Derviş Aydın Akkoç
17 Ocak 2021 Pazar
Her şey gibi anlar da geçer, geriye silik yahut parıltılı izler kalır. İzlerin şiddetince de insan durup dururken ya da bir vesileyle anımsar; geçmişle şimdi arasındaki çatlaklardan mutluluk anlarının kesik kopuk ışımaları süzülür, bu sızılı sıcak hatırlayışlar mevcut zamanın ve varoluşun soğukluğunu, öznenin halihazırdaki mutsuzluğunu insafsızca ifşa eder; ama çoğun kırılıp bükülerek şimdiye kavuşan bu ışımalar bir hasretin de fitilini ateşler.
Menderes Çınar
14 Ocak 2021 Perşembe
AKP’nin İslamcı kültürel iktidar olma projesi en başından itibaren, kendi İslami alternatifinin güzelliğini, doğruluğunu, geçerliliğini göstermeye dayanmadı. AKP, kültürel bir iktidar değil, yalnızca iktidar olmaya çalıştı. Muktedir oldukça kültürel (iktidar) olacağını varsaydı. Hal böyle olunca “çekiciliği” ister istemez dağıtacağı iktidar nimetlerinden ya da kullanacağı iktidar sopasının korkusundan kaynaklandı ve onlar kadar oldu. Bu iktidar odaklılığa ve güç biriktirmeye mesafeli/karşı olan herkesi, İslami bir çerçeveden konuşsa bile, Batılı/Batıcı paradigmaların esiri olmakla itham edip, düşmanlaştırdı.
Tanıl Bora
13 Ocak 2021 Çarşamba
Benjamin'in hikâye anlatıcılığının ölümünü haber verişi aceleci bir kehanet miydi peki? Günümüzdeki hikâye bolluğunu ve hikâye talebini düşünürsek? Sadece siyasetteki hikâye ‘arzusundan’ bahsetmiyorum. Televizyon dizileri üzerimize hikâye sağanağı yağdırıyor, üzerlerine konuşuyor da konuşuluyor… Reklamlar hikâye anlatıyor. Storytelling, hikâye anlatmak, bir pazarlama yöntemi olarak kurumlaştı. Hikâye bolluğunun doyuramadığı bir hikâye açlığı var, değil mi?
Aybars Yanık
11 Ocak 2021 Pazartesi
Siyasi sorunları ortadan kaldıracak değişimlerin gerçekleşmesinin çok zor, bir şeyleri değiştirmenin neredeyse imkânsız olduğu kanaati zaten çok güçlüydü; buna bir de “eğer değişebilecekse bu ancak büyük bir zor/güç kullanarak olabilir çünkü sorunları belirli bir düzenlilik içerisinde çözmeye aday mevcut siyasi kurumların, aktörlerin ve örgütlenmelerin kendilerinin söz konusu sorunların bir parçası olduğu” görüşü eklendi.
Sezen Ünlüönen
10 Ocak 2021 Pazar
Ama Rüzgarda Salınan Nilüfer’in yemeği anlayışı üç aşağı beş yukarı herkesin üretebileceği “erkekler kebap, kadınlar salata yer” türü gözlemlerle kısıtlı değil. Yemek filmde çok daha geniş sorunları düşünmenin bir yolu olarak kendine yer bulmuş. Sözgelimi “Çin mi yiyelim, İtalyan mı” diye restoran beğenemedikleri için saatlerce aç gezmelerini kendi sınıflarının Komünist Manifesto’da bahsedilen türden kozmopolitleşen tüketim alışkanlıkları üzerinden okumak mümkün elbette.
Erdoğan Özmen
6 Ocak 2021 Çarşamba
Freud’un cesareti ve dehası sayesinde başardığı şey, geçerli bir hastalık tanısının bile esirgendiği, o zamana kadar tıp tarafından neredeyse dikkate alınmayan o kadınların adımlarını takip etmek olmuştur. Ama binlerce yıldır süregelen ve kadın-erkek ilişki ve konumlarını düzenleyen dinlerin, geleneklerin, ataerkil yapı ve zihniyetlerin cadılık/şeytanilik, şehvete ve harama düşkünlükle malul saydıkları kadının varlığını kontrol etme ve bastırma jesti psikanalizin kuruluşunda da  çoktan iş başındaydı belki.
