Barış Özkul
23 Ağustos 2021 Pazartesi
ABD ve NATO’nun yirmi yıllık müdahalesi Afganistan’da başarılı bir ulus-inşasına dönüşemeden sonlanırken, yeni tabloda en zor durumda olanlar dün olduğu gibi bugün de kadınlar, LGBT-İ’ler, ifade özgürlüğünden yana olanlar. Basiretsizliği ve beceriksizliğiyle Afganistan’ı bulduğundan daha beter halde bırakıp giden Amerika Birleşik Devletleri ile içeriksiz bir anti-emperyalizm ve ABD karşıtlığı adına Rusya ve Çin’deki otokratik-totaliter rejimlerin ipine sarılanlar arasındaki çekişme uluslararası toplumun dikkatlerini Afganistan’dan başka coğrafyalara yöneltirken, Afgan halkı Taliban’la baş başa ve yapayalnız kalmış olmanın çaresizliği içerisinde.
Murat Belge
23 Ağustos 2021 Pazartesi
Marx’ın yazmaya başladığı yıllarda Sanayi Devrimi’nin başlamasının üstünden daha yüz yıl geçmemişti. Olaya ille de “egemenlik” açısından bakacaksak (öyle bakanlar çoğunluğu oluşturuyordu) insan henüz “doğaya egemen” olmamıştı, ama bunun kapısı açılmış gibi görünüyordu. Yani Marx yüzyıllarca sürmüş bir eziklikle ciddi bir “biz kazanıyoruz” duygusunun kesiştiği kendine özgü bir çağın ürünü ve düşünürüdür. Örneğin bir Charles Dickens gibi o da yirmi yaşındayken posta arabasına binip gittiği yere elli yaşında “tren” denen bir şeye binip demir raylar üstünden gidebilmiştir.
Işıl Kurnaz
21 Ağustos 2021 Cumartesi
Başkalarının acısına bakmak derken kastettiğimizin sadece başkasına öylece bakmak olmadığını görmek için, kadınların birbirine nasıl baktığına dikkat kesilmek yeterli çünkü. Nasıl baktıkları kadar, kavramların içini neyle doldurdukları da. Afgan kadınların dışındakiler, ılımlı siyasi hatlar çekiyorlar, Afgan kadınlar ise o ılımlı siyasi hattın ne olduğunu ifşa ediyorlar. Atıldıkları dünyaya, tekrar sığma çabası ve inadı diyelim biz ona. Çünkü söz konusu başkasının hayatının politikası olduğunda, Dünya siyaseti, kavramların içini “ılımlı ve iyi niyetli” gibi şekilsiz şeylerle doldururken, kadınlar başka bir şeyi açığa çıkarıyorlar.
Mete Çubukçu
20 Ağustos 2021 Cuma
ABD çekilirken ülkeyi Taliban’a terk etti. Zaten ortada ne bir hükümet ne de Taliban’ı durdurabilecek bir ordu vardı. Oysa daha önce Afgan ordusu için harcanan finansman, verilen eğitimin Taliban’ı durdurabilecek nitelikte olduğunu başta Biden olmak üzere, askeri yetkililer arasında söyleyenler çoğunlukta iken ortaya çıkan manzara çok farklı oldu. Amerikan askeri raporlarında yer almasa bile, 2010 sonrası birçok gazetecinin yerinde gözlemi ve röportajları tersini söylüyordu. Afganistan’ın sosyolojik yapısı olduğu gibi askeri yapısını da etnik, mezhebi, yerel ayrımlar oluşturuyor. Ortak bir Afgan kimliğinin olmaması da ordunun çok kolay biçimde yer değiştirebilme nedenlerinden.
Erdoğan Özmen
18 Ağustos 2021 Çarşamba
Benzer bir parçalı ve dağınık yapı Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filminde de -bu sefer bir başarısızlık örneği olarak- mevcuttu bence. Paternal işlevin çöküşü, babalığın ve baba otoritesinin kaybı, bunun sonucu olarak amaçsızca ortalıkta gezinen oğul gibi temalardan oluşan filmin hikayesi oğulun bakış açısından anlatıldığı ölçüde ortaya çıkan bir başarısızlık bu. Kendi ego-ideallerinden ve hayatını anlamlı kılacak referanslardan/çıpalardan mahrum halde sürüklenen oğulla yapılan özdeşimin yol açtığı bir başarısızlık. Belki de günümüzün başlıca meselelerinden olan bir türlü yetişkin olamama, daimi ergenlik hali, baba otoritesinin ve varlığının kaybı ve burada açılan boşluk, tam aksine daha bütünlüklü ve tutarlı bir sinema diliyle anlatılmalıydı
Tanıl Bora
11 Ağustos 2021 Çarşamba
Değişmek deyince, tümüyle başka birisi olmaktan (veya, en heyecanlısı, “saf değiştirmekten) söz etmiyoruz. İnsanın karmaşıklığına, çok cepheliliğine haksızlık etmemeli. Kimse bütün kurum ve kuruluşlarıyla, baştan aşağı değişip başkalaşmaz, bir suretiyle veya kimi suretleriyle değişime uğrar. Daha önemlisi, kişilik değil, davranış değişir. Bir yaştan sonra, kişilik yapısında bir değişim beklenmez; ama kişinin kimi alışkanlıkları ve davranışları değişebilir. Bir fikir, bir tavır, bir öneri karşısında sormamız gereken sorunun “Kim söylüyor?” değil, -en azından sadece o değil-, “ne, nasıl, niye?” olması gerektiğinin bir teyidi daha.
