesiz. Bir de şu var: Bütün teorik arayışlar ve yapılar belirli ihtiyaçların/arzuların ifadesi ve karşılığı olarak ortaya çıkıyor muhtemelen. Bu anlamda, örneğin Marksizmi var eden, ete kemiğe büründüren şey, insanın eşitlik arzusu ve özlemidir  denebilir. O arzu ve özlemi olabildiğince dile getirme, temsil etme; o arzu ve özlemin yine insanlığın kendi söylemi ve sözüne dahil edilerek dolaşımını ve hareketini sağlama çabası ve tutkusu.