Mikroşöhretleşmiş Siyaset ve Dijital Kamusallığın Yeni Estetiği: Zohran Mamdani’nin Asıl Anlamı
18 Kasım 2025 Salı
Günümüzde neoliberal ekonomi hayatın her alanına hâkim olurken, artık insan ruhunu, dikkatini ve zamanını da ticarileştirerek tüketim nesnesine dönüştürmektedir. “Mikro-şöhretleşmiş siyasetçi” bu dönüşümün siyasetteki uç noktasını temsil eder: Artık siyasetçi yalnızca lider değil, takipçileriyle sürekli etkileşim kuran, duygusal ve görsel performansını yöneten, kendi markasını üreten dijital bir figürdür. Zohran Mamdani, sosyalist siyaseti influencer kültürünün estetik ve mantıklarıyla birleştirerek meşruiyet, yakınlık ve görünürlük inşa eden tipik bir örnektir. Onun yükselişi, bireysel karizmanın ötesinde, siyasal kültürün teknoloji tekelleri tarafından kâr, veri ve dikkat ekonomisi ekseninde yeniden şekillendiğini göstermektedir. Bu zeminde hareket etmek, kapitalist mantık tarafından özümsenme riskini de taşır.
Kırmızı Lamba Altında: Metin Turan’ın Frankfurt’u
18 Kasım 2025 Salı
Frankfurt, bir yandan Avrupa’nın önde gelen finans merkezleri ve küresel kapitalizmin simgesel mekânlarından biri olmaya devam ederken; öte yandan 1923 yılında Frankfurt’ta kurulan, günümüzde Frankfurt Okulu olarak bilinen, Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü çatısı altında birleşen filozof ve bilim insanlarının teorik ve felsefi görüşlerinin yarattığı ekolün de ev sahibidir. Frankfurt Okulu’nun eleştirel teori geleneğini doğuran entelektüel iklimi, Walter Benjamin’den Theodor W. Adorno’ya ve Jürgen Habermas’a değin uzanan düşünsel mirası ile modernitenin sorgulandığı bir kavramsal laboratuvar işlevi görür adeta. Turan’ın şiiri, bu karşıtlıklarla örülü kentsel dokunun izlerini taşırken, aynı zamanda bireyin varoluşsal kırılganlığı ve neoliberal baskının kesiştiği noktalara işaret eder.
Biçim, İçerik ve İfşa: Sanatın Otonomisi Ne Değildir?
17 Kasım 2025 Pazartesi
İşaret etmek istediğim şey, bir sanatçı ve yapıtı üzerine yapılacak herhangi bir ahlaki yargılamanın, yahut böyle bir ahlaki yargılamanın karşısında durmanın kavramsal-kuramsal kaynağı otonomi olamaz, zira sanat eserlerine dair herhangi bir ahlaki yargılama yapılıp yapılamayacağı tartışması, gerilim yüklüdür ve otonomi tam da bu gerilimin orta yerinde, gerilimle yapısal anlamda alakasız ama ister istemez onun zeminindedir. Otonomi, bu anlamıyla etikten bağımsızdır, biçimsel bir konudur, biçimde vuku bulan siyasetle ilgilidir ve doğası gereği ahlaki çelişkiler barındırır, hem o çelişkiler zemini üzerinde yükselir, hem de bir kaçış çizgisi oluşturur, tamamlanmaz ve yapıt üzerinde sürekli devinir.
Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Kimin?
16 Kasım 2025 Pazar
Alman sağının 20. yüzyıldaki en etkili kuramcısı Carl Schmitt’in meşhur ifadesiyle “istisnaya karar veren, egemendir.” Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 6. maddesine göre ise “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Millet, egemenliğini Anayasa’da gösterilen esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenlik, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Yine Anayasa’nın 119. maddesi, OHAL’in Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilebileceğini, bu kararın Resmî Gazete’de yayınlanacağını, aynı gün TBMM onayına sunulacağını hükme bağlar.
