Sema Aslan
24 Haziran 2021 Perşembe
Yürek soğutanlar insanda, vicdanda, ahlakta değil de hayatın çok dışındaki harici bir şeyde buluşuyor; cümledeki yürek, içleri soğuyanların bizatihi kendilerinin bile içlerinde yer almıyormuş gibi. Yürek soğutmak, çamaşırı sermek sanki. Yapılması gereken ve zaten de ezbere yapılan, önü arkası bilinen bir “iş” işte.  Yüreği soğutanlar varsa, yüreği yananlar da olmalı. Büyük bir felakete uğramışlar, acı çekenler. Buradaki yürek, tam manasıyla onlara ait, o insanlara, acı çekenlere. Harici bir şey değil. Hepsinin içi yanıyor. İçleri öyle çok yanıyor ki, başkalarının da içleri yanmasın istiyorlar.
Erdoğan Özmen
23 Haziran 2021 Çarşamba
Yanılsama anı/deneyimi ve buna eşlik eden varsanısal tümgüçlülük duygusu nihayet sınırlarına ulaşır, ve böylece “nesnel olarak algılananla öznel olarak kurulan arasındaki” ara bölge, ikisi arasındaki ilişki sorunu ortaya çıkar. Geçiş nesnesi sorunu ve alanıdır bu. Bebek dördüncü ve altıncı aylar ile sekizinci ve onikinci aylar arasında ilk kez benliği dışında bir nesneyi (ilk ben-olmayan şeyi) kullanmaya başlar. Aynı zamanda anneden ayrışma, ayrılma sürecinde ortaya çıkan depresif anksiyeteye karşı bir savunma işlevi de görebilen bu nesne bir battaniye kenarı, yün yumağı, tüylü bir oyuncak kadar bir sözcük, bir ezgi, özel bir davranış ve konuşma tarzı da olabilir.
Barış Özkul
20 Haziran 2021 Pazar
İnfial yorgunluğu (outrage fatigue) psikolojinin dağarcığına görece yeni yerleşmiş terimlerden birisi: Sosyal medya ve online etkileşim çağında dört koldan üzerimize yağan moral bozucu haberlerin sebep olduğu acizlik, umutsuzluk, hayal kırıklığı ve sinizmi; bunların verdiği yorgunluğu anlatmak için kullanılıyor. İnternetin insan hayatında bu denli belirleyici olmadığı yirmi küsur yıl önce kitleleri harekete geçiren hadiseler bugün bir tweet ya da youtube yorumuna konu edilip geçiştirilebiliyor. Dikkati ve öfkeyi kolaylıkla kanalize edebilen “akıllı telefonlar” bir yandan anlık bir kolektif rahatlama sağlarken öte yandan kronik bir yorgunluğu tetikliyor.
Tanıl Bora
16 Haziran 2021 Çarşamba
Çevre bakanının “helâldir”i “malınızdır”la eşleyen beyanı istisnai değil. ‘Yaşayan’ veya ‘popüler’ helâl kavramı, temellük etmeye, el koymaya dair ‘niyetlerle’ pek kolay yan yana geliyor.  2018’te yapılan anayasa referandumu öncesi sosyal medyada “Hayır’cıların karıları ve kızları Evet’çilere helâldir” mesajı yazan birisi çıkmamış mıydı? (“Helâli/helâlim”nin sözlük anlamı nikâhlı eştir; yani meşru cinsel ilişkiyi anlatır.) Benzer, -ve muhakkak ‘kadınlı’-, “helâldir” ruhsatları verenler de olmadı mı son yıllarda?
Derviş Aydın Akkoç
13 Haziran 2021 Pazar
Özne kendi sınırlarıyla barışık değildir belki ama çatışma halinde de değildir: arzuyu gerisin geri püskürten başlıca etmen de bu çatışmasızlıktır. Nitekim noktalar arası hareketler, başka bir yerde olma istekleri, anların geliş ve geçiş protokolleri gibi bahisler üzerine öne sürülen mülahazalarda bir mesele görünmez hale gelir: öznenin değil, koltuğun yaylanma sınırları belirleyicidir.
Erdoğan Özmen
9 Haziran 2021 Çarşamba
Sadece yaşamın ilk zamanlarına özgü ve sınırlı bir fenomenden değil genel olarak egonun/benin kuruluşundan söz ediyoruz aslında. Ego, belli başlı içeriklerini dış dünyadan, Öteki'nden, Öteki'nin konuşmalarından edinen boş bir çerçeve olarak başlar dünyadaki  serüvenine. Kendi başlangıcı olmayan bir varlık olarak. Başlangıçtaki o deliği/boşluğu aralıksız bir çabayla hikayelerle doldurmaya çalışmamız bundandır. İnsan varlığının bir hikaye olması, insanın bir anlatı gerçekliği içinde yaşaması bundan. Bu yüzden “Bilinçdışı Öteki'nin söylemidir.”
