Emel Uzun
13 Eylül 2021 Pazartesi
Terzilik deyince Yaprak Öz’ün polisiye roman dizisinden tanıdığımız, 70’li yıllardan başlayarak Zonguldak Kozlu’da işlenen üç karmaşık cinayeti ustalıkla çözen amatör terzi-dedektifi Yıldız Alatan’dan bahsetmemek olmaz. “Polisiye romanlara düşkün, usta bir terzi, dört dörtlük bir ev kadını, tatlı bir komşu, iyi bir dost ve eğlenceli bir anneanne” olan Yıldız Alatan, başlarda boş zaman uğraşı olarak yaptığı dikiş işlerini, tek kızını büyütüp, İstanbul’a kendi hayatına uğurladıktan sonra ilerletir ve “yıldız bir terzi” olarak nam salar.
Derviş Aydın Akkoç
12 Eylül 2021 Pazar
Bir cümleden diğerine, bir sözden ötekine, bir dönemeçten başkasına başlangıç ve son; biri diğerine bitişik, zamanın akışıyla yan yana dizilebilen çizgisel bir form yok ama Erdoğan’ın estetik duyuşunda: Bir kesinti, içe göçme, derin bir yarık var parçalar arasında; u dönüşü motifinin de duyurduğu türden bir yarılma bu. Yolların sonunda, cümlelerin kapanışı ya da çizgilerin bittiği yerde, yüzünü yaşama dönemeyen bir mutlak hiçlik istenci, ölümle gelecek bir silinme, nihai bir noktayla gerçekleşecek bir susma arzusu vardır.
Tanıl Bora
8 Eylül 2021 Çarşamba
Vatanseverlik düşüncesi, evrenselcilikle hemzemindir. Şinasi’nin nazmettiği, Tevfik Fikret’in meşhur ettiği gibi: “Vatanım ruy-i zemin…” Ekolojik vatanseverlikten söz ettik; iklim krizinin ateşe verdiği dünyada, vatanseverlik düşüncesi, lâf olsun diye değil sahiden evrenselci ve global olmak zorunda. (İklim krizinin, göçe zorlanan dünya yoksulları için bir soykırıma dönüşebileceğine dair öngörüleri akıldan çıkarmadan…)
Murat Belge
6 Eylül 2021 Pazartesi
Dolayısıyla robotlar üzerinden gelişmelerin de çığ gibi büyüyeceğini varsayabiliriz. Böyle olursa, kendi varlığını işçi sınıfının varlığının bir türevi gibi gören ve tanımlayan sosyalizm ne yapacak, ne olacak? Artık bir anlamı ve gereği kalmamış bir “eski zaman inancı” olarak tarihe mi geçecek? Böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Robot icat oldu diye bu dünyada “namertlik” bitmez. O devam ettikçe sosyalizme ihtiyaç da devam edecektir. Bugün onunla bağdaştırdığımız bir yığın şey var, teorik düzeyde, pratik düzeyde. Bunların birçoğu muhtemelen değişecek, değişmesi gerekecek. Belki “sosyalizm” adının bile değişmesi sözkonusu olur, çünkü o da özgül bir zamanın ve koşulların damgasını taşıyor.
Barış Özkul
5 Eylül 2021 Pazar
Ancak kültürel süreklilik ve liyakat bahsinde devr-i Hamid ile devr-i Erdoğan arasında ciddi bir uçurum var. Abdülhamid, açtığı askeri ve sivil mekteplerde modern ve kaliteli bir eğitim verilmesini öylesine önemsemişti ki lakaplarından biri “Maarifperver”di. Kendi altını oymak pahasına askeriyeye zadegândan olmayan halk çocuklarının alınmasının önünü açmış; bunların “sadık kullar”dan ziyade modern askerler olarak yetişmesine imkân tanıyan bir eğitim sisteminin kurulmasına önayak olmuştu (Mustafa Kemal ve akranları bu düzenlemeyle subay olabilmiştir.) Darülfünun’u açan da odur. Bunlar bugünün imam-hatipleri ya da üniversiteleriyle nitelikçe kıyaslanacak mektepler değildir.
Işıl Kurnaz
4 Eylül 2021 Cumartesi
Osman Kavala, 18 Ekim 2017'de gözaltına alındı, hemen ardından 1 Kasım 2017'de tutuklandı.[2] Teknik takibi zor belki ama sürecin tahammül ve istiap haddi, teknik takibinden daha zor ve ağır. Önce tutuklama, sonra beraat, sonra başka bir dosyadan aynı gün tekrar tutuklama, birleştirme kararları, dosyayı başka dosyalara bağlama, sonra AİHM kararına yazılan hükümet cevapları, kararların bağlayıcılığı tartışmaları… Ancak mesele, kural haline gelmiş tutuklamalar ve hukukun bir insanın tutuklanması için sunduğu teknik imkânlar kadar, zamanla da ilgili.