Ne Karanfil Ne Kurbağa
13 Kasım 2025 Perşembe
Otorite, had, sınır, tok-sik. Bir süredir yinelediğimiz sözcükler. Sergimizin ana ekseni babalarken, erkekliğin üzerimizde kurduğu baskıyı konuşurken ve yaşarken ifşa konusunu nasıl es geçebilirim? Sonuçta mesele yalnızca sanat işleri değil, onların içinden geçen, bize dokunan, bizi yaralayan ya da yüzleşmeye zorlayan deneyimler. Bazıları keşke olmasaydı dedirten. Bu anlamda benim de hafızamda duran, hâlâ alnımda izini taşıdığım şiddetli bir an var. Bazı şeyler yalnızca bize değil, çevremize de bir ağırlık yüklüyor. Yaşananları kötü niyete yormadan kendinizce hallettiğinizi düşünebilirsiniz ama bunu birileriyle paylaştığınız anda durum değişiyor. İçinizdekiler kelimelere döküldüğünde ve başkalarının yorumlarıyla karıştığında kafanız yeniden bulanıklaşıyor.
Ufkumuzdaki Hayaletler
14 Kasım 2025 Cuma
Oysa 19. yüzyılda yoksulların büyük çoğunluğu ailelerinin yanında genellikle sefalet ve pislik içindeki evlerinde ölüyorlardı. Bunun sebebi hem insanların yalnız olmaya daha az alışkın olmaları hem de ölümün ve ölmekte olanın ortak yaşam alanlarından dışlanmamış olmasıydı. Yoksul hanelerin tek göz odadan başka odaları da olmadığı için ölen kişi ailenin bir parçası olarak aşina olduğu mahalde ölüme teslim olurdu. Kibritçi Kız’ın bu sıra dışı ölüm biçimi ve anonimliği onu arafta salınıp duran sürgün bir hayalet haline getirir. O yüzden sadece trajik bir imge olarak değil çektiği sefalet ve ölüm şekli olarak da iki yüz yıl boyunca ısrarla alacağını talep eden bir hayalet olarak paçalarımıza yapışıp, camlarımızı, kapılarımızı taşlama hakkını elinde tutar.
New York’ta İhtiyatlı İyimserlik: Belediye Sosyalizminin Sınırları
12 Kasım 2025 Çarşamba
Son dönemlerde dünyada otoriter-sağ siyaset yükselişteyken, umudun kıvılcımlarının ulusal hükümetlerden çok kentlerde parlamaya başladığı sıkça dile getirilen bir yargı. Özellikle kimi büyük şehirler, hak ve özgürlükleri kısıtlayan merkezlere karşı birer aykırı şehir sığınağı olarak görülüyor. Donald Trump’ın seçilmesi sonrasında ABD’de birçok belediye yöneticisi, yerel yönetimleri “kurumsal direnç cephesi” ilan ederek Trumpçı gündeme karşı kalkan yaptı. Avrupa’da ise 2015’te İspanya’nın Barselona ve Madrid gibi kentlerinde “korkusuz şehirler” muhafazakâr merkezi hükümete meydan okuyarak mültecileri kucaklayıp özelleştirilen hizmetleri kamulaştırmaya yöneldi. Bu gelişmeler, ilerici kent yönetimlerinin küresel ölçekte nasıl umut odağı haline geldiğini gösteriyor.
Bağımsızlık ve Bağımlılık
11 Kasım 2025 Salı
Bilindiği gibi geçmişte Osmanlı İmparatorluğu iç ve dış borçlarını ödeyemeyince alacaklı ülkeler kurdukları Düyun-u Umumiye vasıtasıyla kendi Reji memurları ile vergileri toplamaya başladılar. Bu sistem aracılığıyla imparatorluğun en önemli gelir kaynağı olan tütün vergileri alacaklı ülkelerin kurduğu Reji şirketine bırakıldı ve Reji İdaresi silahlı kolcularla zorla vergi topladı. Reji kolcularının yaptığı zulüm ise “Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım / kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım / teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım” örneğinde olduğu gibi türkülere dahi yansıdı. Ancak Yeşilay’ın videosunda bu gerçekliği ve Reji Şirketi’ni göremiyoruz.
