Sezen Ünlüönen
20 Aralık 2020 Pazar
Son tahlilde ekonomik düzleme bağlanmayan her açıklamayı eksik bulan, toplumsal hayatın her veçhesini sadece üretim tarzının bir epifenomeni olarak gören ve açıklamayı yapan kişinin siyasi ve teorik sofistikasyonuna göre her şeyin “piyasa” olması, her şeyin “ekonomik“ olması, “esas bakılması gerekenin üstyapı değil de altyapı olması” gibi formlar alan bu açıklamalar sol düşüncenin önemli teorisyenlerini de bıkkınlığa sürüklemiş. 1890 tarihli meşhur mektubunda  bizzat Engels...
Tanıl Bora
16 Aralık 2020 Çarşamba
Birçok analist, geniş bir muhafazakâr seçmen kitlesinin Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kerhen veya çarnaçar desteklemeye devam etmesinde rövanşizm endişesinin temel etken olduğunu söylüyor. Eh, AKP yönetimi de bu tehdit algısını memnuniyetle besleyip büyütüyor. Bir “gidecek” olurlarsa, 28 Şubat’ın bin beterinin sökün edeceği bir rövanş korkusu…Muhalefet de, en ‘sembolik’ işaret olarak, kimsenin başını örtüp örtmediğine karışılmayacağını tekrarlayarak, rövanş endişesini teskine çalışıyor.
Derviş Aydın Akkoç
13 Aralık 2020 Pazar
Hüseyin Cevahir’in yaşamı kesinlikle şiire daha yakın düşecek, hatta belki şiirin ta kendisi olan bir varoluş: sanatçı-düşüncenin sanatçı-aksiyonla kendini tahkim ettiği, iç içe geçip kaynaştığı, estetik duyuşun kendi politik duyuşunu aradığı bir şiir olarak Cevahir’in hayatı: asude bir haşmetin, çelebice bir suskunluğun, hüzünlü bir gülüşün, keskin bir zekânın, koşulsuz bir sevginin ve özgürlük isteğinin motiflerini ördüğü; düşle gerçeklik, fikir ve aksiyon, haz ve acı, demokrasi ve faşizm, mutluluk ve mutsuzluk, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çatışmaların imge kadrolarını tayin ettiği, devrimci ütopik arzununsa güzergahını çizdiği bir şiir, bir tutam yaşam...
Erdoğan Özmen
9 Aralık 2020 Çarşamba
Ruhiye karakterinin açığa vurduğu bir şeyden söz ediyorum. Ruhiye karakterinde kendiliğinden dile gelen bir ağırlık, aşırılık ve şiddetten, ve tam da o aşırılık ve şiddet yüzünden tahammül edemediğimiz ve ıskaladığımız bir Gerçekten. Belki de söz konusu karaktere bir ad tayin ederken bile (haddimi aşarak söylersem) dizinin yaratıcılarının bildiklerini bilmedikleri bir şeyin hikayeye musallat olmak üzere çoktan yerini almış olduğu gerçeğinden.
Aksu Bora
7 Aralık 2020 Pazartesi
Kadınların yolculukları ta baştan, bir kadının yola çıkmasının uygunsuzluğundan itibaren zordur. (Hadi çıktın, o zaman aşkın yoluna çık da münasip bir mutlu son olsun bari!) Zordur, canavarlarla savaşırlarken bile bir yandan dökülen kanı temizlemeleri, dağınıklığı toparlayıp korkanları yatıştırmaları, yaralılara el uzatmaları gerekir… Yürüyüp gidemezler, gitseler, akılları arkada kalır. Mavisakalı öldürdükten sonra Anne’ın yaptığı ilk şey, herifin ölü karılarını gömmekti. Batan güneşe doğru ilerleyen yalnız kahraman, erkektir, kadın değil.
Tanıl Bora
2 Aralık 2020 Çarşamba
Aktivizm, sebattır. İşler halde tutmak, hep iş başında durmak, nöbet beklemektir. Tam tekmil siyasallaşmaya veya nasıl diyelim, doğrudan siyasal olana, siyasî-siyasete olan mesafesi veya temkini içinde, mücavir alanında eğleştiği siyasal olanın alanını genişletebilir, onun yüksek sınır duvarlarında gedikler açabilir. Buna karşılık, rutinleşmenin arızalarına tabidir: bürokratizm, teknikleşme-meslekleşme, kariyerizm, profesyonel ruhsuzluk… Siyasal olan karşısındaki mesafesi, temkini, kritik anlarda onu âtıl bırakabilir.
