Polat S. Alpman
13 Temmuz 2021 Salı
Bir yandan üniversiter alan üzerine yeniden düşünmenin olanaklarını aramak, diğer yandan mevcut koşullar altında olup biteni anlamlandırmak ve bütün bunları tarihsel ve sosyopolitik bir bağlam içinde konumlandırmak için öğrencilerden Dayanışma Akademileri’ne, akademisyenlerden üniversitelere kadar bir dizi meseleyi kamusal alanda tartışmayı hedefledik. Bu çabayı “totaliter bir erk kullanma aşklarının dışavurumu” olarak değil de Türkiye’deki yükseköğretimin demokratikleşme mücadelesine bir katkı olarak yorumlamak daha gerçekçi ve insaflı olacaktır.
Tanıl Bora
14 Temmuz 2021 Çarşamba
“Pislik heriftir ama bizim pislik herifimizdir” ruhsatı vermek, verebilmek, bir güç makamında bulunmanın işareti. Pislik adamlara sahip olmak, bir pislikler kadrosunu tasarrufu altında bulundurmak, bir ‘imkân,’ bir güç... Bir hikmet-i devlet vardır burada: İstenmeyen, el kirletecek, pis işlerin yine de yapılması gereği sineye çekilecek; bu işler, münhasıran o pisliğe vakıf, o pisliğe alışık, o pisliğe bulaşık olanlara gördürülecek, yani pis iş ‘outsource’ edilecek, taşerona verilecek, böylece pislik tecrit ve enterne edilecek, başka yere bulaşmayacaktır. Zehir-panzehir dengesi…
Murat Belge
12 Temmuz 2021 Pazartesi
Demek ki “devrimci” sınıf, hayat koşulları rahatlayınca, tüketim toplumu içinde kendi görece mütevazı imkânlarıyla yaşamayı tercih edebiliyordu. Aynı zamanda “yabancı işçi” düşmanı olabiliyorlardı. En sağ politikalara destek verebiliyorlardı. Toplumun, çocuğunu, karısını dövmek gibi en geri, en mide bulandırıcı gelenekleri onların arasında en yaygın şeklini alabiliyorlardı. Bu arada yeni bir iş peydahlandı. Daha doğrusu teknoloji büyük bir atılım daha yapmayı başardı. Bilgisayar falan derken “robot” üretimine geçildi. Bazı alametler belirmişti ne zamandır. Üretimde “beyaz yakalı” katkısı “mavi yakalı” kesimi sayıca geride bırakmaya başlamıştı.
Derviş Aydın Akkoç
11 Temmuz 2021 Pazar
Seçmek, önünde sonunda bir karar vermek; karar vermekse aksiyon için gereken ilk adımı atmak, bu adımı mümkün kılacak cesareti göstermekle bağlantılıdır. Seçme edimine damgasını vuran faktörse sanılanın aksine arzu değil, korkudur: karardan önceki tereddütler, ürpertili bekleyişler, ya da “akıl defterini” karıştırıp kurcalayıp da aynı yerlerde çakılıp kalmalar, çoğun korkudandır... Dostoyevski’nin Raskolnikov’u mesela, başlangıçta nasıl da kendinden emindir, “özgür irade” düşüncesine inanıp da eyleme kalkışmak isterken; fakat daha derme çatma odasından çıkıp da borca battığı ev sahibesine yakalanmamak için merdivenlerde ecel terleri döker, basamaklardan bir gölge gibi sıvışırken iradesi parça parça sökülür.
Erdoğan Özmen
7 Temmuz 2021 Çarşamba
Demek bugünkü acılarımızı, açmazlarımızı, engellenmelerimizi, yoksunluklarımızı anlamlandırmak için bakıyoruz geçmişe. Ama öte yandan da, o geçmiş bizim şimdiki bakışımız sayesinde, şimdiden geçmişe doğru oluşturduğumuz anlamlandırıcı çerçeveler sayesinde varoluyor, mütemadiyen geri dönüşlü biçimde inşa ediliyor. İnsanın hikayesinde düz bir gelişim çizgisinin, çizgisel bir mantığın geçerli olmaması demektir bu. Ruhsal ıstırap/semptomlar anlamları geçmişin derinliklerinden bulup çıkartılacak, keşfedilecek işaretler olarak değil, geri dönüşlü biçimde inşa edilen, deyim yerindeyse icat edilen izler olarak kavranmalıdır.
Sezen Ünlüönen
6 Temmuz 2021 Salı
Bu toplumsal düzlemden daha küçük ölçekli, bireyler arasındaki ilişkilere, bu yazıyı açtığım görsel medyadaki aşk üçgenlerine döndüğümüzde, Ahmed’in toplumsal düzeyde ırkçılık ve milliyetçilikle ilgili söylediklerinin ikili ilişkilerin temsilinde de bir karşılık bulduğunu görebiliriz bence. Esas oğlanla esas kız arasındaki “hain engel,” bu tür geleneksel ilişki biçimlerinin çoğunlukla beklenen “değer”i yaratamayacağını, herkesin toplumsal cinsiyet rollerinin içinde sıkı sıkıya oturduğu “romantik” ilişkilerin aranan o iyi hayatı kurmaya kabil olmayacağını teslim etmekten kaçınmayı mümkün kılar.