Direnmenin Doğa Tarihi
10 Kasım 2025 Pazartesi
“Direnmek” fiilini biyoçeşitlilik üzerinden tartışırken, bu kavramın anlamını doğadan ilhamla yeniden düşünmeye çalıştım. Şunu fark ettim: doğadan öğrenilecek şeyler hâlâ çok, hem de sandığımızdan çok daha fazla. Bu metinde, katı kuralcılığın bireysel alanı nasıl daralttığını, politik öfkenin bu katılıkla nasıl beslendiğini ve biyolojik sistemlerde gördüğüm çeşitlilik ile esnek adaptasyon ilkelerinin bu yapısal sertliğe karşı nasıl bir model sunabileceğini tartışıyorum. Yaşam ağacının dalları, gezegenin tarihinde defalarca kez kırılmış; sonra yeniden yeşermiştir. Bazı dallar yaşamayı sürdürmüş, bazıları ise bir daha hiç var olmamak üzere kaybolmuştur. Bugün doğadaki direniş örneklerine bakarak, toplumsal umutsuzluklarımıza da ışık tutabiliriz belki. Ama oraya varmadan önce, doğanın kendi içindeki gizli çeşitlilik desenlerine bakalım; bu desenlerin tarih boyunca yaşamı nasıl ayakta tuttuğunu anlamaya çalışalım.
Adı Konulamayan Sürecin Birinci Yılında
7 Kasım 2025 Cuma
Öcalan’ın Türk kamuoyundaki kötü ünü nedeniyle, örneğin DEM Parti’nin yerine kurulacak bir partinin resmi başkanı olması belki de imkânsız. Ancak bu gerçekleşse bile, Öcalan gibi bir figürün yasal bir partinin başkanlığını layıkıyla yürütebilmesinin önünde çok daha başka güçlükler olduğunu unutmamak gerek. Her şeyden önce Öcalan’ın teorik-entelektüel konularda kendisine aşırı düzeyde duyduğu güvenin, kamuya açık bir şekilde yapılan siyasette sorun yaratacağı kesin. Öcalan, PKK hareketinin yegâne teorisyeni ve yegâne entelektüeli olarak, bu hareketin son kırk küsur yıldaki tüm teorik ve entelektüel birikiminin yaratıcısıdır. Bu birikimin büyük bir kısmı fazla bir önem taşımıyor da olsa, özellikle cezaevine girdikten sonra yazdıkları ile Kürt hareketinde etkin olan, onun terimiyle ‘ilkel milliyetçiliğin’ geriletilmesinde önemli bir rol oynadığı, böylelikle hareketin entelektüel dünyasında bir teorik sıçrama gerçekleştirdiği söylenebilir. Ne var ki kendisi de çevresi de bu teorik-entelektüel birikim ve yeteneği abartmaktadır.
Ama İmkânları Fakat Fısıltıları
5 Kasım 2025 Çarşamba
Batı’dan Türkiye’ye doğru biraz yavaş ve ağırdan da olsa sonunda yayılan politik doğruculuk tartışmaları kendi terimleriyle, kendi hashtagleriyle (#metoo) birlikte geldi ve kimlik siyaseti üzerinden genel olarak politikayı da etkiledi belki ama sanat dünyasını çeşitli etmenler sayesinde daha fazla belirledi. Kimi iptal kültürü diye ünlemler koydu, kimi bunu Türkçede bitirme kültürü daha iyi karşılıyor dedi noktalar koydu, kimi bu adlandırmanın kendisinin iptal edilmesi gerektiğini söyledi. Her halükarda meselenin başlangıç ve tanıtım aşamasında değiliz, coşkulu zirve günlerinde de değiliz, hatırı sayılır bir birikimin oluştuğu, pratiklerin istiflenebilecek denli çoğaldığı, geriye başı şöyle bir çevirip gelinen yola bakmak, neredeydik bir zamanlar şimdi neredeyiz demek, buradan hangi yollar uzandığını araştırmak aşamasındayız. Bu kapsamda bazı kriterlerin norm haline geldiği, etik olarak uygunsuz bulunan sanatçıların bazen dalgalar halinde bazen tek tek bitirilmelerine doğru evrilen sanat dünyası pek çok hayati soru üretti.
