Kemal Can
25 Aralık 2020 Cuma
Yaygın görüş, Bahçeli’nin Erdoğan açısından da rahatsız edici bulunan bir cendere yarattığı şeklinde. Buna “Bahçeli vesayeti” adını verenler de var. Bahçeli’nin veya biraz daha genelleştirerek iktidarın milliyetçi-ulusalcı kanadının rollerini biraz abartılı ifade ettikleri, bunun birtakım alternatif arayış endişeleriyle tetiklendiği yolunda iddialar var. Bunların tamamı genel anlamda doğru. Ancak bu görüntünün kesinlikle bir ittifak çatlağı ile sonuçlanacağı öngörüsü için fazla aceleci olunduğu söylenebilir.
Erdoğan Özmen
23 Aralık 2020 Çarşamba
Başlangıçta etkin bir güç olarak tüm sahneyi kaplayan anne vardır. Bakım veren, besleyen, kucaklayan gücün cisimleşmiş hali, gerçek bir nesnenin (memenin) faili olarak anne. Bebeğin ağlamalarını (ihtiyacını) tam zamanında fark eden ve tam zamanında ortaya çıkan. Annenin bu varlık/yokluk döngüsünü başlangıçta çocuk yönetiyor gibidir: Lacancı (herhangi bir engellenmenin olmadığı) mitik döneme özgü, çocuk ihtiyaç duyduğunda daima ortaya çıkan ve doyduğunda geri çekilen annedir bu. Burada bile, verme ve geri çevirme ruhsatını elinde tutan etkin taraftır anne.
Ahmet İnsel
21 Aralık 2020 Pazartesi
Otantik faşizmin siyasal-toplumsal tahayyül dünyasını etkileme, bunlara karşı oluşacak tepkileri bastırma ve sindirme kapasitesi olarak önemli bir gücü var. Buna irredantist hevesleri kabaran ulusalcı-laikçi çevrelerin sessiz ama derinden desteklerini de ilave edince, yerli faşizmin günümüzde hegemonya kurduğunu söylemek abartılı olmaz. Bu hegemonyanın somut bir örneği, CHP’li Maltepe Belediyesi’nin İYİ Partili bir belediye meclisi üyesinin önerisini kabul ederek, bir yeşil alana, Hitler hayranlığı tescilli, ırkçılığı, antisemitizmi bilinçle ve ısrarla savunmuş, Türk siyasal düşünce tarihinin en otantik faşistinin, Nazi hayranlarından birinin adını vermeyi gıkı çıkmadan oylamasıdır
Murat Belge
21 Aralık 2020 Pazartesi
Benim de aralarında olduğum, kendini “Marksist” olarak tanımlamış kişiler için özellikle kötü bir dönem. Birçoğumuz varolan “Marksist” rejimlerle kendini özdeşlemiyordu.  Gene de, bir yanda Rusya, bir yanda Çin’in günümüzdeki konumları “acıklı”. Ben kendi hesabıma Marksizm’i bir dogma olarak benimsemedim;  en koyu bağıtlanma dönemlerimde dahi Marx’ın yaklaşımıyla uyum kuramadığım konular vardı. Ama sonuç olarak formasyonumda en güçlü etki Marksizm’den gelir. Bu yıkıntının başladığı tarih her ne idiyse, o günden bir gün önce olduğum kadar Marksist’im bugün de.
Sezen Ünlüönen
20 Aralık 2020 Pazar
Son tahlilde ekonomik düzleme bağlanmayan her açıklamayı eksik bulan, toplumsal hayatın her veçhesini sadece üretim tarzının bir epifenomeni olarak gören ve açıklamayı yapan kişinin siyasi ve teorik sofistikasyonuna göre her şeyin “piyasa” olması, her şeyin “ekonomik“ olması, “esas bakılması gerekenin üstyapı değil de altyapı olması” gibi formlar alan bu açıklamalar sol düşüncenin önemli teorisyenlerini de bıkkınlığa sürüklemiş. 1890 tarihli meşhur mektubunda  bizzat Engels...
Tanıl Bora
16 Aralık 2020 Çarşamba
Birçok analist, geniş bir muhafazakâr seçmen kitlesinin Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kerhen veya çarnaçar desteklemeye devam etmesinde rövanşizm endişesinin temel etken olduğunu söylüyor. Eh, AKP yönetimi de bu tehdit algısını memnuniyetle besleyip büyütüyor. Bir “gidecek” olurlarsa, 28 Şubat’ın bin beterinin sökün edeceği bir rövanş korkusu…Muhalefet de, en ‘sembolik’ işaret olarak, kimsenin başını örtüp örtmediğine karışılmayacağını tekrarlayarak, rövanş endişesini teskine çalışıyor.