Aksu Bora
5 Ocak 2021 Salı
Feminizmin kaça ayrıldığı meselesini değil de feministlerin problem ettikleri konuları esas alarak bence doğru bir karar vermişler. Böylelikle hem farklı yaklaşımları derli toplu okuyabileceğimiz yazılara yer vermişler (Berrin Koyuncu Lorasdağı’nın “Yasal Eşitlikçi Siyasal Hak Talepleri Ekseninde Türkiye’de Liberal Feminizmin Serencamı” yazısı, bunun iyi bir örneği) hem de feminist politikanın temel meselelerdeki seyrini izlememizi mümkün kılanlara (mesela Melda Yaman’ın “Karşılıksız Ev İçi Emek: Teorik ve Politik Tartışmaların İzini Sürmek” yazısı). Bunun önemi, başı sonu, sınırları net olarak çizilmiş farklı feminist “duruş”larla ilgili durgun bir anlatıya hapsolmamayı sağlamasında ve bir o kadar da, her bir meseleyle ilgili olarak bu farklılıkların nasıl ortaya çıktığını göstermesinde.
Murat Belge
4 Ocak 2021 Pazartesi
28 Şubat deneyi yaşandı. Ardından AKP seçimi kazanınca bunun yol açtığı muhalefet biçimi (Ordu’yu göreve çağırma, parti kapatma davası v.b) ve bunlara karşı Erdoğan’ın “şapkasını alıp” gitmemesi, mücadele etmesi de bu popülaritenin dayanakları arasında. Bu etkenlerle oluşmuş “antagonizma” kitlelerle bu tür muhalefeti yürütenler arasına yerleşti. Hâlâ da belirli ölçüde öyle gidiyor. Ama o kesimler de hala bunun farkında değiller. Dolayısıyla Bağcılar AKP’li, Nişantaşı CHP’li.
Tanıl Bora
30 Aralık 2020 Çarşamba
Bir parantez… Ürgüplü, Anadolu Kulübü’nde “Atatürk zamanında” sadece viski servisine izin verildiğini, “İnönü zamanında” bu yasağın yavaş yavaş gevşeyip “nihayet” rakı servisine başlandığını da not etmiş.[8] Rakının “millî içki” sayılmaktansa, “alaturka” görülerek geriye itilmek istendiğine delâlet... Bazı Kemalistler, belki bu hadiseyi İnönü’nün “inkılâplardan taviz veren” tutumuna örnek sayabilirler!
Mete Çubukçu
29 Aralık 2020 Salı
On yıl önce Mısır ve Tunus’ta diktatörler devrilirken Suriye, Libya ve Yemen’de sonuç hüsran oldu; bu ülkeler iç savaş batağına saplandı. O dönem bölgede gerek legal gerekse illegal düzeyde en güçlü kesim İslamî hareket yani Müslüman Kardeşler’di. Mısır’da seçimle işbaşına gelen Mursi’nin darbeyle devrilmesi ve Müslüman Kardeşler’in bölgede “düşman ilan edilmesi” ayaklanmaların yönünü değiştirdi. Çünkü Batı önceleri, Müslüman Kardeşleri “ılımlı” kategorisinde, seçimle gelip gidebilecek, ekonomik olarak batı ile uyumlu, yeni kurulacak düzeni “ekmek ve demokrasi” dengesinde yürütebilecek bir partner olarak görmüştü.
Kenan Erçel
28 Aralık 2020 Pazartesi
Aile odaklı bir anlatıdır “The Sopranos”. En merkezde baba, anne ve çocukların olduğu, uzak/yakın akrabaları ve silah (dava?) arkadaşlarını da içeren büyük bir aile. Bir de aile ile dışı arasındaki sınırda dolanan metresler (gumar) vardır. Dizinin reklam kampanyalarından birinde kullanılan şu slogan manidardır: “Cehennem’in öfkesi aileninki yanında sönük kalır.”..Tony’nin bir kızı, bir de oğlu vardır. Kızı Meadow zeki, alımlı, başına buyruk bir karakterdir. Dizi başladığında lise yıllarındadır, sonra prestijli Columbia Üniversitesi’nde hukuk okur.
Derviş Aydın Akkoç
27 Aralık 2020 Pazar
Hüseyin Cevahir ve 1965-72 arası dönemin diğer kişilikleri özelinde geçmişten tevarüs edilen, bilhassa Cumhuriyet resepsiyonundan alınmış güç kaynaklarını, söylem tarzlarını ve reflekslerini geride bırakmaya çalışıp; demek bir zamansallıktan diğerine bir çırpıda sıçrayarak gelecek kuşaklar için yeni bir geçmiş olabilmeyi başarabilmek: hataları, muammaları, eksiklikleri, parıltıları, fazlalıkları, kabalık ve incelikleriyle... Kimi varoluşların “yeni bir geçmiş” olabilmesindeki gizemin çözülmesi bahsinde ise “gençlik” diyordu Ernst Bloch da.