Politik Şeyleri Tasniflemek: Komplocu Düşünme
4 Kasım 2025 Salı
Mitler, toplulukların değerlerini, inançlarını ve dünya görüşlerini aktarırken, gerçeği dönüştürür. Komplolar ise gerçekliğe gölge gelişen olaylara yönelik şüpheleri ve alternatif açıklamaları vurgular. Komplo teorileri, genellikle mevcut düzeni sorgular ve gizli güçlerin eylemlerine odaklanırken, bu iki kavram arasındaki etkileşim, bazen mitlerin komplo teorileri için bir zemin hazırlaması veya komplo teorilerinin mitolojik anlatılarla beslenmesi şeklinde görülebilir. Mitler ve komplolar, belirsizlikle başa çıkma ve anlam arayışının farklı tezahürleridir. Bu nedenle de hem akademik dünyada hem de kamuoyunda sıkça göz ardı edilen bir perspektif sunar. Özellikle Türkiye bağlamında, komplo teorilerinin siyasal söylemin ayrılmaz bir parçası olması; Gezi Direnişi, 15 Temmuz Kalkışması ve sonrasındaki popülist-otoriter dönüşüm gibi kritik olaylarla ilişkilendiren düşünsel yapısı kitabın ayırt edici yönünü oluşturur.
Çirkin Üvey Kardeş: Bir Masalın Karanlık ve Hüzünlü Aynası
2 Kasım 2025 Pazar
Yüzsüz düşünülemeyen ve günümüzde anlamını yitiren güzellik anlayışı çağlar boyunca dönemden döneme farklılık göstermiştir. Şu da var ki; bakıldığı anda görülen yüz, bakan özneyi aynı zamanda bir nesneye de çevirir. Yüz takındığı varlıksal donanımla kendini ötekine teşhir eder. Teşhirin getirdiği ise yüz ve yüze uygulanan müdahalelerin pornografiye varan gerçekliğidir. Kendini sergilemekten imtina etmeyen yüz estetize edilmiş güzelliğin aracı haline gelir. Bu, bir yüzün dişi veya erkek yüzü olma ayrımından değil ideal bakışın erkek olmasından kaynaklıdır. Ötekine bağımlı bir güzellik anlayışının altında yatan da budur zaten.
Emojiler Dünyasında Dehşet: Adolescence
1 Kasım 2025 Cumartesi
Adolescence (2025) dizisinde on üç yaşındaki Jamie, bir sabah erkenden gözaltına alınır. Ani bir baskınla evlerinde huzurları kaçan o ve ailesi seyircide suçsuz olduğu fikrini yaratır. Yaşıtı Katie’yi yedi kez bıçaklayarak öldürebilecek bir çocuğun, karşısında polisi görünce altını ıslatması ve karakola giden yol boyunca ağlaması ortada bir yanlış anlama olduğu fikrini yaratır. Anne, baba ve kız kardeş de sabahın bu erken vaktinde oransız polis şiddetine anlam veremezler. Gözaltına alınan küçük zanlı, babası ve çeşitli polis memurlarıyla karakolda bir odadan diğerine geçer. Bu işlemler sırasında kimse kötü niyetli görünmez. Herkes yönetmeliklere uygun şekilde reşit sayılmayan bir çocuğun gözaltı sürecinin gereklerini yerine getirir.
"Zarların Hileli Olduğunu Herkes Biliyor"
30 Ekim 2025 Perşembe
Siyasal iktidarın meşruiyet krizine karşı, muhalefet figürlerinin kriminalize edilmesi tesadüfi değildir. Bu süreç, Gramsci’nin “hegemonya krizi” kavramı çerçevesinde okunmalıdır. Egemen sınıflar, kriz dönemlerinde hegemonyalarını sürdürmek için rıza üretmek yerine zorbalık aygıtlarını devreye sokarlar. Casusluk gibi “akıl dışı” olarak nitelendirilen suçlamalar, bu hegemonik zorbalığın bir tezahürüdür. Toplumsal rıza üretilemediğinde, devlet aygıtı, muhalefeti düşmanlaştırarak “iç düşman” söylemini yükseltir. Bu, milliyetçilik, din ve aile gibi temalarla desteklenir. Devlet aygıtı meşruiyetini dış tehdit ve komplolarla kurmaya çalışır. “siyasal casusluk” gibi suçlamalar, sistemin krizini örtmek için ortaya atılan ideolojik kurgulardır. Casusluk suçlaması gerçek bir tehditten değil, sistemin gerçeklik krizinden kaynaklı bir suçlamadır.