Murat Belge
7 Haziran 2021 Pazartesi
Asıl alanının ekonomi olduğunu beyan etti, ekonomiden kendisinin sorumlu olduğunu da bildirdi. Ve işte ekonominin durumu ortada. Ama “tek adam”lık konusunda erişilmiş noktadan sonra, partisinde “Ne oluyoruz?” diye soracak kimse yok. Bu da yalnız ekonomi alanında görülen bir durum değil elbette. Böyle olmayan bir alan kalmadı. Sorun, Tayyip Erdoğan’ın denetlenemez “mutlakiyetçi” eğiliminden ibaret değil. Tayyip Erdoğan, kendisine “O öyle olmaz” diyecek danışmanlardan, yardımcılardan hoşlanmadığı kadar, kurallardan, teamüllerden de sıkılıyor.
Tanıl Bora
2 Haziran 2021 Çarşamba
Modern Türkiye’nin siyasî-ideolojik hırkalarında yeleklerinde ilmekleri olan üç erkek terziyi andım, bu yazıda. Ya kadınlar? Mesela, Sevim Burak! Nurdan Gürbilek, onun hikâye parçalarını ve muhtelif ve olmadık ‘fragmanları’ birbirine teyelleyen tarzının, nasıl başka bir bilme-anlama biçimini ilham ettiğini ne güzel anlatmıştı geçende. Terzilikle yazarlık, metinlerle kumaşlar arasındaki teşbih köprüsü işlektir ve bunun iyisini galiba kadın yazarlardan, kadın terzilerden, kadın terzi-yazarlardan öğreniriz.
Ahmet İnsel
29 Mayıs 2021 Cumartesi
Almanlar 1884’te Güney-Batı Afrika’ya geldiklerinde, kendilerinden önce misyonerlerin Hıristiyanlaştırdıkları ve bir ölçüde Avrupa kültürü içinde eğitilmiş yerliler bulmuşlardı. Yerliler topraklarına ve hayvanlarına el konmasına, kölelik koşulları dayatılmasına karşı çıktılar. Sonunda silahlı bir ayaklanma başlattılar. Alman kolonizasyon politikasının hedefi, işgal ettikleri toprakları yerli zenci ahalisinden bütünüyle temizlemekti. Bazı tarihçiler, diğer kolonyal güçlere nazaran, Alman sömürge politikasının çok daha imha edici olduğunu belirtip, bunun III. Reich’ın uygulayacağı “nihai çözüm” politikasının ilk denemesi olduğunu iddia ediyor.
Derviş Aydın Akkoç
30 Mayıs 2021 Pazar
Öte yandan, Kafka’da gücü el geçirme, önemsizlik konumundan önemli olana geçiş arzusu olarak içsel komplonun öznenin kendine uyguladığı hususi bir eziyetle olduğu kadar kendini aşağılama, bu aşağılamadan duyulan kekre bir hazla da alakası yoktur: özne daha ziyade “görünmez güçlerin” de devrede olduğu bu komploya maruz kalır, daha doğrusu içinde güç istencinin negatif-yıkıcı kıpırtılarının olduğu bir zeminde kendini suç üstü yakalar. Bile isteye güçsüzlük hattına çekilen, oradan bir milim sapmayan Kafka da güçle ilişkinin afallatan etkilerinden muaf değildir.
Kemal Can
27 Mayıs 2021 Perşembe
Mesleğim olmasına, çok uzun bir süredir yapmaktan çok mutlu olduğum bir iş olmasına rağmen, yüksek gazetecilik iddialarına, ayrıcalıklı bir paye verilmesine (istenmesine) oldum olası alerjim var. Gazeteciliğin, diğer bütün mesleklerden çok farklı, özel yetenekler ve hasletleri kendiliğinden (fıtratında) barındıran veya mutlaka bunları taşıması gereken bir iş olduğuna hiç inanmadım. Mangal gibi yürekleri olan, herkesten daha zeki, en kulağı delik ve en uyanık insanlar değil gazeteciler, olmaları da gerekmiyor zaten.
Erdoğan Özmen
26 Mayıs 2021 Çarşamba
Ercan Kesal’ın “Nasipse Adayız” filmi üzerine yazdığım önceki yazıda, yüzeydeki siyaset sahnesinin gerisinde daha esaslı bir sorunun, insanlık durumunuza ilişkin evrensel bir unsurun, ölüm dürtüsünün akıbetlerinin/etkilerinin mesele edildiğinden söz etmiştim. Yeri gelmişken, filmin siyasi değerini oluşturan şeyin, bütün açıklığı ve müstehcenliğiyle sergilenen/teşhir edilen toplumsal yapının ve siyaset kurumunun derindeki sefaleti ve çürümüşlüğüyle doğrudan karşılaşmamız olduğunu da burada eklemiş olayım.