Spinoza'nın Kudret, Bahtin'in Karnaval ve Lecoq'un Beden Kavramlarının Münasebeti Üzerine
26 Ağustos 2025 Salı
Felsefe tarihinin en devrimci hamlelerinden biri, Baruch Spinoza’nın zihin ile beden, Tanrı ile doğa, iyi ile kötü arasındaki kadim duvarları yıkarak her şeyin tek bir tözün, tek bir doğanın farklı görünümleri olduğunu ilan etmesidir. Bu fikir, yani içkinlik felsefesi, Tanrı’yı gökyüzünden yeryüzüne, bedenin ve maddenin tam kalbine indirir. Bu, yalnızca soyut bir metafizik tartışma değil, aynı zamanda sahne sanatları için de derin sonuçlar doğuran bir aydınlanmadır. Eğer beden, ruhun bir hapishanesi ya da aşağı bir uzantısı değilse; eğer düşünce, yalnızca zihnin bir faaliyeti değilse, o halde sahnedeki beden ne anlama gelir? İşte bu sorunun en güçlü ve en pratik yanıtlarından biri, yirminci yüzyılın büyük tiyatro devrimcisi Jacques Lecoq’un pedagojisinde bulunur. Lecoq, Spinoza’nın felsefi sezgisini ete kemiğe büründürerek, bedeni yalnızca bir eylem aracı değil, bizatihi bir düşünme, bilme ve var olma merkezi olarak sahneye yerleştirmiştir.
Ozzy Osbourne’a Saygı: İşçi Sınıfı Kahramanı, Karanlıklar Prensi
24 Ağustos 2025 Pazar
1960’ların sonunda dünya yeni bir ivme kazanmıştı. Dönemin genç “çiçek çocuğu” hippiler barış ve kardeşlik adına dünyanın daha iyi bir yer olması için kendilerince etkinlikler, müzik festivalleri, kampanyalar düzenliyorlardı. Dünyanın çeşitli yerlerini gezerek kendilerine benzer insanlarla tanışıyor, sevgi, barış ve kardeşlik düsturlarını mümkün olduğunca geniş kitlelere yaymaya çalışıyorlardı. Yer yer bireysel tatmini ve boşvermişliği de içeren bu pasif hareketlilik öyle ya da böyle ciddi bir karşılık bulmuştu. “Çiçek çocukları” Hippilerin yarattığı fırtına bütün dünyada eserken, üzerinde güneş batmayan imparatorluğun, üzerinde parlayan güneşi göremeyenlerin şehri Birmingham’da bambaşka bir şeyler oluyordu. Bu görece küçük, sevimsiz, depresif, sıkıcı endüstri şehrindeki fabrikaların bacalarından çıkan is ve duman o kadar yoğundur ki evlerin duvarlarını ve çatılarını karartmıştır.
Hemme’ye Varamayanlar: Bir Ertelemenin Anatomisi
24 Ağustos 2025 Pazar
Türkiye’nin Oscar adayı Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri –ya da filmde konu edildiği biçimiyle– öldüremediğimiz Hemme’lerle kol kola yürüdüğümüz günlerden biri. Filmi, MUBİ’ye ilk geldiğinde ve henüz Oscar adayı olacağını ummadığım günlerde izlemiştim. Domates tarlalarının görsel şenliği, yöre insanının doğallığa yakın oyunculukları, uzun (bana kalırsa kimi yerde gereğinden uzun) sahne geçişleriyle gerçekçiliğin sınırlarını zorlayan; zaman zaman bir filmden çok belgesel izliyormuş hissi veren bir yapım Hemme. Yönetmen Murat Fıratoğlu’nun ilk filmi. İlk filmlerin en büyük başarısı alınan ödüllerden çok, ikinci filme dair bir merak uyandırmak ve yönetmenin sinematografik geleceğine ilişkin adı konmamış beklentiler yaratmaktır diye düşünüldüğünde; akış ve diyaloglara dair eleştirilerimi saklı tutarak, filmin bu sınavı geçtiğini söylemeliyim.