Kuzey Kıbrıs Seçimleri Üzerine: Vesayet, Sınıf ve Kimlik
28 Ekim 2025 Salı
Yani savaş sonrası dönemin ganimet ve memuriyet merkezli yapısı ortadan kalkmadı; ama neoliberal bir rant rejimi zenginleşmenin yeni aracı haline geldi. Bu yeni birikim modeli, vesayeti ortadan kaldırmak bir yana, onu daha derin bir biçimde yeniden üretti. Türkiye’den gelen bütçe transferleri ve yardım paketleri hâlâ önemli olmakla birlikte, esas bağımlılık artık dış sermaye, mülk piyasası ve hizmet sektörleri üzerinden toplumsal dokunun içine yerleşmiş durumda. Para akışları, ‘devlet’ kanallarını aşarak doğrudan tüketim kültürünü, mekânsal örgütlenmeyi, gündelik yaşam pratiklerini ve toplumsal hiyerarşiyi biçimlendiriyor. Bu dönüşüm, eski birikim rejiminin asli failleri olan memur sınıfını da hızla erozyona uğratıyor.
Modern Zamanların En Sarsıcı İcadı olarak Marksizm
27 Ekim 2025 Pazartesi
Marksizmin İcadı’nda Christina Morina bazısı hayatının bir bölümünde bazısı son nefesine dek kendisini Marksist sayan ver her halükarda “dünyayla meşgul olan” dokuz ismin kişisel tarihi üzerinden bir kuşağın tasvirine girişiyor. Tasvir ve tasnifin bir arada olduğu kitapta izi sürülenlerin çoğu Marksist literatürü bilenler bakımından tanıdık: Karl Kautsky, Eduard Bernstein, Rosa Luksemburg, Victor Adler, Jean Jarues, Jules Guesde, Peter B. Struve, Georgi Plehanov ve Lenin. 1845-1870 arasında Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa ve Rusya’da doğan sekizi erkek dokuz isim, onları özveri hareketi olarak tanımlayan yazarın nazarında “Marksizmin entelektüel kurucu neslinin mensu”pları ve aynı zamanda “Marksizmin altın çağı”nın şekillendiricileri. Adı geçenlerin “havari” addedilmesi mümkün.
“Ve Donar Çılgınlığımız”: Hazzın Politik Ekonomisi ve Alışılmış Olağanüstü Haller
24 Ekim 2025 Cuma
Deliliğin bir övgüsünü ve güzellemesini yapmaktan öte, ölümün ve sıtmanın aynı anda gösterilerek ne tam bir ölüm ne tam bir yaşam vaadinin mümkün olduğu söylemek gerek. Ölmemiş, ölememiş ancak yaşayamayanlar da olarak, yas sürecini tamamlayamadığımız için melankolik ve nevrotik hallerden hallere düşerek kendimizi bir ölüm ve yaşam provası olan sürekli uyku halinde bulduğumuz sınırlardan bahsedebiliriz ancak. Zombileşiyoruz. Zombileşiyoruz, çünkü olağanüstü hallere alıştık. Ölüm sarsıldı, bedenler kayıp ve mezarlar çoktan sular altında kaldı. Evler yıkıldı, çadırlar açılıp kapanan acil durum şemsiyelerine döndü. Yüzlerde sadece gözleri kalan bir suretin baktığı ama hiçbir zaman görmediği dünya kayıtsızlıkla sürüp gidiyor. Bu sınırı en iyi Lynch sinemasından, hayalî kasabaları da hatırlatan (Lars von Trier’in Dogville filmi gibi) bir evrende gerçekleşen gündelik olayların fizik ve metafizik neden ve sonuçlarından tanıyoruz.
