Birikim...“Bir İmkân!“

1. Birikim dergisi kendi zamanında okuru olduğum bir dergi olmadı. Gerçi 12 Eylül öncesinde de 'birikim’in önemli olduğuna inanıyor ve bu nedenle Sol/Onur yayınları başta olmak üzere kitaplar ve sol dergiler okuyordum, ne var ki, Birikim bunlardan biri değildi. Birikim hakkında bizim kuşaktan birçokları gibi (bir kısmı dile getirmese de) ben de 12 Eylül’den sonra bir ’şeyle’ öğrendim.

kuşağımda neredeyse analiz katında kabul görüyordu. Bunların dışında yine yaygın bir iddia vardı ki, beni daha derin düşünmeye sevketmiştir. Bu, belirli bir geleneğin temel politik tespitleri ve önerilerini oluştururken Birikim’den fena halde etkilendiği iddiasıdır. Bu nedenle aslında 2. Birikim ile daha ilgili olması gereken bu yazıya bu iddia hakkındaki şahsi kanaatimi belirterek başlamak isterim. Bana göre bu iddia asılsızdır ve 12 Eylül sonrasının kumpasçılaşan sol zihniyetinin bir ürünüdür. Kuşkusuz, söz konusu geleneğin top ten’i içinde Birikim okumuş, etkilenmiş ve bu etkiyi geleneğe taşımış insanlar olmuştur. Ancak bana göre söz konusu geleneğin o zamanlardaki politik anlayışı ile Birikim’in temsil ettiği anlayışın etkileşimi sosyolojik açıdan mümkün değildir. Ve elli yıl sonrasının aklı başında tarihçileri (muhtemelen mistifikasyon kaynakları ebediyete intikal etmiş olacaklarından) böyle bir akrabalığı kayda düşmeyeceklerdir. Söz konusu geleneğin 12 Eylül öncesinde izlediği çizginin kaynakları ulusal kurtuluşçu bir devrimci demokrasi, MDD ve Latin Amerika Gerilla geleneği ile ilişkilendirilebilirken, 1. Birikim’in kaynağı büyük ölçüde Avrupa’da iflas eden komünist parti anlayışlarının eleştirisinde bulunabilir.

imgeleme söz konusu gelenekten daha yakın (ancak daha eleştirel) olduğudur. Eleştirisi esas olarak Marksist-Leninist ortodoksiye yöneliktir, ancak dolayımı kitabidir ve esas olarak teori/pratik dolayımının kopuşu saptaması üzerinden işlemektedir. Biraz da bu nedenle 1. Birikim’i Türkiye solunun temel ayrışması sayabileceğimiz MDD/SD ayrışmasında zorlanmadan bir tarafa koymak imkânsızdır. Bu, tartışılması bir başka yazıda daha doğru olacak kanaatlerden sonra, 2. Birikim hakkındaki görüşlerimize geçebiliriz.

ve kuşkusuz şahsi kuruntularımın (yazı hayatına dahil olmak vb.) tatminine imkân verecek bir araç oluşu sıralanabilir.

Öte yandan, bu heyecanı ’gölgeleyen’ karşı etkenler de yok değildi. Birikim’i çıkaran ekibin ilgiyle ancak kaygıyla da izlediğim Yeni Gündem 1 ve Yeni Gündem 2’yi çıkaran ekip oluşu; bu ekibin ’birey’, ’çevre’, ’toplumsal uzlaşma’, ’sivil toplum’, vb. bir dizi sola zararlı ’musibet’i gündeme getirenler oluşu; özellikle Yeni Gündem 2’de “Sol Birey’i Keşfediyor”, “İşte Komün Hayatı” benzeri ’haber’ler aracılığıyla bende yarattıkları izlenimler. Ancak yine de logonun altında yer alan “Aylık Sosyalist Kültür Dergisi” ibaresi ve daha ilk sayının ilk sayfasında generallerin azalan ve işçilerin çoğalan resimlerinin üzerinde yazılı “Hava Döndü” ifadesi bu kuşkulara ’bir süre askıya alınabilir’ bir nitelik kazandırmıştı. Bu ’kuşkulu okur’ tavrını bugüne kadar sürdürdüğümü söylemeliyim. 1989’dan 1995’e kadar derginin her sayıyı alıp, hemen her yazısını okuyan bir okuru olduğumu; 1995’ten günümüze, önce her yazıyı okumamayla başlayıp, sonra da her sayı yerine ’hit’ sayıları okur hale geldiğimi de eklemeliyim. Bunda bana göre, derginin son yıllarda yaşadığı net bir biçimde gözlemlenebilir performans kaybı kadar, Birikim hakkındaki görüşlerimin gitgide netleşmesi de etkili olmuştur.

