Murat Belge
1 Kasım 2021 Pazartesi
Nitekim Marx’tan da sonra Marksizm’in liberalizmle kavgası iyice bir kan davasına dönüştü. Türkiye gibi toplumlarda orta yerde “Marksizm” gibi bir ideoloji sözkonusu olmasa da egemen düşünce tarzının liberalizmi sindiremeyeceği belli bir şey. Bu düşünce tarzı merkeziyetçidir, otoriterdir, bir işi başarmanın en iyi yolunun “yukarıdan aşağıya” işleyecek bir mekanizma ile gerçekleşeceğinden şüphesi yoktur. Bilgi ve düşünce ile ilişkisi (Marksizm, liberalizm v.b. ideolojiler olsun ya da olmasın) temelde dogmatiktir — tabii bu gibi özelliklere sahip olan, bir tek Türkiye değil, dünya ülkelerinin birçoğunda benzer eğilimler görürüz.
Işıl Kurnaz
31 Ekim 2021 Pazar
30 Kasım’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kavala kararının uygulanması için toplanacak. Bu toplantıda, Türkiye’nin AİHM kararını uygulamaması Sözleşme’nin 46. maddesi esas alınarak üye ülkelerin 3’te 2’sinin alacağı bir kararla AİHM’e intikal ettirilebilir. Türkiye, Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının İcrası Dairesi Başkanı Clare Ovey’e bir mektup gönderdi. “Kavala davasının bağımsız Türk mahkemeleri tarafından görüldüğü ve yargıya kimsenin talimat vermesinin mümkün olmadığı” söylendi. Tüm bunlar olurken Hakimler ve Savcılar Kurulu’nın bir üyesi, “TBMM tarafından seçilmiş olduğum HSK üyeliği görevimden Genel Başkan'ımız Sayın Devlet Bahçeli ile yaptığımız istişare sonucu istifa etmiş bulunmaktayım,” demişti.
Erdoğan Özmen
27 Ekim 2021 Çarşamba
Mütemadiyen başkalarıyla ilişkilerimiz hakkında düşünüyor, tartışıyor, konuşuyoruz. Kişisel gelişim kitaplarına gösterdiğimiz takıntılı ilginin gerisinde de benzer bir şey var: hiçbir şey yerli yerinde değilmiş, yer, yön ve amaç tayini için ihtiyaç duyduğumuz tüm referansları ve anlam çıpalarını kaybetmişiz de, yeniden ilişkilerimizi düzenlemek, yürütmek, yoluna koymak gerekiyormuş gibi. Bunun için “ilişki yönetimi” diye tuhaf bir kavram bile icat ettik. Daha sağlıklı, tatminkar ve istikrarlı etkileşim ve ilişkiler için uzman tavsiyelerinden medet umuyoruz.
Aksu Bora
25 Ekim 2021 Pazartesi
Hakikat sonrası da deniyor içinde yaşadığımız zamana, biliyorsunuz. Keats bu bağlamda “kaybolma kabiliyeti”nden nasıl söz ederdi, tahmin edemiyorum ama şunu biliyorum, çok kabiliyetli olmasak da, kaybolmak fazlasıyla kolay şimdi. Hakikatin toprağına ayak basamaz hale geldiğinizde, artık yükseğe mi uçarsınız, havaya mı karışırsınız…  Bildik anlam çerçeveleri dağılıp giderken, hakikatin mahiyetinden bir türlü emin olamazken, içimiz dışımıza çıkmış gibiyken. Su bile, akmak için yatak ister!
Tanıl Bora
20 Ekim 2021 Çarşamba
Selahattin Demirtaş’ın yaptığı da, edebiyatın bir ifade özgürlüğü kurumu olduğunu göstermek değil mi, her şeyden önce! O, edebiyata başvurmakla, “edebiyat denen şu tuhaf kurumun,” kamusal söz söylemeye dair bir ilkesel hak demek olduğunu hatırlatıyor. Bir siyasetçinin, -cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaklaşık %10 oy almış, meclisin üçüncü partisi konumundaki bir partinin eş genel başkanlığını yapmış bir siyasetçinin-, yani “işi” kamusal söz söylemek olan birisinin, hapsedilmeye karşı, kamusal söz söylemekten men edilmeye karşı en güçlü sözü belki de budur.
Murat Belge
18 Ekim 2021 Pazartesi
Bir epistemoloji, bir bilgi teorisi, gelecekte olabilecekler hakkında bize fikir verir. Her şeyi söyleyemeyiz. İnsan zihni bunu yapamamıştır ve yapamayacaktır. Bir füze gibi son derece sofistike bir makinanın ne yapacağını, nasıl davranacağını bilir (zaten kendisi yapmıştır); ama tarihin nasıl oluşacağını bilemez ve bilemeyecektir. Lenin kitabında kongreyi anlatır, kongrenin olgularını sıralar. Bunu yaptıktan sonra olayın diyalektikçesini anlatır: A ile B çelişmektedir, falan filan Bundistler bu diyalektiğin bilmemne kategorisindedirler. Dühring’in Marx’ı eleştirmek için söylediği gibi bütün olayı bir de böyle anlatır.
