Murat Belge
4 Mayıs 2020 Pazartesi
Biz şimdi “N’aber, hani güçlüydün? Nerde gücün?” edebiyatı yapıyoruz. Kimilerimizde bunun birikimi var. Çünkü Amerika’yı gördüğümüz gibi güçlü olmak istemişler, olamayınca “früstrasyon” basmış, şimdi seviniyorlar. Bu tür sevinmeye saygım yok. Amerikan toplumu çaresiz kaldı: doğru mu bu? Doğru. Amma velakin, “çaresiz” kalan “Amerika”dan ibaret değil. Amerika bu sistemini ve bütün sistemlerini “kapitalizm” dediğimiz büyük sisteme göre kurmuş. “Parayı bastıran tedavi görür” kuralını yerleştiren Amerika’dan önce kapitalizm. Şu anda virüsün darbesini yiyen de o ama Amerika’nın çaresizliğine sevinenler “kapitalizm” lafını işin içine karıştırmıyorlar.
Arzu Yılmaz
3 Mayıs 2020 Pazar
KDP-Türkiye arasında bir temasın kurulmasından söz etmemizi mümkün kılan gelişmeler, 1988 Halepçe Katliamı ve 1991’deki ayaklanma sonrası Türkiye’ye gerçekleşen göçlerle başlar ve ABD’nin Irak’a müdahalesiyle gelişir. Bu temasın bir işbirliğine dönüşmesini sağlayan ise Cumhurbaşkanı Turgut Özal olur. Dönemin birinci elden tanıklığını yapan Cengiz Çandar, Mezopotamya Ekspresi adlı kitabında bu işbirliğinin yeni ve istisnai niteliğini gayet açık anlatır.
Orhan Koçak
2 Mayıs 2020 Cumartesi
Ebedi gençlik arayışı Gılgameş’e kadar gidiyordur herhalde; ama daha özgül, daha anlamlı bir tarih vermek gerekirse Fransız devriminin burada da bir eşik olduğunu söyleyebiliriz, başka birçok şey gibi “gençlik miti” de Napolyon ordularıyla yayılmışa benzer. Marx/Engels 1830’ların Genç Almanya çalkantısının içinden çıktılar, Genç Hegelciler olarak. Aynı tarihlerde Japonya ve Arjantin’den Danimarka’ya kadar her yerde genç sıfatını üstlenen reformcu/devrimci hareketler belirdi. Genç Sicilyalılar. Bir 30-40 yıl sonra Jön Türkler geldi, daha sonra İttihat ve Terakki’ye doğru evrilirken belli bir kaşarlanma da geçirmek üzere. Gençlik miti vitaminlerden ve spor salonlarından yaşlıdır.
Erdoğan Özmen
30 Nisan 2020 Perşembe
Ortak geleceğimiz için ortaklaşa bir eylemliliğin koşulu olarak insanın haysiyetini, hakkını/hukukunu, eşsiz değerini esas alan bir insanlık fikri. Buradan başlamalıyız. Söz konusu ortak düşünme çabası ve eylemliliğin ilk kazanımı, bu korkunç sistemin/işleyişin hepimizdeki en fena ve karanlık yanları (açgözlülüğü, nefreti, yıkıcı rekabeti, acımasızlığı, cehalet tutkusunu) nasıl ortaya çıkardığına ilişkin içgörü olacaktır.
Derviş Aydın Akkoç
29 Nisan 2020 Çarşamba
Pınar Öğünç nezdinde zamanı kasıp kavuran bir dermansızlığa, takatsizliğe merhem olmak için kıstırılmış, yerlere vurulmuş seslerin işitilmesi daha öncelikli. Hakikat ve ses ilişkisi bir şarta bağlı ama: Kişi bir başkasının sesini duyduğunda kendi sesini de duyabilecektir. Kendi sesinin yitikliğini daha baştan ortaya koyan Pınar Öğünç, kendi kayıp sesini başkalarının sesinde arama niyetinde, dahası belli ki uzundur sızlayan bu yarasını teskin etme biçimini de kimsenin kafasına vurma arzusunda değil.
Barış Özkul
28 Nisan 2020 Salı
Bir dâhideki sırların yüceltilmesi uygarlaşma sürecinde çok yaygın olan ve derinden hissedilen bir ihtiyacı tatmin etmektedir: Büyük insanların “tanrılaştırılması”. Bu tanrılaştırmanın öbür yüzünde sıradan insanın hor görülmesi yer almaktadır. İnsan bir yandan insani ölçütlerin ötesine taşınırken, öbür yandan küçümsenmektedir. İnsanlığın gelişiminin hemen her aşamasında uygarlaşma adımı insanın hayvani itkilerini toplumsal bir varlık olma bilinciyle durdurma ve ilkel itkileri yüceltilmiş kültürel etkinliklere dönüştürme girişimini içerir. İnsan bundan feragat ettiği takdirde dürtüleriyle yaşayan bir varlık mertebesinde daima çocuk kalacaktır.