İdealler ile Çıkarların Kıskacında: Kitap Çevirmenlerinin Örgütlenme Deneyimi Üstüne Notlar
21 Ekim 2025 Salı
Koşullardan kaynaklı zorluklardan biri de örgütlenmenin amacıyla ilgili tasavvurlar. Bir yanda örgütlenmeyi solun düşünce ve siyaset geleneği açısından bir “farz” olarak görenler, yani örgütlenme bilinci olanlar hâlâ bulunuyor; bir yanda da bu tür örgütleri ancak somut faydaları, yani üyelerine sunduğu bir bakıma kısa veya orta vadeli çıkarlar açısından değerlendirenler oluyor. Bu bakımdan örgütleme çalışmasının zorluğu, idealler ile çıkarları uzlaştırmakta, örgütleyenlerin ve bir kısım üyenin idealleri ile örgütlenenlerin çıkarları arasında denge kurmakta yatıyor: “Üye olacağım da ne olacak? Elime ne geçecek?” sorusunu önemsemezseniz, sırf dayanışma gibi idealleri veya türlü cennet vaatlerini öne çıkararak üye çekmeye çalışırsanız, büyük ölçüde başarısızlığa uğrayacağınızı öngörmek zor değil.
Niyazi Sayın'ın Musikisi
20 Ekim 2025 Pazartesi
Niyazi Sayın’ın sadece bir neyzen olmadığını onu biraz tanıyan herkes bilir. Ressamdı, tabloları vardır, geleneksel sanatlarımızdan ebrunun da ressamıydı; ney imal ederdi; fotoğrafçıydı…Tesbih dizmek, sedef kakmacılık, ağaç işleri, marangozluk, tornacılık, çiçekçilik, kuşçuluk da onun merakları arasındaydı. Evine bir kez uğrayan herkes o evin bir müze olduğunu hemen görürdü: bir yığın halindeki sanat eserleri, hatlar, levhalar, yazma kitaplar, eski plaklar, eski radyo programlarının kayıtlı olduğu sıra sıra makara bantlar... Sonra, Tanburi Cemil’in evi yıkılırken onun evinin enkaz altında kalan ahşap penceresinin pervazı. Yemek pişirmesini bilir, iyi pişirdiğine inandığı yemekleri misafirlerine ikram ederdi.
Bir Ekolojik Dayanışma Geleneği: Manda Festivali üzerine Dört Ayaklı Şehir Derneği’nden Nazım Çapkın’la Söyleşi
19 Ekim 2025 Pazar
Manda Festivali, İstanbul’un kuzeyinde yer alan sulak alan ekosistemlerinde yaşamını sürdüren su mandalarının ve onlarla birlikte var olan kırsal toplulukların ekolojik, kültürel ve toplumsal önemini görünür kılmayı amaçlayan bir buluşmadır. Bir etkinlik olmanın yanı sıra, kent ile doğa arasındaki kopuk bağları onarmaya yönelik bir kamusal karşılaşma alanı olarak düşünülmüştür. Festival, bölgedeki üreticiler, çevre savunucuları ve kültür aktörlerinin bir araya gelmesiyle doğdu. Her yılın Eylül ayında, İstanbul’un kuzeyinde kalan son meraların ve göletlerin çevresinde düzenleniyor. Bu yıl itibarıyla dördüncü kez gerçekleştirilen festival, zaman içinde bir ekolojik dayanışma geleneğine de dönüştü. Mandalar, festivalin merkezinde yalnızca bir tür olarak değil; suyun, toprağın ve ortak yaşamın sürekliliğini temsil eden bir canlı olarak yer alıyor. Dolayısıyla festival, türler arası bir dayanışma çağrısı yapıyor: mandalarla, köylülerle, kuşlarla, sazlıklarla, insanlarla ortak bir yaşamın imkânını merkezine alıyor.
