Orhan Koçak
10 Şubat 2022 Perşembe
Althusser’in bu en gözde talebesi “anti-özcülerden” yarım adım sonra gelmesiyle onların bilmediği, yaşamadığı bir tarihi de teorik gözlem altına alabilmişti. Gellner, Hobsbawm, Anderson, 80’li yılların başında, eski Yugoslavya’da henüz “milletlerin/halkların” birbirini boğazlamadığı bir dönemde çalıştılar. Kendi dönemlerinde tanık oldukları Çin-Vietnam-Kamboçya arasındaki çatışmaları (ve bu ülkelerde tam o sırada yeşeren milliyetçi heyecanları) zarafetle görmezden gelmeyi becerdiler. Gellner sıkı bir anti-komünist olarak bu meseleyi deşmek isterdi bence, ama belki de özgün dökümanlara ulaşamadığı için sessiz kaldı.
Tanıl Bora
9 Şubat 2022 Çarşamba
Kemalistler arası tartışmalarda, İnönü, Kemalizmin zaten hiçbir zaman kâmilen uygulanmamış olduğuna inananların tutamağıdır. İnönü, statükoculuğuyla, revizyonizmiyle, sakınganlığıyla, Kemalist İnkılâbın yarım kalmışlığının günahkârıdır onlara göre. Milliyetçi-muhafazakâr ve İslâmcı cenahta da, İnönü’nün, Kemalizmin ve Mustafa Kemal’in voodoo bebeği işlevini gördüğünü biliyoruz. Mustafa Kemal kültüne ilişmeden, -ya da fazla ilişmeden-, cumhuriyetle, laisizmle, erken cumhuriyet dönemi icraatıyla ilgili kem sözlerin rahatlıkla savrulabileceği nişangâh, İnönü’dür.
Işıl Kurnaz
5 Şubat 2022 Cumartesi
Bu şu demekti, bir Alevi dergahına, Cemevi’ne 30.000 TL elektrik faturası gelirken, bunun bir kısmı da vergi olduğu için Devlet’e buradan kaynak aktarılırken ve Aleviler bu meblağları kendileri ödemek zorunda kalırken, Devlet’in ibadethane olarak tanıdığı yerlerin, çok büyük çoğunluğu camiler olan yerlerin, elektrik giderleri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ödeniyordu. Ayrımcılığın, kesişimsel ve hiç beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkan bir boyutu daha vardır. Herkes için eşit düzeyde hak ihlali yarattığını düşündüğümüz bir siyasal mesele, bazen öyle bir hareket eder ki kendisini başka bir boyutta gösterir.
Aksu Bora
4 Şubat 2022 Cuma
Bunu okuduğumda, ev emekçileri sendikalaşmak için uğraşıp durdukları sırada başvurdukları sendika da bu ilkeyi benimsemiş olsaydı, işler ne kadar hızlanabilirdi diye düşündüm. İşçiler yalnızca işçi değillerdir ve emek sömürüsü ile bin türlü ayrımcılık birbirini destekler. İşçi sınıfı hiçbir zaman çalışmayla birbirlerine bağlanan erkekler topluluğundan ibaret değildi, şimdi hiç değil. Emek tarzı yalnızca emekçileri değil, onları çevreleyen bütün bir bağlamı, kentleri, sokakları, evleri, parlamentoları, filmleri, romanları da biçimlendirir. Yüz yıl önce böyleydi, şimdi de böyle.
Menderes Çınar
3 Şubat 2022 Perşembe
İnsaflı davranmak gerekirse, içinde bulunduğumuz baskıcı şartlarda muhalefetin işi gerçekten zor. Fakat bu bozuk şartlar ve onunla beraber gelen kurumsal/toplumsal çözülme nedeniyle önümüzdeki mesele sadece bir iktidar değişimi meselesi değil demokrasiyi yeniden kurma meselesidir. Muhalefet, bu hususun taşıdığı kritik önemi gerçekten kavramış ve bir hazırlığa girişmiş değil. Ben, bu yeniden kurma meselesini en temel çerçeve koşul olarak alarak, Türkiye muhalefetinin içinde bulunduğu vizyonsuzluk, eylemsizlik ve inisiyatifsizlik sorunlarının kaynağı olarak gördüğüm üç noktaya odaklanacağım.
Erdoğan Özmen
2 Şubat 2022 Çarşamba
Ego-ideallerinin çöküşünün, onlarla aramdaki bağın kopmasının sonucudur utanç. Ego-ideallerim parçalandığında, ego-ideallerimin uzağına düştüğümde; demek yapıp ettiklerime, edimlerime atfettiğim anlamları umursamadığımda, demek tam bir kayıtsızlık ve sorumsuzluk içinde taahhütlerimden vazgeçtiğimde utanırım. İnsan çünkü, o taahhütlerin toplamıdır biraz da, kendi içinde yerleşmiş bir hesap verme makamının ürünüdür. O utanç sayesinde canlanır, telafi kanalları açmaya çalışır, içimde yeni bir hesap verme makamı tesis ederim. Had hudut tanımaktır utanç.