Kemal Can
27 Nisan 2020 Pazartesi
Soylu hadisesinin tetiklediği tartışmaların en çarpıcı varsayımı; Türkiye’nin siyaset gündeminde -açık veya örtülü biçimde- mevcut iktidar kombinasyonunun devamına dönük bir post-Erdoğan döneminden bahsedilebileceği, hatta bunun üzerine hesapların yapıldığı ya da yapılabileceği fikri. Hem Soylu’yu istifaya götürdüğü iddia edilen iktidar içi çekişmelere dair hikayelerde hem de bu gelişmenin kimin gücünü pekiştirdiği değerlendirmelerinde, belirsiz bir gelecek üzerine öngörüler ileri sürülüyor.
Menderes Çınar
24 Nisan 2020 Cuma
Temsil siyasetinin epeyce törpülendiği son 30-40 yılda duyulmayan, görülmeyen, unutulan toplum kesimleri son yıllarda popülist lider siyasetinin ana kaynağını oluşturmaya başlamıştır. Yükselen popülist lider siyaseti, popülist liderin milletin yalnızca ve ta kendisi olduğunu iddia etmesi bakımından mutlakıyetçilik eğilimli bir siyasettir. O kadar ki popülist lider siyaseti, sadece toplumun farklı kesimlerini ve onların temsilini gereksizleştirmez, bizzat kendisinin “otantik,” “gerçek” toplum saydığı toplum kesimlerinin temsilini de gereksiz bulur. Bu bakımdan, popülist lider siyaseti temsil siyasetine, temsil siyaseti vasıtasıyla toplumun özneleşmesine, dolayısıyla bunun en temel kanalı olan Meclis gibi kurumların sembolik-ötesi, etken varlığına kökten ters ve karşıdır.
Tanıl Bora
22 Nisan 2020 Çarşamba
Buna karşı bir mitoloji de var: bir Kemalizm miti olarak Köy Enstitüleri. Hem Kemalizmi bir aydınlanma projesi olarak sunmaya elverişli bir mit. Hem de Kemalizmin ihanete uğradığı, tamamına eremediği inanışının canlı timsali olan bir mit. Bu mitin oluşturduğu bıkkınlık da, bu miti yaşatan camianın kendi üzerine kapanmışlığı, müthiş kendinden eminliği ve kendinden memnuniyeti –ve yakın zamanda çıkan birkaç kitaba kadar: erkekliği– de, Köy Enstitüleri hakkında salimen düşünmeyi zorlaştıran bir etken olmadı mı?
Murat Belge
20 Nisan 2020 Pazartesi
Koskoca Amerika’nın doğru düzgün bir sağlık sistemi yok. Çünkü Amerikan kapitalizmi öyle dört dörtlük sağlık sistemi oluşturacak devlet istemiyor. Normal ahvalde yığınla acıklı olay oluyor, sürüyle haksızlık oluyor, ama ahali bunları “normal” görmeye alıştığı için uzun boylu itiraz yükselmeden düzen devam ediyor. Ama şimdi olduğu gibi salgın filan çıkınca işler değişiyor. O zaman virüs Amerika’yı oradan, o zayıf yerinden yakalıyor, canına okuyor. Bunu Amerikalılar anlayacak mı? “Biz bu konuda bile bile böyle davrandık. Yanlış yaptık” diyecekler mi? Yoksa gene Evangelistler’in kaskatı açıklamalarını dinleyip eski yolda devam edecekler mi?
Derviş Aydın Akkoç
19 Nisan 2020 Pazar
Üç zaman da tek bir çizgide ve aynı noktada üst üste binmiş gibidir. Arzunun başlangıcı varsa bile tarihi yoktur. Bu tarihsiz arzu değişime de kapalı gibidir. Nitekim Cemal Süreya, Necatigil şiirinin zebun öznesinin kilim ve öksürükten “memnun” olduğunu kaydeder: “Onlar artık onun hayat tarzıdır. İptilasıdır, afyonudur. Öyle olmuştur. Değişecek olsalar değişmesini istemeyecektir belki onların. Belki ummadığı, ya da beklemediği için istemeyecektir. Ama istemeyecektir işte.”
Erdoğan Özmen
16 Nisan 2020 Perşembe
Bir de demek ki, bu salgının toplumsal imgelemde, kendi fantazi dünyalarımızda çoktan yerini almış olmasından söz açmalıyız. Yaşadığımız dehşetin/şokun, paniğin tam da bu bekleniyor olma durumuna ilişkin oluşundan. Zizek’in “Semptom Olarak Titanik” metninde yazdıklarını tekrarlayarak söylersek: “..burada altı çizilmesi gereken nokta, bu batışın tam da bir şok olarak en uygun zamanda gerçekleşmiş olmasıdır -“zaman onu bekliyordu”; daha fiilen olmadan önce bile, fantazi-mekanında çoktan onun için bir yer açılmış, ona bir yer ayrılmıştı.”