Emel Uzun
21 Mayıs 2020 Perşembe
İlk zamanlar sağlık çalışanları için akşam dokuzda alkış eylemi yapılıyordu malum. Ben şimdi bizim burada duymuyorum. Sokaktan ıslıklar, alkış sesleri gelince ne olduğunu anlamam birkaç günümü almıştı. Apartmanda her daim “okula gitseler ne güzel olacak” adını koyduğum bir grup çocuğun haykırışları yükseliyor. Günler geçmeyince temizlik neferi haline geldi tabii insanlar. Dinmeyen süpürge sesleri. Sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde kendini sokağa, parka atmış firarileri kovalamak için devriye gezen polis araçlarından çıkan siren sesleri… Tüm bunlar ne zaman duysak bu günleri hatırlayacağımız sesler oluverdi galiba.
Tanıl Bora
20 Mayıs 2020 Çarşamba
İnsanlar bu kapanma ve kısılma tecrübesinde hayat tarzları üzerine, “lüzumsuz tüketimleri” üzerine düşünmüş olabilir ki, kendilerini sorgulayıp da tüketim ‘neşvesinden’ uzaklaşmaya yönelir mi? O insancıklar, endüstriye, “sistem”e… kapitalizme meydan okuyacak bir güç teşkil edebilir mi? Trafiğin elektrifikasyonu, binaların ekolojik ölçütlere göre renovasyonu, sanayide yeşil hidrojiene geçiş gibi reformist öneriler, -sosyal devletin ihyası ‘iyi-ihtimaline’ paralel-, karşılık bulabilir mi?
Aybars Yanık
19 Mayıs 2020 Salı
10 Nisan 2020’de geçerli olan, pandemi nedeniyle iki günlük ilk sokağa çıkma yasağının saatler kala ilan edilmesinden itibaren sokaklarda kargaşa, kavga, izdiham gören birinin aklına ilk önce insanların iş bilmezliği, görgüsüzlüğü, kınanacak komikliği, hatta medeniyetsizliğin gelmesi ne tür bir akıl yürütmenin sonucu olabilir?
Murat Belge
18 Mayıs 2020 Pazartesi
Aristoteles’ten beri “zoon politikon” kavramıyla yaşamaya alışmışız: insan, “toplumsal hayvan” (burada “politikon”, politikten çok toplumsal anlamında). Tarih boyunca karşılaştığımız sorunlar kural olarak bizi bir araya getiren etkenler olmuş. Onun için de her dilde bizim mahut “birlik ve beraberlik” klişesine paralel kalıplar oluşmuş. Oysa bu yeni durum bizi “izole bireyler” halinde davranmaya davet ediyor. Bunu atlatmak için birbirimizle teması mümkün olduğu kadar azaltmamızı emrediyor. Ama tabii bunu toplumsallığın daha ileri bir biçimi olarak yorumlamamız da mümkün. Birbirimize karşı sorumluluğumuz (umarım geçici bir süreyle) birbirimizden uzak durmamızı gerektiriyor!
Kemal Can
17 Mayıs 2020 Pazar
Kendi tabanı dışındakilerin memnuniyetiyle ilişkisini epey önce kesmiş iktidar, artık tabanının tamamının tatminiyle de çok vakit harcamak istemiyor. Bu nedenle, -muhalefetten çekindiğinden değil- kendi seçmeninin baskı gücünü dengelemek için, aritmetik açmazı gündemin ilk sırasından indirmek istiyor. Üniversite sınavı tarihi açıkladıktan sonra “sandıkta görüşürüz” mesajları atılması çok istenen bir şey değil. Aritmetik krizin belirsizlik ve tereddüt üretmesi ve Demokles’in kılıcı gibi sallanması hayırlı bulunmuyor.
Orhan Koçak
16 Mayıs 2020 Cumartesi
Beklenti ve karşı-beklenti dizileri bu kez de peş peşe geldi, çoğu zaman tahlil kılığına bürünmüş temenniler halinde. Kapitalizm gidebilirdi, “otoritaryenizm” güçlenebilirdi, insan soyu doğanın efendisi olmaktan vazgeçip uyumlu bir parçası olmayı seçebilirdi. Ama daha büyük ihtimalle de her şey hiçbir şey değişmemiş gibi devam edebilir, güneş yine biraz doğudan doğar, iliştirilmiş tarihçi iliştirildiği yer ve tarihte kalabilirdi.