Murat Belge
9 Ağustos 2021 Pazartesi
Bu monizm sonraki siyasi pratiğin her adımında belirleyici bir rol oynadı. Her durumda Marksistler ve yalnız Marksistler varolan durumun “bilimsel” analizini yapabildiler. “Halk Cephesi” politikası diyalektiğe göre doğruydu. Ama sosyal-demokratları faşist ilan etmek de somut durumun somut analizinin sonucuydu. Hitler’le ittifak imzalamak Stalin’in diyalektik dehasını gösteriyordu; üstünden birkaç ay geçmeden Nazi ordularının Sovyet sınırlarını aşması neyi gösteriyordu, bilemeyeceğim.
Derviş Aydın Akkoç
8 Ağustos 2021 Pazar
Melih Cevdet’in 1987’de yayımlanan “Güneşte” şiirinin açılış dizeleri: “Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz / Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana.” Kozmolojik bir çaresizlik, telafisiz bir kayıp duygusuna teyellenerek daha baştan duyurur kendini. Anday’ın başka şiirlerinde olduğu gibi bu şiirde de estetik duyuş kendi şiirsel sadakatini kaybetmeden resme yaklaşır, ama sözgelimi Salvador Dali’nin 1931 tarihli meşhur Hafızanın Azmi tablosundaki saatler değildir buradaki saatler. Orada saatler erimiş, genleşmiş, oldukları yerlerde donup kalmışlardır.
Sezen Ünlüönen
1 Ağustos 2021 Pazar
Peki nedir benim Tolstoy ya da Dostoyevski olmaktan anladığım? Ben bu ayrımı daha ziyade, hayatı, diğer insanları, dünyevi hazları anlamanın iki farklı yolu olarak görüyorum. Dostoyevski için hayat acımasız ve akıldışıdır, insan büyük erdemlerden büyük rezilliklere bir anda geçebilir, dünya hazları insanı hayvana yaklaştıran, özünde şüpheyle bakılması gereken pis şeylerdir. Karamazov Kardeşler’in aziz ruhlu Alyoşa’sına yahut ermiş mertebesine ulaştığı düşünülen rahip Zosima’sına (ve Dostoyevski’nin ateşli Hıristiyanlığına) rağmen insan özünde her tür alçaklığın çekirdeğini taşıyan bir canlıdır, kötülük her an bir köşe başından fırlayıp boğazımıza sarılabilir (Zosima’nın ölür ölmez cesedinin kokması da bu karanlık bakışın bir ürünü bence).
Aksu Bora
29 Temmuz 2021 Perşembe
Kendini bile isteye rezil etmek. Bir türlü “şeylerin olağan akışı”na kapılamayıp hep kenara, hep dışarı düşmek. Seçilmemiş ama mahkûm olunmuş bir yalnızlık türü. İnsanın kendine verebileceği bir mahkûmiyet. O kararı tam ne zaman verdiğinizi bilemezsiniz, bir sürü küçük an, küçük karar vardır aslında; hep birlikte gülünen bir şakaya gülememişsinizdir mesela, bir türlü “ölçü”yü tutturamamışsınızdır,  “laf döküp saçmayı” değil de gerçekten konuşmayı istemişsinizdir… “Çünkü ne başkalarının söyleyeceklerine ne kendi anlatacaklarıma inancım kalmıştı.”
Polat S. Alpman
29 Temmuz 2021 Perşembe
Göçmenlerle ilgili aşırı sağın çizdiği çerçevenin dışında düşünenler de vicdanlı, merhametli ve saf olmak zorunda değil. Siyasal, sosyal ve ekonomik gerçekliğin gerektirdiği bazı seçenekler göçmenlerin hakkını savunmanın toplumun hakkını savunmak anlamına geldiğini gösterebilir. Göçmenlerin haklarını savunmak, onların ayrımcılığa ve eşitsizliğe uğramalarının önüne geçmek için mücadele etmek, toplumdaki herkesin hakkını savunmak anlamına da gelebilir.
Tanıl Bora
28 Temmuz 2021 Çarşamba
Bu yeni tarz-ı siyaset deneyimlerinde, temsiliyetin panzehiri olarak katılım talebi öne çıkarılıyor. Temsil mekanizmaları da kullanılabilir, ama onların içini katılımla doldurarak, katılımla zorlayarak… (Türkiye’de kadın hareketinin epeydir şiarı bu: temsili yeterli görmüyor, katılım istiyorlar.) Hardt ve Negri, yine henüz el yordamıyla aranan yeni demokratik örgütlenme ve önderlik biçiminin, emir vermeyen, temsil iddiasında bile bulunmayan, yani “…adına” hareket etmeyen, bunun yerine kendi kendisini örgütleyen çokluk/çoğunluk içinde bir “kurul/meclis düzenleyicisi” işlevi gören bir ‘merci’ olması gerektiğine dikkat çekiyorlar.