Derviş Aydın Akkoç
13 Aralık 2020 Pazar
Hüseyin Cevahir’in yaşamı kesinlikle şiire daha yakın düşecek, hatta belki şiirin ta kendisi olan bir varoluş: sanatçı-düşüncenin sanatçı-aksiyonla kendini tahkim ettiği, iç içe geçip kaynaştığı, estetik duyuşun kendi politik duyuşunu aradığı bir şiir olarak Cevahir’in hayatı: asude bir haşmetin, çelebice bir suskunluğun, hüzünlü bir gülüşün, keskin bir zekânın, koşulsuz bir sevginin ve özgürlük isteğinin motiflerini ördüğü; düşle gerçeklik, fikir ve aksiyon, haz ve acı, demokrasi ve faşizm, mutluluk ve mutsuzluk, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çatışmaların imge kadrolarını tayin ettiği, devrimci ütopik arzununsa güzergahını çizdiği bir şiir, bir tutam yaşam...
Erdoğan Özmen
9 Aralık 2020 Çarşamba
Ruhiye karakterinin açığa vurduğu bir şeyden söz ediyorum. Ruhiye karakterinde kendiliğinden dile gelen bir ağırlık, aşırılık ve şiddetten, ve tam da o aşırılık ve şiddet yüzünden tahammül edemediğimiz ve ıskaladığımız bir Gerçekten. Belki de söz konusu karaktere bir ad tayin ederken bile (haddimi aşarak söylersem) dizinin yaratıcılarının bildiklerini bilmedikleri bir şeyin hikayeye musallat olmak üzere çoktan yerini almış olduğu gerçeğinden.
Aksu Bora
7 Aralık 2020 Pazartesi
Kadınların yolculukları ta baştan, bir kadının yola çıkmasının uygunsuzluğundan itibaren zordur. (Hadi çıktın, o zaman aşkın yoluna çık da münasip bir mutlu son olsun bari!) Zordur, canavarlarla savaşırlarken bile bir yandan dökülen kanı temizlemeleri, dağınıklığı toparlayıp korkanları yatıştırmaları, yaralılara el uzatmaları gerekir… Yürüyüp gidemezler, gitseler, akılları arkada kalır. Mavisakalı öldürdükten sonra Anne’ın yaptığı ilk şey, herifin ölü karılarını gömmekti. Batan güneşe doğru ilerleyen yalnız kahraman, erkektir, kadın değil.
Tanıl Bora
2 Aralık 2020 Çarşamba
Aktivizm, sebattır. İşler halde tutmak, hep iş başında durmak, nöbet beklemektir. Tam tekmil siyasallaşmaya veya nasıl diyelim, doğrudan siyasal olana, siyasî-siyasete olan mesafesi veya temkini içinde, mücavir alanında eğleştiği siyasal olanın alanını genişletebilir, onun yüksek sınır duvarlarında gedikler açabilir. Buna karşılık, rutinleşmenin arızalarına tabidir: bürokratizm, teknikleşme-meslekleşme, kariyerizm, profesyonel ruhsuzluk… Siyasal olan karşısındaki mesafesi, temkini, kritik anlarda onu âtıl bırakabilir.
Derviş Aydın Akkoç
29 Kasım 2020 Pazar
Elbette varoluş sadece düşüş ve kalkış, hasar ve tadil ritimlerinden ibaret değil. Arzunun yalansız bir şekilde kendi kişiliğine kavuşmaya ve onu geliştirmeye programlı bir güzergâhı da var. Sarsıntılı bekleyiş yerini gözü kara bir ataklığa bırakır, kişi yayından fırlamış bir ok gibi hedeflerine doğru yol alır, isabet eder ya da ıskalar, fark etmez. Bu fasılda, arzu ve kudret bahsinde ters köşeye yatıran, hazmedilmesi müşkül parametrelere işaret eden, keskin ve acayip bir bakış...
Sezen Ünlüönen
28 Kasım 2020 Cumartesi
Bu anti-psikoterapi tutumu da, en başta da dediğim hiyerarşiyi kırma, üst sınıfların, varlıklı ya da eğitimli kesimin hakikati tekeline almadığını, bu tür imkanlardan yoksun kimselerin de kendilerine ve başkalarına dair keskin bir kavrayışlarının olabileceğini, mana üretebileceklerini ve hayatlarına yön verme başarısı gösterebileceklerinin ispat edilmesi projesinin bir uzantısı olarak görüyorum. Ne var ki bu kıymetli fikir terazinin öteki kefesinde (yani hakikat ekseninde) şöyle bir soruna yol açıyor...