Gülten Akın’ın İlahiler’inde ve 42 Günün Şiirleri’nde Mahpushane, Anneler ve Çocukları
23 Ağustos 2025 Cumartesi
Bu şiir Gülten Akın’ın 1980’li yıllarda ilk kez yayımladığı iki kitabından biri olan 42 Günün Şiirleri kitabından. Kitabın 1. baskısı 1986’da yapılmış. Alan Yayıncılık’tan. Öbür kitap 1983 baskılı İlahiler’dir. O da Alan Yayıncılık’tan. 42 Günün Şiirleri, adını şairin oğlu Murat Cankoçak’ın da içinde bulunduğu, 1984’te Mamak Askeri Cezaevi’nde 42 gün süren açlık grevlerinden alır. Seyran’la Mamak arasında ömründen ömür gider şairin. Sadece kendi hikayesini değil yurdun farklı cezaevlerindeki mahpusların ve onların annelerinin, ailelerinin ve mücadelelerinin hikayelerini de anlatır. Kitap öykü ve şiir formunda metinlerden ibaret. İlahiler’de de mahpuslar ve mahpushane var. Özellikle Demirle Pas Arasında İlahi, Eller İlahisi, Şifahi, Atriyo İlahi, Acılar İçin İlah, Behçet İçin İlahi, Bir İncekara Küçücük Oğlana İlahi, Asılanlar Kentine Ağıt  şiirleri bunun açık örnekleri.
Yaptığına Kendini Kör Etme: Nefretin Hayatı
22 Ağustos 2025 Cuma
Sadizme varan bu yıkıcılık dışarıya yöneldiğinde aynı zamanda içeriye de yönelmiş oluyordu. Nefret tam teşekkülü yerini almaya başladığında kendini görmemeyi nasıl başarıyor? Ya da kendini kendine nasıl meşrulaştırıyor? Bunu kendini yaptığına kör ederek başarır. Bion’a göre yaptığına kendini kör etme kendi gerçekliği algılamaya yarayan aygıtını ezmekle başlar. Önce içerideki şartlar yaratılır, daha sonra dış dünyada eylem hayata geçtiğinde onu içeride görecek göz kör edilir. Hatta bu içerideki gözün yapılanı görmemesi için o da parçalanarak dışarı atılır. Kötülüğe teşne bir sistem kendi içinde yaptıklarını anlamaya, fark etmeye, adını koymaya çalışanı da şiddetle bir şekilde dışarı atar. Bastırır. Onlardan nefret eder. Gerekirse yok eder.
Mete Hoca’nın Ardından
21 Ağustos 2025 Perşembe
Bu muazzam çeviri ve derleme külliyâtı, hiç kuşkusuz benim kuşağımı da benden sonraki kuşakları da fikren besledi, beslemeye de devam edecek. Ancak, Mete Tunçay’ın çağdaş Türkiye târihi, özellikle sol akımlar üzerine verdiği eserlerin ve Cumhuriyet’in kuruluş evresiyle ilgili geliştirdiği yaklaşımın apayrı bir yeri olduğunu da unutamayız. Hoca’nın “ben herhâlde daha çok çevirilerimle anılacağım” tevazuuna teslim olmayalım. Türkiye’de Sol Akımlar (1908-1925; 1925-1936) başlıklı ana eserinin ve birkaç ciltlik solun târihine düşülen notların yanında, hem çağdaş Türkiye târihinin yazılmasında hem de “siyâset teorisi/bilimi” bağlamında Türkiye’nin demokrasi ile ilgili sorunlarının incelenmesinde çığır açıcı bir etki yapan Tek-Parti kitabı, hiç kuşkusuz daha çok uzun yıllar Mete Tunçay’ın anılmasına vesîle olacaktır.
Umutsuzluğun Panzehiri: Gezegeni Onarmak
20 Ağustos 2025 Çarşamba
Uygarlığımız on binlerce yıl boyunca süren iklim istikrarı üzerinde yükseldi. Ancak 1850’lerden beri, insan faaliyetlerinin yarattığı sera gazı yoğunluğu ve iklim üzerindeki tahribatı eşi benzeri görülmemiş düzeye ulaştı. Artan sıcaklıklar, buzulların erimesi, Amazon’un yağmursuzlaşması, okyanus akıntılarının tehdit altına girmesi… Cribb “kritik eşikler”in bir noktada birbirini tetikleyerek, geri dönüşü olmayacak bir “sera dünya”yı başlatabileceği konusunda uyarıyor. Ve reçete, sistemsel değişimden geçiyor: 2030’a kadar fosil yakıtlardan tamamen vazgeçmek, enerji, gıda ve şehir sistemlerinde kökten dönüşümler, tüketimi azaltmak, yeniden ağaçlandırmak. Ama bunların ötesinde, Cribb için asıl kırılma noktası, her bireyin kendi gündelik hayatında büyük-küçük adımlar atmaya cesaret etmesinde yatıyor.