Murat Belge
1 Temmuz 2021 Perşembe
XIV. Louis’yi birileri ona söylemiş gibi görünüyor. Bunu da bilumum AB müktesebatından daha değerli bulduğu belli. “Yöneten”, tanımı gereği, iradesine set çekilmemesi gereken kişidir. “Üç erk”, “dört erk”, kaç tane “erk” varsa, “yöneten”in emrinde olmalıdır. Adında “danışma” lafı geçen kurullar aslında danışmak için değildir. “Yöneten” düşünüp karar verdiklerini yerine getirmeleri için onlara emir verir. Asıl işlevleri budur. Sözkonusu olan Tayyip Erdoğan bile olsa, “Bütün bu yetkileri tanıdığımız kişinin bunları doğru kullanacağının teminatı var mıdır?” sorusuna vereceği bir cevap olmalıdır. Erdoğan’ın cevabı ne olabilir? “Bunların hepsinin genel cevabı Kur’an-ı Kerim’de vardır.” Cevap bu.
Tanıl Bora
30 Haziran 2021 Çarşamba
Çocukluğunu gençliğini sahil küçük şehir ve kasabalarında geçirmiş 60’lı ve 70’li yaşlarındaki ahbaplardan, şen şatır 1 Temmuz hatıraları dinlemişliğim var. Tören resmiyetinin berisinde, denizle hemhal olarak, tuzlu su sarhoşluğuyla geçirilmiş neşeli ve biraz da karnavalesk bir gün çıkıyor onların hafızalarından… Galiba, biraz nostalji zevki... Ve galiba, resmiyet, denize alâkasızlık ve elbette ‘sanayi-ticaret,’ diyelim, sahillerin ticarî yağması, olduğu kadarıyla o taşra karnavaleskini de boğdu geçen zamanda. Kısacası, Sezar’ın dediği gibi, “bayram”da eksik olan, sahici denizcilik muhabbeti ve deniz sevgisi. Gözleri ve gönülleri deniz-insan ilişkisine açmak…
Ahmet İnsel
29 Haziran 2021 Salı
Anayasa Mahkemesi denetimine tabi olan kararnameler yerine Cumhurbaşkanlığı kararlarına ağırlık veriliyor. Bu kararlar kâğıt üzerinde Danıştay denetimine tabi olması gerekirken, Cumhurbaşkanlığı hukukçuları bu kararların Cumhurbaşkanı’nın tek başına yaptığı işlemler olarak yargı denetimi dışında olduğunu iddia ediyorlar. Böylece 2017 anayasa değişikliği ile tek karar alıcı olan Cumhurbaşkanı’nın kararlarının hepsi hükümet tasarrufu olarak değerlendirilip, ne TBMM’nin ne de hiçbir yargı merciinin denetleme yetkisinin olmadığı iddia edilen çok geniş bir karar alanı yaratılıyor. Böylece aktif biçimde parti başkanı olan bir cumhurbaşkanının siyasi ve hukuki sorumluğu fiilen ortadan kaldırılıyor.
Aksu Bora
27 Haziran 2021 Pazar
On beşinde evden kaçmamış olmak gibi, yirmilerinde kitaplardan sarhoş olmamış olmak da sonradan telafi edilemez herhalde. Hatırladım ki, o yoğunluğu veren, okuduğum her şeyi ete kemiğe büründürüp hayatımın bir parçası kılan, onları paylaşmaktı. Kitapları değil, anlattıklarını bile değil hatta, kitaplarla yaşadığım şeyi. Beni büyüledi mi, şaşırdım, öfkelendim, sinir mi oldum, neşelendim mi. Bunları birbirimize “bulaştırarak” başka, daha yoğun bir şeye dönüştürüyorduk. Sanki daha maddi bir şeye. Kitaplar üzerine konuşmaktan başka, kendimiz, hayatımız, hayatlarımız hakkında bir şeydi sanki yaptığımız.
Derviş Aydın Akkoç
27 Haziran 2021 Pazar
Dostlardan yahut tanıdıklardan sevginin ve ilginin esirgenmesi değildir ama burada maksat, zira pek çok şey gibi sevgi de bir bağlanma meselesidir: özneye kendine duyduğu sevgiyi yeniden hatırlatmayan, sunmayan, onu kendine yeniden ve daha güzel yollardan bağlamayan her türden bağlanma hamlesi esas itibariyle zararlıdır, kişinin kendinden nefret etmesine yol açtığı için. Kendini keşfetmek kadar zor olan bir başka edim de insanın kendini sevmesi, daha doğrusu kendinden hoşnut kalabilmesidir. Kendinden hoşnut kişi başkalarını kınayacağına kendini kınar; dışarıdan kabahatli aramaz, mazeretler üretmez, yetersizliklerini çekinmeden kendi yüzüne vurmaktan da imtina etmez;
Ömer Laçiner
25 Haziran 2021 Cuma
AKP-MHP seçimle iktidarı kaybetme riskini göze alsa dahi öyle görünüyor ki geride bırakacakları Türkiye herhangi bir hükümet programıyla değil ancak ve sadece –yeniden-kurucu– bir toplumsal seferberlikle kendini toparlayabilecek bir Türkiye olacaktır. Eğer “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek” veya “yoksulluğu ve yolsuzluğu önlemek” gibi şekli ve popülist vaatler temelinde muhalefet eden partiler bu halleriyle iş başına gelebilseler dahi; bir kurucu toplumsal seferberlik buna eşlik etmezse felakete gidiyoruz demektir. Çünkü AKP-MHP iktidarı, özellikle şu son birkaç yıldır “yerlilik ve millilik” adına yürüttüğü icraatla Türkiye’nin uygar bir devlet ve toplum olma niteliğinin zaten az gelişmiş temellerini kararlı biçimde tahrip ederek bu ülkeyi bir devlet ve toplum enkazı haline getirmişlerdir.