Derviş Aydın Akkoç
17 Ekim 2021 Pazar
Aralıklar, çatlaklar, yutkunmalar eşliğinde söz çatıldıkça zaman üzerindeki belirsizlikler de çekilir: Özsoy’un parçalarında şimdiye musallat olan bir yakın geçmiş çizgisi vardır; unutuşa hayıflanmanın, hatırlamaya katlanmanın zembereğini o kurar. Özne iki kuvvet, hatırlama ve unutma, geçmiş ve şimdi sarkacında salınım halindedir, bu kilitlenmede gelecekse neredeyse yoktur. Sözgelimi “Telefondaki Ses” öyküsünün Latif’i: çalkantılı ruhu bilinmez bir kâbusla cebelleşirken kulaklarında daima “geçmişin gürültüsünü” duyar.
Işıl Kurnaz
16 Ekim 2021 Cumartesi
Cezasızlık, bir hak ihlalinin bırakın cezalandırılmasının engellenmesini, henüz ilk adımda yani soruşturmaya izin verilmemesiyle ortaya çıkan sistematik bir siyaset. Suçun faillerinin bulunmasının, yargılanmasının söz konusu olmadığı bir politika biçimi. Artık adalet hakkından, adaleti aramaktan, bir hak ihlalinin esasından önce, çok daha şekli bir meseleyi konuşuyoruz bu yüzden: Korunan failleri, soruşturulmasına izin verilmeyen kamu görevlilerini. Devletin sorumluluğu bahsinin bizzat devlet tarafından nasıl sahipsiz bırakıldığı meselesi. Bu yüzden artık mağdurun adalete erişebilmesinin bir hak olmasından önce, cezasızlıkla nasıl mücadele edileceğini hesaba katıyoruz.
Emel Uzun
14 Ekim 2021 Perşembe
Bugün koşullar o günden çok farklı. Aynı araştırmayı bugün yapsak Türk milliyetçiliğinin büyük ötekisinin artık değişmekte olduğunu ya da en azından çoğullaştığını tespit etmek zor olmayacaktır. Siyasi iktidar düzeyinde odak hala aynı, ama sıradan insan açısından ön sıra artık net bir biçimde “Suriyeliler” ve “Afgan”lara ait. Artık namusu korunması gereken vatan toprağı, Suriyeliler ve Afgan’lar ile “dolmuş” iken, Kürtlere yönelmiş dikkat sıradan insan düzeyinde bir miktar dağılmış gibi görünüyor.
Erdoğan Özmen
13 Ekim 2021 Çarşamba
Düşünce tarihindeki büyük epistemolojik kopuşlara ne çok şey borçluyuz. Onlar sayesinde düşünme biçimlerimizde ortaya çıkan dönüşümler, o güne değin düşünülemez olana ilişkin edindiğimiz yeni keşif ve içgörüler, düşünme ve ifade etme kapasitemizdeki genişlemeler, insana ve dünyaya ilişkin kavrayışımızda ortaya çıkan yeni olanaklar, önümüzde açılan yeni yollar, yeni biçim ve nedensellik bağlarının icadı ve kurulması, kör karanlığın ve gölgeli alanların gerilemesi, ışığın ve aydınlığın artması, yeni arayışların belirmesi… insanlığımızı ve dünyamızı radikal biçimde değiştiren bu armağanların tümünü o kopuşlara borçlu değil miyiz?
Barış Özkul
10 Ekim 2021 Pazar
Abdulrazak Gurnah, düne kadar tanınmış ya da çok okunan bir yazar değildi. Örneğin Nobel ödülü açıklandıktan sonra Almanya’da Gurnah romanlarının 2010’dan beri yeni baskılarının yapılmadığı ortaya çıktı. Neredeyse kırk yıldır yazan Gurnah’ın ismini ben de ilk kez 2013’te Murat Belge’den işitmiştim. Murat Belge, daha o zamanlar, Gurnah’ın parlak bir yazar olduğunu söylüyordu – bir dersinde onu okuttuğunu da kendisinden dinlemiştim. Dolayısıyla beklenmedik bir gelişme olarak Nobel Edebiyat Ödülü’nün Gurnah’a verilmesi çok kişiyi şaşırtsa da onun yazdıklarını eskiden beri ilgiyle takip eden eleştirmenler vardı.
Kenan Erçel
8 Ekim 2021 Cuma
Şensoy’a dair hatırladığım ilk tartışma konusu onun Akbank reklamlarında oynamasıydı. Ve belli ki oynamakla kalmamış, metin yazarlığını da yapmıştı. Kendisinin yanısıra o zamanki eşi Derya Baykal, çocukları ve Ortaoyuncular’dan sahne arkadaşları da yer almıştı o reklamlarda. 90’lı yıllar nostaljisi yapmaya gerek yok ama o zamanlar bir tiyatro sanatçısının, yazarın reklamlarda boy göstermesi yadırganmıştı. Hele Şensoy gibi muhalif kimliğiyle bilinen bir şahsın reklamla, üstelik bir banka reklamıyla tezatlığı garipsenmişti. “Evler oturanlardır!”dan “Ev bankacılığı”na…