Aybars Yanık
2 Eylül 2021 Perşembe
Evet, adaletsizliği görsek tanırız ama bazen sol gözümüzü kapatır tanırız, bazen de sağ gözümüzü kapatır tanırız. Adaletsizlik, somutluğuyla orada bir yerde durur ama onun anlamlandırılması, içeriklendirilmesi ve demokratik bir talebe evrilmesi siyasete bağımlıdır. Talep siyasileşmiş bir arayıştır; dolayısıyla soldan bir eklemlemeye de, sağdan bir eklemlemeye de açıktır.
Erdoğan Özmen
1 Eylül 2021 Çarşamba
Kültürümüzün kalbinden yükselen o buyrukla birbirimize hınçla seslenmemiz arasında ürkütücü bir yakınlık mevcut. Herkesin başka herkese çekinmeden yargıçlık yapmasını, ayar veren, hizaya çeken, ihtar ve itham eden bir dil ve üslupla hitap etmesini çoktan kanıksadık bile.  Örneğin, filanca konuda sesimizi yükseltmemiş, duyarlı davranmamış, dalgınlık göstermiş olmamız yanıbaşımızdakiler tarafından linç edilmemize, kızgınlıkla damgalanmamıza yeterli sayılıyor. İnsanca bütün kusur, zayıflık ve sendelemeler hoş görülmek şöyle dursun derhal yıkıcı bir öfkenin hedefi haline geliveriyor. Aramızdaki cılız işbirliği ve dayanışma imkanlarını daha baştan yok eden bir tavır bu.
Ömer Laçiner
30 Ağustos 2021 Pazartesi
Resmî muhalefet (CHP-İYİ Parti bloku) bu fırsatı sonuna kadar kullanmaya niyetli gözüküyor. AKP-MHP’yi şimdiye kadar tepe tepe kullandıkları “yerli-milli” argümanı ile vurma imkânını yakaladığını düşünen resmî muhalefetin bu konuyu sürekli gündeme getireceği anlaşılıyor. Her şeyden önce bu yabancı düşmanlığı  bahsinde başı çekmeye koşullu MHP’nin AKP’den uzaklaşmaya yönelme ihtimali var burada. CHP ve İYİ Parti bu ihtimal güçlendiği takdirde Türk milliyetçiliği/yabancı düşmanlığı paydasında kesiştikleri MHP’ye kucak açmaya hazırdır zaten.
Derviş Aydın Akkoç
29 Ağustos 2021 Pazar
Ne çok yol var yaşamda; bazı afallatan, kararsız bırakan... Bu keşmekeşin içinde insanın dışsal bir olay vesilesiyle, ya da durup dururken, veya içsel bir tazyikle hep yürüdüğü aşina yollardan sapması, kendini başka ve yabancı yollarda bulması mümkün... Her sapma edimi kendi bilinmeyenlerini de peşi sıra gündeme getirir tabii... Yaşam, türlü dönemeçlerde, Wittgenstein’ın “nasıl devam edeceğini bilip bilmemek” dediği çetrefil meseleyle yüz yüze getirir insanı. Nasıl devam edeceğini bilmek: bir büyük bilinmezlik de yankılanır bu sözde. Bilinmeyen karşısında kişi çaresiz eski donanımlarına, onu şimdi olduğu yere kadar getiren bilgilere bel bağlar.
Aksu Bora
26 Ağustos 2021 Perşembe
Şefkatin yumuş yumuş (hatta belki yapış yapış?) bir şey olduğu, diyelim öfkeyle hiç işinin olmadığı yolunda yaygın (ve yanlış) bir kanaat olduğunu biliyorum (benim de birtakım verilerim var ister istemez). Hak mücadelelerinin tarihine şöyle bir bakmak, bu kanaatin yanlışlığını gösterir- isyanların, itirazların, devrimlerin tarihine. Şefkatsiz olur muydu, sadece öfkeyle, isyanla? Dokunmadan, yoklamadan, yalnızca bakıp “anlayarak”. Büyük verinin bir parçasıymış da dokunmaya gerek yokmuş, saymak yetermiş gibi? (Kitle, yığın, kesim falan gibi kelimeleri hiç sevmem bu sebeple.)
Tanıl Bora
25 Ağustos 2021 Çarşamba
Bitkin ve depresif vaziyette kararıp duran Nazi diktatörü, görüşmelere, toplantılara metamfetamin dopingleriyle silkelenip katılıyormuş. Maiyetinin de, önemli müzakerelerde onla aynı dalga boyunda olabilmek için, haplandığını öğreniyoruz. Norbert Ohler “kimyalarının uyuşması için,” teşbihini kullanıyor – teşbihti, gerçek oldu, diyebiliriz. Ki zaten birçok Nazi uluları da bizzat metamfetamin bağımlısı. Bu metamfetamin yüklemesinin neticesi: gerçeklik duygusunu yitirmek, diye özetleniyor. Ama dikkat: Kendi gerçekliğine halel getirmeyen bir yitim, bu.