Kenan Erçel
13 Mayıs 2020 Çarşamba
Bu nedenle birçok yoksul vatandaş durumları acil servise gitmeyi gerektirene kadar bekleyip —bazen iş işten geçtikten sonra— soluğu hastanede alıyor. Zira federal yasa gereği hastaneler acil servise gelen insanları sigortasız dahi olsalar geri çeviremiyor. Sağlık sigortaları olmadığı için insülin edinmekte zorlanan, edindiğini de zamana yayarak azar azar kullanan nice şeker hastası var ABD’de. Zaten yeterince kalabalık olan sigortasızların saflarına şimdi bir de Covid-19 krizi sebebiyle işlerini ve dolasıyla işleri üzerinden sahip oldukları sağlık sigortalarını yitiren milyonlar eklenmekte. Sağlık sigortası olanların durumu da çok parlak değil.
Erdoğan Özmen
13 Mayıs 2020 Çarşamba
Her birimizin aynı eksik ve fazlalıklardan muzdarip olduğunu, aynı yaşam aciliyetleriyle bozulan dengeleri mütemadiyen yeniden oluşturmaya çabaladığımızı erkenden keşfederiz. En baştan itibaren aynı yasak ve sınırlara tabiyizdir. Tümüyle muhtaç ve bağımlıyken de görece özerk ve kendine yeterli gibiyken de aynı kırılganlıklardan muzdarip, aynı arzu yasalarına bağlı, aynı kaygı cereyanlarına açık haldeyizdir. Aynı zevklenme ve haz örüntülerini tekrarlar, aynı biçimde travmatize olur, aynı acıları deneyimleriz.
Aksu Bora
11 Mayıs 2020 Pazartesi
Pınar Öğünç salgın zamanı çalışanlarla konuşuyor; kasiyer, psikolog, hostes… Sohbetlerin baskın duygusu, endişe. Hastalanma endişesi, işten atılma, kirayı ödeyememe… Haklı endişeler olduğunu en baştan biliyorduk; görüştüklerinden hastalanan da oldu, işten atılan da. Bir de bezginlik. “Geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor.” Farklı işler yapan, farklı hayatlar yaşayan bu insanları (ve galiba okurları da) birbirine bağlayan duygular bunlar; endişe ve bezginlik.
Ömer Laçiner
8 Mayıs 2020 Cuma
Karşı karşıya olduğumuz buhran ise kapitalist düzenin herhangi bir temel mekanizmasının tökezlemesi veya bozulmasının yüzeye çıkardığı bir durum değil; tam aksine o temel mekanizmaların sistemin mantığı doğrultusunda işleyişlerinin “normal” sonuçlarının insani varoluşlar için nasıl büyük bir tehdit/tehlike oluşturduğunu ve bu tehdit potansiyelinin sürekli artmakta olduğunun açığa çıkma sarsıntısı üzerinden tanımlanabilir sadece.
Tanıl Bora
6 Mayıs 2020 Çarşamba
Arkasından beteri geldi: post-truth, hakikat-sonrası. Bırakın “gerçeği,” malûmatın dahi tamamen ve sadece yarayışlılığına tabi hale geldiği bir rejim. Manipülasyonun muteber ‘bilgi üretimi’ makamına kurulduğu, propagandanın kendinden menkul bir anlam ifade eder hale geldiği, komplo zihniyetinin bizatihî teori ikamesine dönüştüğü bir rejim.
Barış Özkul
5 Mayıs 2020 Salı
Heisenberg’in belirsizlik prensibini rastlantı ve olasılığın hâkim olduğu mikro-kozmos boyutundan doğada ve toplumda her türlü nedenselliği suya düşüren bir spirütalist felsefe boyutuna taşımanın yanlışlığını vurgulaması; yeni fizik keşifleriyle kesin nedensellik prensibinin yerini olasılıklı nedensellik prensibinin almasından hareketle insan iradesinin bundan böyle kör bir talihe teslim olduğunu öne sürenleri eleştirmesi; insan iradesinin eski veya yeni fizikle ilgisi olmadığını, fiziksel ya da biyolojik hipotezlere tâbi kılınamayacağını savunması… Bunlar son derece cesur çıkışlardır.