Orhan Koçak
2 Şubat 2022 Çarşamba
Askeri-sınai-siyasi kompleks fikrine geçmişte solda fazla müşteri çıkmadı, çünkü Türkiye’nin 90’lara kadar kayda değer bir silah sanayisi yoktu. Bir de, 1974 Kıbrıs işgali bir yana bırakılırsa (solun çeşitli sektörlerinin bu konudaki tutumu ikircikliydi) NATO’ya alınmanın bedeli olarak katıldığı Kore harbinden 90’lı yıllara kadar Türkiye’nin silahlı dış maceraları olmamıştı. Yabancı topraklardaki askeri operasyonlar 90’larda başladı ve Türkiye’nin aselsanıyla, havelsanıyla, bmcsiyle, koçuyla ve bayraktarıyla silah sanayisinin ihracat yapabilecek bir büyüklüğe erişmesine paralel olarak 2000’li yıllarda zirveye çıktı. (Aynı süreçte, solun o ikircikli sektörlerinin zihinlerinin netleşmesini ve açıkça Denktaşçı olmalarını izledik.)
Kenan Erçel
1 Şubat 2022 Salı
Gelelim canalıcı soruya: Niye karayollarını temiz tutmak için şirketlerin ve sivil örgütlerin desteğine gerek var? “Adopt a highway” programının 1980’lerde doğması bu bakımdan manidar. Neoliberalizmin ABD’deki tezahürü Reaganomics’in palazlandığı, hegemonik hale geldiği, kamu harcamalarını kısıp serbest piyasaya daha büyük bir alan açmanın her derde deva bir reçete diye sunulduğu o yıllarda böyle bir inisiyatifin yeşermiş olması şaşırtıcı değil. Vergi gelirlerinden karşılanması gereken bir kamu hizmetinin aksaması üzerine o gelirlerin yetersizliğini sorgulamak yerine çareyi özel teşebbüste aramak o gün bugündür gittikçe kuvvetlenen toplumsal bir reflekse dönüşmüş durumda.
Murat Belge
31 Ocak 2022 Pazartesi
Klişelerden biri, bir süre iktidardan uzak kalan bir partinin, hava değişip iktidara geldiğinde, karşılaştığı durumu “enkaz devraldık” diyerek betimlemesidir. İşin kötüsü, bu söz, her söylenişinde duruma uygun bir betimleme olabilmiştir. İlk ne zaman, hangi konjonktürde söylendi, hiç hatırlamıyorum şimdi, ama kimbilir kaç kere işitmişimdir. Şimdi 2022’ye girdik; toplum Erdoğan iktidarından başını kurtarmayı başaracak olursa, onun yerini alacak iktidarın da aynı klişeyi kullanmasını kimse yadırgamaz. Üstelik, bu şimdiki, klişenin belki en gerçekçi kullanımı olacaktır.
Tanıl Bora
26 Ocak 2022 Çarşamba
Sadece sonuçlarıyla bir rıza üretim yöntemi olarak iş görmekle (“bak, toplumun % şu kadarı ‘hadi ordan’ diyor”) kalmaz anketler; ihtimaliyatı verili şıklara kıstırmalarıyla da rıza üretimine katkıda bulunur. Siyasal çözüm ufkunu iktidarın veya kurumsal siyasetin seçtiği seçeneklere daraltmak, siyasal katılımı önüne konan hap soruya evet ya da hayır demeye indirgemek, üstelik bunu aktif ve doğrudan katılımın şampiyonluğuna soyunarak yapmak (“millete/halka soralım!”), plebisiter siyasetin usulüdür.
Işıl Kurnaz
22 Ocak 2022 Cumartesi
Kolektif belleğin içinde hukukun ve davaların ne yeri olduğunu sorgularken, aslında cevabı başından belli bir soruyu sorduğumun da farkındayım. Geçmiş, yüklü ve taşınan bir eylemdir. Hukukun kudretli gücünün, aslında güçsüzlüğünün ve sınırlarının farkında olmayan bir öfori halinden geldiğini gösterir size Hrant Dink davası. Hukuk, kararını verdiğinde, hikâyenin biteceğini, yaranın kapanacağını, kendinden hoşnut ve kesin hüküm denilen o büyük yargının, olayı nihayete erdirdiğini ve adaleti sağlama gücünün salt kendisinde olduğuna inanır.
Sezen Ünlüönen
21 Ocak 2022 Cuma
Bu yoksunluğun en önemli nedeni de, tabii o cihette bir düşünsel yatırımın Cem Yılmaz’ın kafasındaki "halk" fikriyle, zıpçıktı zeki oğlan, "hayat okulu"nda tahsil görmüşlükle bağdaşmaması. “Halk,” Yeşilçam’ın yoksul ama onurlu karakterleri mi, Sivas’ta insan yakıp ritim tutanlar mı, Nasreddin Hoca bilgeliğini senelerdir sahneye taşımaya çalışan Cem Yılmaz mı? “Elitler” marina sahipleri mi, Avrupa’ya gidip Türk gördük diye üzülenler mi, yoksa oyuncularla arkadaşlık eden, Bodrum’da havuzlu yazlığını istediği gibi kullanamayan, yat sahibi Cem Yılmaz mı?