Sezen Ünlüönen
14 Eylül 2020 Pazartesi
Bunun benim görebildiğim kadarıyla iki temel nedeni var. Birincisi liyakat mekanizmalarının hepten yok sayılmasıyla kurumlara ve uzmanlığa, o kurumları temsil ve teşkil eden kişilere olan güvenin bizzat iktidarın eliyle sarsılması. SODEV’in geçenlerde yayınlanan araştırması, araştırmaya konu olan genç nüfusun yüzde sekseninin torpilin yetenekten daha önemli olduğunu düşündüğünü gösteriyor mesela. Herhangi bir işin o işi iyi bilene değil, “tanıdığı” olana emanet edileceğini düşünmek o işe duyulan emniyeti de sarsıyor ister istemez.
Tanıl Bora
9 Eylül 2020 Çarşamba
12 Eylül rejiminin istibdadını, zulmünü anlatmaya rakamlar yetmez ama her yerden bulunabilecek rakam dökümleri, -idamlar, öldürülenler, işkenceler, hapsedilenler, ilticalar…-, bir fikir verir yine de. Rıza ve sadakat üretimi için milliyetçi hamasetin ve dinin seferber edilmesi üzerine, çok yazıldı. Neoliberalizmin “önünün açılması,” eşitlik, kamu yararı ve sosyal haklar “fikirlerinin” iktisadiyattan kovalanması hakkında, çok yazıldı.
Derviş Aydın Akkoç
6 Eylül 2020 Pazar
Kamaşma sadece gözün ya da damağın değil, zihnin de bir melekesidir: güzelliğin temaşayla ilişkisi idrak etme edimiyle alakasından olsa gerek: güzelle karşılaşan bir zihin başına neyin geldiğini kavramak, güzelin üzerindeki etkisini savuşturmak değil, onu varlığına katmak, taşıdığı fikri özümsemek, sindirmek ister. Bununla birlikte, güzellik kendi hakikatini tescil etmek için yine kendisine müracaat eder. Nobranlık belki her yerdedir ama güzellik öyle değildir, ya da artık değildir; Adorno biraz da melankolik bir tonla “her yerde güzellik bulma erdeminin şüpheli” bir erdem olduğunu öne sürmüştü, zira ona göre, “her türlü deneyimden anlam çıkarabilme” yetisinde bir hasar söz konusudur.
Erdoğan Özmen
2 Eylül 2020 Çarşamba
Tuhaf bir biçimde, günümüzün kişisel gelişim sektörü ve stratejileri de aynı mantığı paylaşmıyor mu? Aynı zamanda her birimizin konuşmalarına nüfuz etmiş ve egemen söylem/konuşma mertebesine yükselmiş bir şeyden söz ediyorum: Kusur, başarısızlık ve ıstırapları nedeniyle mütemadiyen bireyi suçlayan; kendini sevemediği ve kendine şefkatli davranamadığı, içindeki boşluğun esiri olduğu, kendini tamamlayamadığı, ruhundaki narsisistik ayartılara direnemediği, şimdiki anı yaşayamadığı, travmalarıyla yüzleşemediği, yalnızlığa katlanamadığı, bağımlı ilişkiler kurmaktan kaçamadığı, yetişkin olamadığı, içindeki çocuğu keşfedemediği, depresif hissettiği, kaygılarına yenik düştüğü, yaratıcı, üretici ve anlamlı bir hayat süremediği vb. vb. için
Kenan Erçel
27 Ağustos 2020 Perşembe
Kriz oyuncusu komplo kuramına göre Sandy Hook gibi kimi sansasyonel hadiseler bizzat (derin) devlet tarafından tertipleniyor, daha doğrusu sahneleniyor. Bu kurama inananlara bakılırsa aslında Sandy Hook İlkokulu’nda böyle bir olay yaşanmamıştı, öldü denilen çocuklar, yetişkinler ölmemişti ya da zaten kurgusal şahıslardı. Özel timlerce ablukaya alınmış okulun görüntüleri, yetkililerin demeçleri, ebeveynlerle yapılan röportajlar, cenaze törenleri…hepsi düzmeceydi. Occam’ın[1] kemiklerini sızlatacak bu iddiaya göre yüzlerce kriz aktörü marifetiyle devasa bir tiyatro sergilenmişti aslında. Sandy Hook’ta “gerçekte” ne olup bittiğini ifşa ettiğini iddia eden 30 dakikalık bir video olayın üzerinden bir ay geçmemişken YouTube’da 10 milyon kez izlenmişti bile.
Tanıl Bora
26 Ağustos 2020 Çarşamba
Sağda da bir devamlılık görebilirsiniz. Milli Görüş ve Milliyetçi Hareket Partisi, 1960’ların sonunda ayrışmadan evvel, Demokrat Parti ve Adalet Partisi’nin açtığı koalisyon şemsiyesinin altındaydılar, bir bakıma.[1] 1970’lerin ikinci yarısında, Milliyetçi Cephe’ler şemsiyesi altında tekrar yan yana gelmişlerdi. AKP iktidarının 2015 sonrasında MHP’yle kenetlenerek girdiği Milliyetçi Cephe çizgisi, Cumhur İttifakı’yla resmiyet kazandı. Yeni olan, seçimler sonrasında hükümet kuracak çoğunluğu sağlamak üzere oluşturulan koalisyonların yerini, seçimlerde %51’i toplama hedefiyle derlenen seçim ittifaklarının almasıdır.