Yangınların Asıl Nedeni: Kentin Kırı Yutması
18 Ağustos 2025 Pazartesi
Tüm bu veriler, orman yangınlarının iklim krizinden bağımsız düşünülemeyeceğini, ancak asıl köklerinin kapitalist kentleşme dinamiklerinde yattığını ispatlar. İmar afları, doğal alanların yatırım projelerine açılması, kırsal–kentsel eşik bölgelerinin yapılı çevre lehine genişlemesi ve yanan alanların imara açılması yangınların sıklığını ve yıkıcılığını artıran başlıca nedenlerdir. Türkiye’nin bu krizden çıkışı, mekânsal adalet, planlı kentleşme ve ekolojik bütünlük ilkelerine yaslanan bir dönüşümle mümkün olabilir. Hizmetlerin yeniden beledileştirmesi ve kamulaştırması, yangın riskini azaltacak adımların başında gelir. Fakat asıl mesele Engels’in bir asırdan fazla süre önce dile getirdiği uyarıda saklıdır: Kentlerin kapitalist devasa büyüme mantığı yalnızca kır-kent dengesini bozmakla kalmaz, gezegenin ekolojik bütünlüğünü de tehdit eder.
Filistin için Vicdan Siyaseti
16 Ağustos 2025 Cumartesi
İsrail Gazze’ye daha kaç bomba atacak? Kaç Filistinliyi öldürecek, kaçını sakat bırakacak? Abluka altında kaç Gazzeli açlıktan can çekişerek ölecek? Bu tür vahşet siyaseti, durumu daha da kötüleştirmekten ve dünya genelinde İsrail karşıtı nefret ile antisemitizmi körüklemekten başka bir işe yaramaz. İsrail’in yapması gereken çok zor değildir: İşgal altındaki topraklardan çıkmak. O yerleşimleri boşaltmak. İşgale son vermek ve Filistinlilerin kendi ülkelerine sahip olmalarına izin vermek. Bu, tabii ki barışın birkaç günde sağlanacağı anlamına gelmez. Belki aylar, yıllar, hatta on yıllar sürecektir. Ta ki geçmiş yaraların çetelesini tutmakla ilgilenmeyen ve sadece hayatlarına devam etmek isteyen yeni bir İsrailli ve Filistinli nesil yetişene dek. Kulağa oldukça soyut ve beyhude bir hayal gibi gelse de böyle bir barış her şeye değer. Gerçek güvenlik, ancak ötekinin refahından gelir, onun acısından değil.
Jeremy Corbyn ile Yeni Bir Sol Parti Projesi Üzerine Söyleşi: “Siyaset, Sıradan İnsanların Güçlendirilmesiyle İlgili Olmalıdır”
15 Ağustos 2025 Cuma
Bugün toplumun karşı karşıya olduğu sorunlara bakın: Yiyecek bankaları, binlerce insanın hayatının önemli bir parçası. Kiracılar, gelirlerinin büyük bir kısmını kiraya veriyorlar. Her yaştan insan ciddi stres altında. Bir hükümet, değişim vaatleriyle göreve geldiğinde ama hiçbir şey değişmediğinde, bir şeylerin değişmesi gerekir. Bu enerji bir süredir birikmiş durumda, çünkü bu sorunlar yeni değil. Hükümetler, bu sorunlara çözüm getirmeyi reddetti. Bu durumun elbette bir sonucu olacak – ne ektilerse, onu biçiyorlar. Gerçek bir alternatiften mahrum bırakılan insanlar, aniden kaydolacak bir şey buldular. Bir umutları var. Biz, eşitlik ve barış gibi temel ilkelere dayanan oldukça basit bir siyasi vizyon sunduk. Kamusal mülkiyet, servet vergilerinin arttırılması, belediye konutlarına yatırım ve Filistin’e destek gibi ilkeler belirledik.
