Mete Çubukçu
20 Ağustos 2021 Cuma
ABD çekilirken ülkeyi Taliban’a terk etti. Zaten ortada ne bir hükümet ne de Taliban’ı durdurabilecek bir ordu vardı. Oysa daha önce Afgan ordusu için harcanan finansman, verilen eğitimin Taliban’ı durdurabilecek nitelikte olduğunu başta Biden olmak üzere, askeri yetkililer arasında söyleyenler çoğunlukta iken ortaya çıkan manzara çok farklı oldu. Amerikan askeri raporlarında yer almasa bile, 2010 sonrası birçok gazetecinin yerinde gözlemi ve röportajları tersini söylüyordu. Afganistan’ın sosyolojik yapısı olduğu gibi askeri yapısını da etnik, mezhebi, yerel ayrımlar oluşturuyor. Ortak bir Afgan kimliğinin olmaması da ordunun çok kolay biçimde yer değiştirebilme nedenlerinden.
Erdoğan Özmen
18 Ağustos 2021 Çarşamba
Benzer bir parçalı ve dağınık yapı Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filminde de -bu sefer bir başarısızlık örneği olarak- mevcuttu bence. Paternal işlevin çöküşü, babalığın ve baba otoritesinin kaybı, bunun sonucu olarak amaçsızca ortalıkta gezinen oğul gibi temalardan oluşan filmin hikayesi oğulun bakış açısından anlatıldığı ölçüde ortaya çıkan bir başarısızlık bu. Kendi ego-ideallerinden ve hayatını anlamlı kılacak referanslardan/çıpalardan mahrum halde sürüklenen oğulla yapılan özdeşimin yol açtığı bir başarısızlık. Belki de günümüzün başlıca meselelerinden olan bir türlü yetişkin olamama, daimi ergenlik hali, baba otoritesinin ve varlığının kaybı ve burada açılan boşluk, tam aksine daha bütünlüklü ve tutarlı bir sinema diliyle anlatılmalıydı
Tanıl Bora
11 Ağustos 2021 Çarşamba
Değişmek deyince, tümüyle başka birisi olmaktan (veya, en heyecanlısı, “saf değiştirmekten) söz etmiyoruz. İnsanın karmaşıklığına, çok cepheliliğine haksızlık etmemeli. Kimse bütün kurum ve kuruluşlarıyla, baştan aşağı değişip başkalaşmaz, bir suretiyle veya kimi suretleriyle değişime uğrar. Daha önemlisi, kişilik değil, davranış değişir. Bir yaştan sonra, kişilik yapısında bir değişim beklenmez; ama kişinin kimi alışkanlıkları ve davranışları değişebilir. Bir fikir, bir tavır, bir öneri karşısında sormamız gereken sorunun “Kim söylüyor?” değil, -en azından sadece o değil-, “ne, nasıl, niye?” olması gerektiğinin bir teyidi daha.
Murat Belge
9 Ağustos 2021 Pazartesi
Bu monizm sonraki siyasi pratiğin her adımında belirleyici bir rol oynadı. Her durumda Marksistler ve yalnız Marksistler varolan durumun “bilimsel” analizini yapabildiler. “Halk Cephesi” politikası diyalektiğe göre doğruydu. Ama sosyal-demokratları faşist ilan etmek de somut durumun somut analizinin sonucuydu. Hitler’le ittifak imzalamak Stalin’in diyalektik dehasını gösteriyordu; üstünden birkaç ay geçmeden Nazi ordularının Sovyet sınırlarını aşması neyi gösteriyordu, bilemeyeceğim.
Derviş Aydın Akkoç
8 Ağustos 2021 Pazar
Melih Cevdet’in 1987’de yayımlanan “Güneşte” şiirinin açılış dizeleri: “Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz / Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana.” Kozmolojik bir çaresizlik, telafisiz bir kayıp duygusuna teyellenerek daha baştan duyurur kendini. Anday’ın başka şiirlerinde olduğu gibi bu şiirde de estetik duyuş kendi şiirsel sadakatini kaybetmeden resme yaklaşır, ama sözgelimi Salvador Dali’nin 1931 tarihli meşhur Hafızanın Azmi tablosundaki saatler değildir buradaki saatler. Orada saatler erimiş, genleşmiş, oldukları yerlerde donup kalmışlardır.
Sezen Ünlüönen
1 Ağustos 2021 Pazar
Peki nedir benim Tolstoy ya da Dostoyevski olmaktan anladığım? Ben bu ayrımı daha ziyade, hayatı, diğer insanları, dünyevi hazları anlamanın iki farklı yolu olarak görüyorum. Dostoyevski için hayat acımasız ve akıldışıdır, insan büyük erdemlerden büyük rezilliklere bir anda geçebilir, dünya hazları insanı hayvana yaklaştıran, özünde şüpheyle bakılması gereken pis şeylerdir. Karamazov Kardeşler’in aziz ruhlu Alyoşa’sına yahut ermiş mertebesine ulaştığı düşünülen rahip Zosima’sına (ve Dostoyevski’nin ateşli Hıristiyanlığına) rağmen insan özünde her tür alçaklığın çekirdeğini taşıyan bir canlıdır, kötülük her an bir köşe başından fırlayıp boğazımıza sarılabilir (Zosima’nın ölür ölmez cesedinin kokması da bu karanlık bakışın bir ürünü bence).