Murat Belge
24 Ağustos 2020 Pazartesi
Geçmişte, buna benzer her şeyin, sosyalist iktidar kurulduktan sonra gerçekleşeceğine inanırdık. Kadın-erkek eşitliği mi yok?. Kapitalizmde olmaz zaten. Bir iktidar olalım, hemen yaparız. Mantık böyle işliyordu. Onun için “demokratik” dediğimiz bu tür sorunları soylu “devrim”le değil, mütevazı “reform”la özdeşlerdik. Biz kendimiz “anlı şanlı devrimciler” olduğumuz için bu “reformist” öte beri ilgimizi çekmezdi. Onun için “demokrasi mücadeleleri” denecek bir alan oluştuysa biz oranın demirbaşı olmadık. Ancak geçici ilişki kurduk. Çok zaman böyle sorunları büyük mücadelenin yanında “vakit kaybı” olarak gördük.
Derviş Aydın Akkoç
23 Ağustos 2020 Pazar
Shakespeare çevirmeni değil, Shakespeare emekçisidir. Yıllardır geçimini Shakespeare’den sağlar, üç otuz paralık bir geçimdir ama bu, bazı –pek çok insan gibi- kirasını ödeyemez, faturalar yığılır, dolap tam takır kuru bakırdır, o sıralar morali bozulur, ilk aşkı Orhan Veli’yi anımsar çoğun, “İstanbul’un orta yeri sinama / garipliğim mahzunluğum duyurmayın anama...” İstanbul’un orta yerinde sinirleri harap bitaptır ama birkaç insan –yakın dostları hariç- kimseye belli etmez, usulca dayanır yaşamın zorluklarına, yoksulluk iğreti durmaz üzerinde...
Sezen Ünlüönen
23 Ağustos 2020 Pazar
Hangi yemeğin hangi çatal bıçakla yeneceğini bilmek, yemeği ona uygun bir şarapla eşleştirebilmek çoğunlukla belirli bir zümre içinde hareket etmekle edinilecek bir beceridir ve kuşaktan kuşağa aktarılan bu kültürel sermaye bu zümreye ait olmayanlar ile sonradan dahil olmaya çalışanları dışarı tutmanın adı konulmamış, sözsüz bir yoludur. Dahası, burada sekiz dokuz yaşındaki çocuklar arasında dahi tatbik edildiği üzere, bu kurallar temel olarak ayrıcalıklı kesimin iktidarının sorgulanması ya da sarsılmasını önlemeye yöneliktir.
Menderes Çınar
20 Ağustos 2020 Perşembe
Bu da bize AKP’nin neden bazen anlamakta zorlandığımız güç gösterilerine giriştiği, neden bazen olgusal gerçekliği bizi şaşırtacak derecede çarpıtabildiği/reddedebildiği, neden kendi “gerçeklik” rejimini kurmaya çalıştığı hakkında bir fikir veriyor. Zaman zaman değişik baskı/çıkar gruplarının esiri olmasından anlaşılabileceği gibi gerçekte kırılgan olan AKP’nin güç elde etmesi, iktidarını yeniden üretebilmesi her zamankinden daha çok güç gösterisinde bulunmasına, “biz buradayız, gitmiyoruz” hissi yaratmasına bağlıdır. AKP’nin geçtiğimiz yıl yapılan yerel seçimlerde uğradığı yenilgiyi kabul etmemesi, kaybettiği belediyeleri abluka altına alması veya onlara el koyması, güç gösterilerinin bu işlevselliği çerçevesinde değerlendirilebilir.
Erdoğan Özmen
19 Ağustos 2020 Çarşamba
Burada altı çizilmesi gereken nokta, bu sürecin çizgisel/kronolojik bir zamanın ve kaba bir nedensellik mantığının tümüyle dışında yerleşmiş ve ‘ilerlemekte’ olduğudur. Geri-dönüşlü (retroactive) bir zaman/mantık ya da döngü söz konusudur. Ortaya çıkan herşey daima ertelenen/uzaklaşan -nihai?- anlamına takip eden olay ve şeyler ya da mevcut bağlam sayesinde kavuşur çünkü. Ruhun ‘zamanı’ budur. O meşhur tezin tam yeri: Bilinçdışında zaman kavramı yoktur. İnsan ruhunu kateden/ruhun katettiği bir ilkeden, over-determinasyondan (kavramın hem çoklu-belirlenme hem de üst-belirlenme anlamlarıyla) söz ediyoruz şu halde.
Derviş Aydın Akkoç
16 Ağustos 2020 Pazar
Modern toplum mantar gibi çoğalan, saçılıp çözülen, yeniden bir araya gelen, birbirleriyle kavgaya tutuşan bu “biz”lerden geçilmez, ama albenili bir işlevi de vardır bu “biz”in: Onun sayesinde Öteki ile aradaki mesafeler kalkar, sempati özdeşliğe dönüşür, “biz” dairesi içinde konuşmanın, duygulanmanın ve eylemde bulunmanın rahatlığı insandaki kozmik yalnızlığın sancılarını yatıştırır, yollanan mesajların alıcıları hazır ve oradadır, başıboş varoluş nihayet bir amaç edinmiştir, kişiler amaçları uğruna dünyaya daha rahat çemkirir, kara çalarlar.