Bina Yenileme Uygulamaları ve Deprem Gerçeği: 2025 Perspektifi
14 Ağustos 2025 Perşembe
Türkiye, 2025’te hâlâ aynı gerçekle karşı karşıya: Deprem. Üstelik bu, yalnızca “olasılık” olarak gündemde değil; yaşanmış acılarla, yıkılmış şehirlerle, geride kalan binlerce hikâyeyle hâlâ canlı. 6 Şubat 2023’teki Kahramanmaraş merkezli felaketin üzerinden iki yıl geçti ama etkisi, hem şehirlerin siluetinde hem de insanların hafızasında hâlâ taze. O günden bu yana “binalarımız güvenli mi?” sorusu artık soyut bir tartışma değil; herkesin kapısını çalabilecek bir gerçek. Fakat sahaya bakıldığında, bina yenileme hızımız ile deprem riski arasındaki yarışta kazanan taraf hâlâ biz değiliz. Ve bu yarışı kaybetmenin bedelini, sadece mühendislik hataları ya da beton kalitesi belirlemiyor; ekonomi, bürokrasi ve toplumsal alışkanlıklar da bu sürecin en kritik oyuncuları.
Dolaylı Eylem ve Performans Tutkusu
13 Ağustos 2025 Çarşamba
Baker’e göre, Batı’nın eylem anlayışı köklerini hayvancılıkla uğraşan halkların dünyayla kurduğu ilişkide bulur. Bu anlayışın en tipik metaforu, çoban ile sürüsü arasındaki ilişkidir. Çoban, sürüsünü asası ve köpekleriyle gece gündüz takip eder, güzergâhını belirler, onu tehlikelerden korur ve yönlendirir. Bu modelde eylem, doğrudan ve güce dayalı bir müdahale olarak tanımlanır: özne aktif, nesne ise edilgendir. Bu ilişki biçimi, zamanla siyasal düşüncenin merkezinde yer alan bir iktidar metaforuna dönüşür. Kralın tebaası üzerindeki mutlak otoritesinden Tanrı’nın “insan sürüsü” üzerindeki yönetimine kadar, Batı siyasal ve teolojik tahayyülünde çoban figürü derin bir iz bırakır. Çoban yalnızca koruyan değil, aynı zamanda yöneten, kontrol eden ve disipline eden bir iktidar biçimini temsil eder. Michel Foucault bu geleneği “pastoral iktidar” kavramıyla teorileştirir.
"Yürümenin Felsefesi"
11 Ağustos 2025 Pazartesi
Zamanla yolculuk, haritalardaki boşlukları doldurmanın ötesinde, içimdeki bilinmeyenleri adım adım keşfetmek anlamına gelmeye başladı. Yeni sokaklar, diller ve gölgeler arasında yürürken, asıl yolculuğun dışarıya değil, içeriye doğru aktığını fark ettim. Yavaşladıkça gördüm, sustukça duydum. Ne zaman tek başıma yola çıksam, çantamda hep aynı kitap olur: Yürümenin Felsefesi. Satırları, adımlarımın ritmine karışır; kelimeleri, yoldan çok zihnimi örer. Ve şimdi, yıllardır sessizce eşlik eden bu kitabın bana ne anlattığını sizinle paylaşmak istiyorum. Yürümek, Frederic Gros’nun kitabında bir beden eylemi olmakla kalmaz, varoluş biçimine dönüşür. O, yürümeyi spor olmaktan çıkarır; ritüelleştirir, ruhani bir eyleme dönüştürür. Yürümek, ne bir hedefe ulaşmak ne de kalori yakmak için yapılır.
Temsilin Yükü: Üniversiteyi Ayakta Tutan Gerçek Değer Nedir?
