Aksu Bora
4 Şubat 2022 Cuma
Bunu okuduğumda, ev emekçileri sendikalaşmak için uğraşıp durdukları sırada başvurdukları sendika da bu ilkeyi benimsemiş olsaydı, işler ne kadar hızlanabilirdi diye düşündüm. İşçiler yalnızca işçi değillerdir ve emek sömürüsü ile bin türlü ayrımcılık birbirini destekler. İşçi sınıfı hiçbir zaman çalışmayla birbirlerine bağlanan erkekler topluluğundan ibaret değildi, şimdi hiç değil. Emek tarzı yalnızca emekçileri değil, onları çevreleyen bütün bir bağlamı, kentleri, sokakları, evleri, parlamentoları, filmleri, romanları da biçimlendirir. Yüz yıl önce böyleydi, şimdi de böyle.
Menderes Çınar
3 Şubat 2022 Perşembe
İnsaflı davranmak gerekirse, içinde bulunduğumuz baskıcı şartlarda muhalefetin işi gerçekten zor. Fakat bu bozuk şartlar ve onunla beraber gelen kurumsal/toplumsal çözülme nedeniyle önümüzdeki mesele sadece bir iktidar değişimi meselesi değil demokrasiyi yeniden kurma meselesidir. Muhalefet, bu hususun taşıdığı kritik önemi gerçekten kavramış ve bir hazırlığa girişmiş değil. Ben, bu yeniden kurma meselesini en temel çerçeve koşul olarak alarak, Türkiye muhalefetinin içinde bulunduğu vizyonsuzluk, eylemsizlik ve inisiyatifsizlik sorunlarının kaynağı olarak gördüğüm üç noktaya odaklanacağım.
Erdoğan Özmen
2 Şubat 2022 Çarşamba
Ego-ideallerinin çöküşünün, onlarla aramdaki bağın kopmasının sonucudur utanç. Ego-ideallerim parçalandığında, ego-ideallerimin uzağına düştüğümde; demek yapıp ettiklerime, edimlerime atfettiğim anlamları umursamadığımda, demek tam bir kayıtsızlık ve sorumsuzluk içinde taahhütlerimden vazgeçtiğimde utanırım. İnsan çünkü, o taahhütlerin toplamıdır biraz da, kendi içinde yerleşmiş bir hesap verme makamının ürünüdür. O utanç sayesinde canlanır, telafi kanalları açmaya çalışır, içimde yeni bir hesap verme makamı tesis ederim. Had hudut tanımaktır utanç.
Orhan Koçak
2 Şubat 2022 Çarşamba
Askeri-sınai-siyasi kompleks fikrine geçmişte solda fazla müşteri çıkmadı, çünkü Türkiye’nin 90’lara kadar kayda değer bir silah sanayisi yoktu. Bir de, 1974 Kıbrıs işgali bir yana bırakılırsa (solun çeşitli sektörlerinin bu konudaki tutumu ikircikliydi) NATO’ya alınmanın bedeli olarak katıldığı Kore harbinden 90’lı yıllara kadar Türkiye’nin silahlı dış maceraları olmamıştı. Yabancı topraklardaki askeri operasyonlar 90’larda başladı ve Türkiye’nin aselsanıyla, havelsanıyla, bmcsiyle, koçuyla ve bayraktarıyla silah sanayisinin ihracat yapabilecek bir büyüklüğe erişmesine paralel olarak 2000’li yıllarda zirveye çıktı. (Aynı süreçte, solun o ikircikli sektörlerinin zihinlerinin netleşmesini ve açıkça Denktaşçı olmalarını izledik.)
Kenan Erçel
1 Şubat 2022 Salı
Gelelim canalıcı soruya: Niye karayollarını temiz tutmak için şirketlerin ve sivil örgütlerin desteğine gerek var? “Adopt a highway” programının 1980’lerde doğması bu bakımdan manidar. Neoliberalizmin ABD’deki tezahürü Reaganomics’in palazlandığı, hegemonik hale geldiği, kamu harcamalarını kısıp serbest piyasaya daha büyük bir alan açmanın her derde deva bir reçete diye sunulduğu o yıllarda böyle bir inisiyatifin yeşermiş olması şaşırtıcı değil. Vergi gelirlerinden karşılanması gereken bir kamu hizmetinin aksaması üzerine o gelirlerin yetersizliğini sorgulamak yerine çareyi özel teşebbüste aramak o gün bugündür gittikçe kuvvetlenen toplumsal bir reflekse dönüşmüş durumda.
Murat Belge
31 Ocak 2022 Pazartesi
Klişelerden biri, bir süre iktidardan uzak kalan bir partinin, hava değişip iktidara geldiğinde, karşılaştığı durumu “enkaz devraldık” diyerek betimlemesidir. İşin kötüsü, bu söz, her söylenişinde duruma uygun bir betimleme olabilmiştir. İlk ne zaman, hangi konjonktürde söylendi, hiç hatırlamıyorum şimdi, ama kimbilir kaç kere işitmişimdir. Şimdi 2022’ye girdik; toplum Erdoğan iktidarından başını kurtarmayı başaracak olursa, onun yerini alacak iktidarın da aynı klişeyi kullanmasını kimse yadırgamaz. Üstelik, bu şimdiki, klişenin belki en gerçekçi kullanımı olacaktır.