Aksu Bora
29 Temmuz 2021 Perşembe
Kendini bile isteye rezil etmek. Bir türlü “şeylerin olağan akışı”na kapılamayıp hep kenara, hep dışarı düşmek. Seçilmemiş ama mahkûm olunmuş bir yalnızlık türü. İnsanın kendine verebileceği bir mahkûmiyet. O kararı tam ne zaman verdiğinizi bilemezsiniz, bir sürü küçük an, küçük karar vardır aslında; hep birlikte gülünen bir şakaya gülememişsinizdir mesela, bir türlü “ölçü”yü tutturamamışsınızdır,  “laf döküp saçmayı” değil de gerçekten konuşmayı istemişsinizdir… “Çünkü ne başkalarının söyleyeceklerine ne kendi anlatacaklarıma inancım kalmıştı.”
Polat S. Alpman
29 Temmuz 2021 Perşembe
Göçmenlerle ilgili aşırı sağın çizdiği çerçevenin dışında düşünenler de vicdanlı, merhametli ve saf olmak zorunda değil. Siyasal, sosyal ve ekonomik gerçekliğin gerektirdiği bazı seçenekler göçmenlerin hakkını savunmanın toplumun hakkını savunmak anlamına geldiğini gösterebilir. Göçmenlerin haklarını savunmak, onların ayrımcılığa ve eşitsizliğe uğramalarının önüne geçmek için mücadele etmek, toplumdaki herkesin hakkını savunmak anlamına da gelebilir.
Tanıl Bora
28 Temmuz 2021 Çarşamba
Bu yeni tarz-ı siyaset deneyimlerinde, temsiliyetin panzehiri olarak katılım talebi öne çıkarılıyor. Temsil mekanizmaları da kullanılabilir, ama onların içini katılımla doldurarak, katılımla zorlayarak… (Türkiye’de kadın hareketinin epeydir şiarı bu: temsili yeterli görmüyor, katılım istiyorlar.) Hardt ve Negri, yine henüz el yordamıyla aranan yeni demokratik örgütlenme ve önderlik biçiminin, emir vermeyen, temsil iddiasında bile bulunmayan, yani “…adına” hareket etmeyen, bunun yerine kendi kendisini örgütleyen çokluk/çoğunluk içinde bir “kurul/meclis düzenleyicisi” işlevi gören bir ‘merci’ olması gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Murat Belge
23 Temmuz 2021 Cuma
Yirminci yüzyılın büyük kısmı “sosyalizm/kapitalizm” kavgasıyla geçerken sosyalizmin bilimselliği de öteki cepheden çeşitli saldırılara uğradı. Örneğin Marx’ın sosyalizmi gelişkin kapitalist ülkelerden yayılacak bir rejim olarak görmesi “bilimsel olmadığının” kanıtı olarak sunuldu. Sosyalizmin gerçek tarih içinde seyri de Marx’ın nasıl yanıldığının örneği olabilir. Konuya “bilimsellik” açısında baktığımızda, “bilim” denen şeyin “müneccimlik” demek olmadığını vurgulamak isterim. Bilimsel bir öneri, yapıldığı zaman insan bilgilerini veri olarak alan ve sentezleyen bir öneridir. O aşamada “insan bilgisi” çerçevesi dışında kalan şeyleri kapsaması mümkün değildir, beklenemez.
Erdoğan Özmen
21 Temmuz 2021 Çarşamba
Kendi hayatlarında habire yığınak yapmanın, güç, zenginlik ve iktidar biriktirmenin derdindeyken etrafa sabır, şükür, tevekkül öğütlemeleri nasıl çirkin ve mide bulandırıcı. İktidara ve iktidarın nimetlerine sahip olmak gözlerini öylesine kamaştırmış, kalplerini mühürlemiş halde ki apaçık zulümleri bile görmüyorlar artık. Genellikle erkekler. Hakla, hukukla, işini hakkıyla yapmakla hiçbir ilişkileri yokmuş, kalmamış gibi davranıyorlar. “Öyle işte, yapıyorum çünkü yapabiliyorum, bir de hesap mı vereceğim” demek ister gibiler sanki, ifadesiz bir sırıtışla suratlarında hep.
Barış Özkul
15 Temmuz 2021 Perşembe
Ekonomi Sanayi Devrimi çağından bu yana görülmemiş bir hızla dijitalleşirken, yapay zekâ bir tür ikame teknoloji olarak birçok iş kolunda sadece kol emeğini değil zihinsel emeğe dayalı işgücünü de lüzumsuzlaştırıyor. Eski dünyanın kolektif temsil kurumları aşınırken üretimin yapılış tarzı da tümüyle bireyselleşiyor ve işbölümü büyük oranda gereksizleşiyor. Üretici güçlerin ulaştığı gelişim düzeyi mekânda bir araya gelme ve “işyerinde üretim” zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. On yıl önce “evden çalışma” ve “parça başı iş” kapitalizm içinde bir güvencesizleşme ve anomali olarak görülürken bugün “ev” bir üretim mekânı olarak “kural”a dönüşüyor.