8 Ağustos 2025 Cuma
Son günlerde gündemi meşgul eden sahte diploma skandalları, üniversitelerin yalnızca bilgi değil değer ve güven üreten kurumlar olma işlevinde yaşanan nitelik erozyonunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bir kurumun verdiği diplomanın, kamusal ve bireysel hayatı etkileyen bir güven unsuru olması gerekirken, giderek içi boşalan bir belgeye dönüşmesi; temsilin ve sorumluluğun anlamını da tartışmaya açıyor. Mezuniyet törenlerinde şekilsel olarak temsil edilen üniversitenin değerleri, bu tür skandallarla birlikte, gerçek değerini sorgulatır hâle geliyor. Artık mesele yalnızca bir tören değil, hayati bir güven krizi sorunudur.
Mine Yıldırım ile “İhtimam ile Şiddet Arasında: İstanbul’un Köpekleri" sergisi üzerine söyleşi
7 Ağustos 2025 Perşembe
Köpeksizleştirme siyaseti, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan modernleşme tecrübesinin hem bir ürünü hem de kurucu dinamiklerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bu siyaset, sokak köpeklerinin kent yaşamından sistematik biçimde uzaklaştırılmasını, yerinden edilmelerini, öldürülmelerini veya tecrit edilmelerini kapsayan çok boyutlu bir tahakküm rejimi üretmiştir. 1910 yılında 80 binden fazla sokak köpeğinin İstanbul’un en uzak ve küçük adası Sivriada’ya tehcirle ölüme terk edilmesini ifade eden Hayırsızada Vâkâsı, bu sürecin başlangıç noktası ve sembolik kırılması olarak düşünülebilir. Bu olay, yalnızca bir itlaf politikası değil; aynı zamanda İstanbul’un yüzyıllardır süregelen insan-köpek ilişkisini dönüştüren travmatik bir kırılmadır. Modern şehir tahayyülünde sokak köpeklerine yer olmadığını ilan eden bir eşik olarak işlev görmüştür.
CHP Kaybederse? (VI): Cumhuriyetçi Halk Siyaseti ve Kurucu Muhalefet
9 Ağustos 2025 Cumartesi
19 Mart sonrası süreçte ana muhalefetin ısrarla erken seçimi gündemde tutması oldukça anlaşılır; fakat Türkiye’nin bir erken seçimden çok yeni bir siyasal başlangıca ihtiyacı var ve erken seçim sadece buna giden yolu açacağı için önemli. Muhalefetin aynı zamanda, iktidarın böyle bir kararı almasını bekleme lüksü varmış gibi de görünmüyor. Rejimin konsolidasyon krizini öteleyecek koşullar oluşmadan bir erken seçimin gündeme gelmesi de oldukça zor. Geleceği bugünden kurmanın yolu erken seçimi zorlamaktan çok, iktidarı devralmayı beklemeden, şimdiden cumhuriyetçi bir demokrasiyi örgüt, yerel iktidarlar ve toplumsal dayanışma ağları aracılığıyla inşa etmeye yönelen, kurucu bir ana muhalefeti hayata geçirmekten geçiyor.
CHP Kaybederse? (V): Barışa Taraf, Demokrasi Mücadelesine Ortak Olmak
8 Ağustos 2025 Cuma
Mevcut iktidar blokunun ve rejim yapısının, demokratik bir çözüm etrafında bu tür bir süreci nihayetine erdirmesinin eşyanın doğası itibariyle imkânsız olduğu şerhini baştan düşerek, adına ne dersek diyelim barış sürecinin, demokrasiyi dert edinenlerin kolayca yüz çeviremeyeceği ve çevirmemesi gereken bir süreç olduğunu bir kez daha not edelim. Bunun nedeni, Kürt meselesinin Türkiye siyasetinin temel hatlarını yapılandıran, mevcut rejimin de bolca suiistimal ettiği, yasal ya da yasa üstü olağanüstü hâl durumunun etrafında düğümlendiği temel mesele olmasıyla ilişkili. Bu sorunun çözülmemiş olması, devlet merkezlilik, sembolik siyasetin ifade özgürlüğünü sınırlaması, olağanüstü karakterde yasalar aracılıyla zırhlandırılmış yürütmenin imtiyazının devlet yönetiminde merkezi rol oynaması, kendi dar çıkarlarına odaklanmış olan, devletçi-milliyetçi ve şimdilerde Erdoğancı da olan bir elit kesimin siyasette, yargıda, orduda, medyada ve eğitim alanında hakim hale gelmesi gibi, Türkiye siyasetini belirleyen pek çok özelliğin varlığını sürdürmesine de yol açıyor.