Tanıl Bora
26 Ocak 2022 Çarşamba
Sadece sonuçlarıyla bir rıza üretim yöntemi olarak iş görmekle (“bak, toplumun % şu kadarı ‘hadi ordan’ diyor”) kalmaz anketler; ihtimaliyatı verili şıklara kıstırmalarıyla da rıza üretimine katkıda bulunur. Siyasal çözüm ufkunu iktidarın veya kurumsal siyasetin seçtiği seçeneklere daraltmak, siyasal katılımı önüne konan hap soruya evet ya da hayır demeye indirgemek, üstelik bunu aktif ve doğrudan katılımın şampiyonluğuna soyunarak yapmak (“millete/halka soralım!”), plebisiter siyasetin usulüdür.
Işıl Kurnaz
22 Ocak 2022 Cumartesi
Kolektif belleğin içinde hukukun ve davaların ne yeri olduğunu sorgularken, aslında cevabı başından belli bir soruyu sorduğumun da farkındayım. Geçmiş, yüklü ve taşınan bir eylemdir. Hukukun kudretli gücünün, aslında güçsüzlüğünün ve sınırlarının farkında olmayan bir öfori halinden geldiğini gösterir size Hrant Dink davası. Hukuk, kararını verdiğinde, hikâyenin biteceğini, yaranın kapanacağını, kendinden hoşnut ve kesin hüküm denilen o büyük yargının, olayı nihayete erdirdiğini ve adaleti sağlama gücünün salt kendisinde olduğuna inanır.
Sezen Ünlüönen
21 Ocak 2022 Cuma
Bu yoksunluğun en önemli nedeni de, tabii o cihette bir düşünsel yatırımın Cem Yılmaz’ın kafasındaki "halk" fikriyle, zıpçıktı zeki oğlan, "hayat okulu"nda tahsil görmüşlükle bağdaşmaması. “Halk,” Yeşilçam’ın yoksul ama onurlu karakterleri mi, Sivas’ta insan yakıp ritim tutanlar mı, Nasreddin Hoca bilgeliğini senelerdir sahneye taşımaya çalışan Cem Yılmaz mı? “Elitler” marina sahipleri mi, Avrupa’ya gidip Türk gördük diye üzülenler mi, yoksa oyuncularla arkadaşlık eden, Bodrum’da havuzlu yazlığını istediği gibi kullanamayan, yat sahibi Cem Yılmaz mı?
Emel Uzun
20 Ocak 2022 Perşembe
İki şey gösteriliyordu televizyonda. Eğlence içeriği olarak çok süslü, parlak, gösterişli bir ünlüler, güçlüler ve zenginler dünyası. “Büyüyoruz” diyen ekonomi haberleri. Sürekli GAP haberi izlemekten içimde garip bir gurur duygusu büyümeye başlamıştı. Müthiş büyük proje diye diye saatlerce baraj ve kanal inşaatlarındaki iş makinalarına baktığımı, “Gide Gide GAP” diye bir program izlediğimi hatırlıyorum. Gümrük Birliği telaşı da öyle. Her gün en önemli gündem o idi. Sürekli izliyor, ne demek istediklerini anlamıyordum. Ama içime bir umut doluyordu.
Erdoğan Özmen
19 Ocak 2022 Çarşamba
Bir yerimiz olsun isteriz hayatta. Yerleşmek ve tutunmak için. Varoluşumuzun ağırlığından, mütemadiyen varlığımızın farkında olarak yaşıyor olmanın yükünden biraz kurtulmak, hafiflemiş hissetmek için. Sözümüzün bir değeri ve karşılığı olsun isteriz. Sesimiz ulaşsın muhataplarına. “Duyuyorum seni, söylediklerini can kulağı ile dinliyorum” diyen ötekiler olsun çevremizde. Böylece tanınmış, görülmüş, kucaklanmış, tutulmuş hissetmek isteriz, çaresiz ve terk edilmiş hissetmemek.
Barış Özkul
18 Ocak 2022 Salı
Hikmetten felsefeye geçişi olanaksız kılan "muayyen hadlerle" çevrili bu eksik modernleşmenin, pusulasız ve dümensiz fikrî akışın edebiyattaki seçimleri nasıl belirlediği gösterilirken Tanzimat yazarlarının Batı edebiyatıyla ilişkisinin rastlantısallığına özellikle dikkat çekilir. Osmanlı edebiyatına Batı'dan yapılmış ilk kurmaca nesir tercümesi olan Fenelon'un Télémaque'ı Batı'da roman türünün bilinen örneklerinden biri değildir. Bu devirde Batı edebiyatlarından sürekli çeviriler yapılmakla birlikte ne Cervantes, ne Balzac ne de Dickens Türkçeye nakledilmiştir. Tek bir yazarın eserleri arasında yapılan seçimler de henüz olgunlaşmamış edebi zevkleri ele verir.