Derviş Aydın Akkoç
29 Kasım 2020 Pazar
Elbette varoluş sadece düşüş ve kalkış, hasar ve tadil ritimlerinden ibaret değil. Arzunun yalansız bir şekilde kendi kişiliğine kavuşmaya ve onu geliştirmeye programlı bir güzergâhı da var. Sarsıntılı bekleyiş yerini gözü kara bir ataklığa bırakır, kişi yayından fırlamış bir ok gibi hedeflerine doğru yol alır, isabet eder ya da ıskalar, fark etmez. Bu fasılda, arzu ve kudret bahsinde ters köşeye yatıran, hazmedilmesi müşkül parametrelere işaret eden, keskin ve acayip bir bakış...
Sezen Ünlüönen
28 Kasım 2020 Cumartesi
Bu anti-psikoterapi tutumu da, en başta da dediğim hiyerarşiyi kırma, üst sınıfların, varlıklı ya da eğitimli kesimin hakikati tekeline almadığını, bu tür imkanlardan yoksun kimselerin de kendilerine ve başkalarına dair keskin bir kavrayışlarının olabileceğini, mana üretebileceklerini ve hayatlarına yön verme başarısı gösterebileceklerinin ispat edilmesi projesinin bir uzantısı olarak görüyorum. Ne var ki bu kıymetli fikir terazinin öteki kefesinde (yani hakikat ekseninde) şöyle bir soruna yol açıyor...
Barış Özkul
26 Kasım 2020 Perşembe
Mahalli’nin komplocu tezlerini Türkiye’de ve dünyanın başka yerlerinde kabul edecek birileri muhakkak çıkar. Zion Protokolleri gibi bir uydurma metne bile inananlar hâlâ var. Ancak Mahalli’nin niyeti eğer İsrail devletinin işgaline karşı Filistin’in haklı mücadelesine destek olmaksa, bunun “soykırım yalanı” gibi laflarla bezeli bir Holokost reddiyesi ve anti-Semit klişeler ile yapılamayacağı, sonuçta amaçlananın tam tersi bir etkinin ortaya çıkacağı söylenebilir. Filistin’in haklı taleplerini savunmanın yolu tarihin alenen tahrif edilmesi değildir.
Aybars Yanık
26 Kasım 2020 Perşembe
Siyasetin olanaklılık koşulu bazen hâkim öğretileri, ideolojik dolayımı, gündelik hayatın rutin akışını kesintiye uğratmasında yatar. Malum, semboller ve sloganlar gücünü buradan alır. Ters köşe yapmasından, anlık kesintiler üretebilmesinden ve sonra o kesintiyle meydana gelen boşluğun doldurulmasından güç alır. Bir kıvılcım bazen daha önce ihtimal dahilinde görünmeyen bir siyasete kapı aralar ve boşluğu doldurmak siyasetin mümkünlük mertebesi durumuna gelir.
Erdoğan Özmen
25 Kasım 2020 Çarşamba
Kendini ideolojiler-sonrası olarak takdim eden günümüz toplumunun ideolojisi de bir bakıma belli bir psikolojik bakışı/anlayışı hakim kılarak, toplumsal/politik meselelerin yerine o anlayışı ikame ederek, o anlayışa yaslanarak işliyor, enerjisini/gücünü buradan temin ediyor. Bireyi bütün bağ ve ilişkilerinin dışında izole bir varlık olarak konumlandıran, dikkat ve merakını bu tekil bireyle sınırlayan, bir ilişkiye odaklanacaksa bile bunu en iyi ihtimalle özne ile bedeni arasındaki ilişkiden ibaret gören bir psikoloji bu.
Murat Belge
23 Kasım 2020 Pazartesi
Bu bana Erdoğan’ın muhaliflerinin de aklına girmiş olduğunu düşündürüyor. “Güçlü” kavramı onun dünyasının olumlu kavramı. Böyle olunca onun kendi için kurduğu düzeni kaldırmak isteyenler kendi önerdikleri nesnenin de “güçlü” olacağını ima etmiş oluyorlar. Oysa ben şu iktidar döneminde yaşananlardan sonra, ne önereceksek, “güçlü” olmamasını taahhüt etmeliyiz diye düşünüyorum.