CHP Kaybederse? (IV): Geciken Muhalefet ve Geleceksizleşmek
7 Ağustos 2025 Perşembe
19 Mart operasyonları sonrasında özellikle seküler orta sınıflar ya da bu sınıfların sözcülüğüne soyunanlar bir yönüyle haklı da olan büyük bir öfke içerisinde. Fakat bu toplumsal kesimler mevcut rejime yönelik tepkilerini ortaya koymakta çok geç kalmış görünüyorlar. Oysa ki 15 Temmuz sonrasında adım adım inşa olunan rejimin çok katmanlı bir OHAL düzeneğine dayandığı, bu mevcut ohal düzeneğinin Türkiye’yi bir operasyonlar cumhuriyetine çevirdiği ve mevcut iktidarın, başta ifade özgürlüğü olmak üzere yurttaşlık haklarını rejimin hedefleri doğrultusunda stratejik olarak askıya almak vasıtasıyla iş gördüğü; bu süreçte cumhurbaşkanlığı güven oyuna dönüşen seçimlerin, iktidarın meşruiyetini sağlamadaki temel rolü devam etse de, iktidar bloğu açısından mevcut rejimin arzuladığı sonuçları ürettiği ölçüde kabul gördüğü uzun bir süredir aşikâr.
CHP Kaybederse? (III): Yeni Rejimin Konsolidasyon Krizi ve Muhalefetin Geleceği
6 Ağustos 2025 Çarşamba
15 Temmuz sonrası hayata geçen rejim temelde katmanlı bir OHAL düzeneğine ve hukuki hakların gerekli görüldüğünde askıya alınmasına dayanıyor ve muhalefeti, kamusal görünürlüğü olmayacak şekilde homurdanan, söylenen ve gerçek bir siyasal alternatif ortaya koyamayan bir konuma indirgemek üzerinden işliyor. Bu bağlamda tıpkı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında olduğu gibi gerektiğinde demokratik kaidelerin tümüyle terk edilmesi, 2019 İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi sonuçları kabul görmeyen seçimlerin tekrar edilmesi ya da en ileri durumda güvenlik gerekçesiyle seçimlerin geçici süreliğine askıya alınması mümkün. Tam da tüm sistem tek bir kişinin iktidarının sürekliliği etrafında düzenlendiğinden, Erdoğan’ın kazanma olasılığı yüksek bir ortam oluşmadan seçimlere gidilmesi baştan ihtimal dışına çıkarılmış durumda; fakat bu durum seçimlerin mevcut rejimde kolayca askıya alınabileceği anlamına da gelmiyor.
CHP Kaybederse? (II): Gündelik Siyasetin ve Seçim Odaklı Stratejinin Açmazları
5 Ağustos 2025 Salı
Son yirmi yılda yaşananlar Türkiye toplumu için kırılma, kriz ve büyük dönüşüm “anı” gibi ifadeleri nerdeyse tümüyle anlamsızlaştırmış durumda. Bu anların bir süreklilik içerisinde peş peşe gelmesi toplumda olağanüstü zamanlarda yaşadığımız hissini kuvvetlendirerek bu süreçlerin her birinin kendisine has özelliklere sahip olduğunu görmemize engel oluyor; fakat bu anların toplumda yaratmayı amaçladığı ve bazen de geri tepen “hissizleşme” duygusunun yanında muhalefet açısından başka önemli sonuçları da var. Böylesi anların bitmeyen yoğunluğunun ve sıklığının, toplumsal muhalefetin işini bir taraftan zorlaştırırken bir diğer taraftan da fazlasıyla kolaylaştırdığını kabul etmemiz lazım. Söz konusu gelişmelerin yarattığı baskı ve basınç toplumun mevcut rejimden acilen kurtulma umudunu canlı tutuyor...