Barış Süreçlerinde Riskler ve Fırsatlar: Çözüm Süreci Müzakereleri Üzerine Bir Değerlendirme
18 Ekim 2025 Cumartesi
Öte yandan iktidar şu anki maksimalist pozisyonu olan SDG’nin Suriye’de silah bırakması isteğinden vazgeçse bile, PKK’nın, Türkiye’nin Suriye’ye askeri bir operasyon yapmayacağına dair bir garanti almadan silahlarını gerçek anlamda bırakacağını düşünmüyorum. Bu da klasik bir taahhüt sorununu gündeme getiriyor. Dünyadaki örneklerde bu tip sorunlar genelde üçüncü tarafların arabuluculuğuyla ve garantörlüğüyle aşılıyor. Ancak bugün böyle bir üçüncü taraf rolü üstlenebilecek bir güç görünmüyor. ABD’nin bu rolü üstlenmesi teorik olarak mümkün olsa da, Washington’un bölgedeki önceliklerinin değişmesi ABD'nin gelecekte SDG'ye desteğinin devam edeceğine dair bir garanti olmaması -ki Kürtlerin ABD tarafından yüzüstü bırakılmaların uzunca bir tarihi var- ve ABD’nin Türkiye’deki iktidarın politikalarını ciddi anlamda etkileyebileceğinin şüpheli olması, hem Türkiye’nin hem SDG’nin ABD’nin garantörlüğünü samimi olarak kabul etme ihtimalini zayıflatıyor.
Nobel’in Hatırlattığı Şey: Bilimde Nitelik ve Bilgelik
17 Ekim 2025 Cuma
Nobel ödülleri açıklandı. Bu yıl yine değerli bilim insanları ödüle layık görüldü. Ancak her zamanki gibi, ödüllerle birlikte tartışmalar da alevlendi. Barıştan bilime, siyasetten temsile uzanan bir yelpazede Nobel’in kendisi bir kez daha ‘nitelik’ ile ‘gösteri’ arasındaki çizgiyi sorgulatıyor. Bu yılki Barış Ödülü, örneğin, bir kez daha politik manipülasyonların gölgesinde kaldı. Venezüellalı siyasetçi Maria Corina Machado’ya verilen ödül, Trump’tan Netanyahu’ya uzanan bir güç hattında, barışın bile siyasetin aracı olabileceğini gösterdi. Aynı zamanda yabancı basında da şu soru vardı: “Barış ödülünün anlamı ne zaman yitirildi? Bu tartışmalar, bilimin alanına da ayna tutuyor. Çünkü Nobel artık yalnızca başarıyı değil, görünürlüğü de ödüllendiriyor. Oysa bilimde nitelik, ödül komitelerinin takdirinden önce gelen bir şey; istatistiklerden, sıralamalardan ya da kamuoyunun heyecanından bağımsız bir kavram.
Iskarta: Bir Talanın Hikâyesi (ya da Özgür Filistin)
15 Ekim 2025 Çarşamba
Seymen’in “MisPrintCe” işi, Belçika Kralı 2. Albert’ın çocukluğunun görsellerinin yer aldığı biri hatalı olan pullardan meydana gelmektedir. Sanatçı “MisPrintCe” işinin felaketle kurduğu birkaç ilişkisi olduğuna değinir. Bunlardan biri sömürgeciliktir; Belçika’nın Kongo’ya uyguladığı dehşet verici şiddettir. Bir diğeri 2. Albert’ın durumudur. Sömürgecilikle elde edilmiş bir servetin ve hanedanın veliahtı olmanın hareket alanını sınırlaması sanatçıya göre insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biridir. Üçüncü olarak Seymen hatalı kopyaya değinir. Hatalı kopya, matbaa dünyasının felaketidir. Ancak ıskartaya çıkması gereken bu hatalı kopya, akıl almaz fiyatlara satılan bir metaya dönüşür. Sanatçı, “MisPrintCe” işinin hemen önünde yer alan “Iskarta” işiyle böylece diyaloğa girdiğini belirtir. “MisPrintCe” işinde hatalı olanın değerlenmesi “Iskarta” işinde ise değerli olarak kabul edilenin değersizleşmesi söz konusudur.