CHP Kaybederse? (I): 19 Mart Operasyonları ve Muhalefet Hakkı
4 Ağustos 2025 Pazartesi
19 Mart operasyonlarının ardından, mevcut rejimin zor araçlarını dizginsizce kullanmasından kaynaklı, bir kez daha iktidar karşısında oyu artarken siyasal alanda mevzi kaybeden bir CHP ile karşı karşıyayız. 7 Haziran 2015 seçimleri esnasında ve sonrasında HDP’nin başına gelenler, bugün farklı bir şekilde CHP’nin de başına geliyor ve o zaman olduğu gibi bugün de sorun basitçe muhalefetin bir kesiminin baskı altına alınması değil. Dün olduğu gibi bugün de mesele, iktidarın eylemlerine karşı çıkılmasının iktidar tarafından meşru görülüp görülmediğinde ve demokratik yollardan iktidarın el değiştirmesinin, yine demokratik araçlar aracılığıyla teminat altına alınıp alınamayacağı sorununda düğümleniyor.
İmajların Demokratizasyonu
2 Ağustos 2025 Cumartesi
Romantik bir duygulanıma yakın olanlar imajların kendilerine direkt olarak çarpmasıyla kanaatlerini (bakış açıları) oluşturduğunu düşünürler. Bireylerin kanaatleri ya da imajlarıyla birbirlerini yetkin derecede Spinoza’cı türden affect’lerle –duygulanımlar– değiştirip dönüştürmesi, farklı dünyalar arasında geçişler sağlayan ve bu geçişleri olanaklı kılan eylemlere bağlıdır. Burada esas olarak beden merkezdedir ve bütün affect’leri, fikirleri kendinde toplayan hacimsel güç yeri, nesnedir. Spinoza şöyle söyler: “İnsan bedenin hallerine ilişkin fikirler, hem dış cisimlerin doğasını hem de insan bedeninin kendi doğasını içerirler; hatta sadece insan bedenin doğasını değil, aynı zamanda onun kısımlarının doğasını da içermek zorundadırlar. Çünkü bu haller, insan bedenin kısımlarını, dolayısıyla bütün bedeni etkileyen tarzlardır.”
Ateşin Hafızası: Yangınlar, Ekolojik Kırılganlık ve Unutmanın Bedeli
29 Temmuz 2025 Salı
Küresel ısınmanın hızlandığı ve doğanın dengesinin sarsıldığı son on yılda, orman yangınları artık basit bir “afet” kategorisi olmaktan çıktı; hem toplumsal hafızamızda hem de gezegenin ekolojik dengesinde silinmez izler bırakıyor. Türkiye’nin orman yangınlarıyla olan ilişkisi, rasgele felaketlerden ve kontrolsüz tesadüflerden ibaret bir geçmişin ötesine geçti. Bugün, yangınlar sistematik, birikimli bir tehdide dönüşmüş durumda. Yalnızca Akdeniz'de, Amazon’da, Kaliforniya’da ya da Avustralya’da değil; dünyanın birçok köşesinde, hatta yangına aşina olmayan tropik bölgelerde bile son yıllarda yaşanan büyük yangın felaketleri asıl kaybın sınır tanımadığını ve etkilerinin yerel olduğu kadar gezegensel düzeyde de hissedildiğini gösteriyor.
Dünyalararasında: Bedenden Zihne, Ölümlü Sonsuzluk
27 Temmuz 2025 Pazar
Dünyalararasında, zihin felsefesinin temel sorularını kendi roman yapısı içinde başarıyla eritebilmiş bir eser. Geçgin’in edebiyat ile felsefeyi özgün bir biçimde harmanladığı aşikâr ancak son romanında bu yaklaşımını âdeta doruk noktasına taşımış. Eser, tıpkı hayat gibi devingen ve metafizik bir yapıya sahip. Bu eserlerle meşguliyetim süresince, sorularıma ya da eserin kendi içinden sorduğu sorulara yanıt ararken Fransız filozof Henri Bergson’un düşünceleriyle karşılaştım. Onun kavramlarıyla birlikte romanlar kendini daha fazla açmaya başladı. Uzun Yürüyüş ile başlayacak olursak roman, Erkan’ın/Mahmut’un kimliğini, bedenini ve belleğini aşmaya çalıştığı metafizik bir yolculuğu konu alır. Karakter bir hicret hâliyle, evrende iz bırakabilme gayesiyle dağa doğru yürürken de mağaraya/kovuğa/mezara ulaştığında da insan olmaktan, yaşama içgüdüsünden ve toplumsal belleğin izlerinden kurtulmanın kolay olmadığını gösterir.