“Bu konuda, bugün çok farklı bir durum olduğu söylenemez” denilerek 2. Birikim için de durumun süreğenliği peşinen ifade ediliyordu.

Nitekim 2. Birikim’in günümüze kadar süren tarihinde ’makus’ talihini yendiğini söylemek mümkün görünmüyor. Bu durumun 12 Eylül sonrasında barındırdığı anti-entellektüel potansiyeli iyice geliştiren solun hastalıklı imgelemi ile kuşkusuz bir ilişkisi vardır. Dünyada ve Türkiye’de sosyalist geleneğin yaşadığı ağır yenilgiyi görmezden gelerek ’iman kuvvetiyle’ atlatmaya çalışan solcular düşünüldüğünde Birikim’e sempatiyle yaklaşmaları abes olurdu zaten. Ancak, Türkiye solunun yenilginin ve boyutlarının farkında ve sol açısından topyekûn bir yenilenme ihtiyacının peşinde kesimleri açısından da Birikim sıcak bir sempatiden çok, soğuk bir eleştirelliğin nesnesi durumundadır. Bana göre, bunun kısmen haklı nedenleri vardır.

eleştiri dozunun ötesinde bir itham karakteri kazanmış olmasıdır. Öyle ki, Birikim söz konusu zaaflardan azade bir görünüm verdikçe onlara müdahale imkânını da yitirir gibidir.

Bunda önemli bir etken de Birikim dergisinin dilinde yapısallaşan ’ironi’ potansiyelidir. Şahsen Türkiye solunun kendisiyle alay etme potansiyelini geliştirmesi gerektiğine inananlardanım. Ancak, Birikim’in dilinde egemen olan ironinin böylesi bir masum amacı aştığını belirtmeliyim. Zizek’in “İdeolojinin Kutsal Nesnesi”’nde Eco ile girdiği tartışma bu konuda görüşlerime biraz yardım ve yataklık sağlar gibidir: Zizek, Eco’nun Gülün Adı’nda ifade ettiği gülmenin özgürleştirici potansiyeline ve ona karşı yürütülen totaliter entrika kurgusuna karşı çıkarken, bizzat gülmenin kendi totaliter ve sinik potansiyeline işaret etmektedir. Kuşkusuz gülme belirli bir özgürleşme edimi arzetmektedir, öte yandan içerdiği unutma/unutturma, sineye çekme ve rahatlama bağlamları da sinizme yataklık etmektedir.

Gayrıresmî Tarih” bölümü iyi bir örnek sunmaktadır. Bu sayfalarda Kemalizme yönelik belirli bir eleştirelliğin sergilendiği açıktır.

sunmaktadır.

Birikim’in tarzını oluşturan ögelerden birisi de sözünü ettiğimiz ironiye içkin (ki kanımca ironinin özsel bir özelliğidir) kuşkuculuktur. Düşünce dünyasında kuşkunun kritik önemi ’kuşkusuz’ inkâr edilemez. Ancak, Birikim’in tarzında yer eden kuşkunun dinamik bir yol gösterici olduğu durumlar nadirdir. Bu kuşku aslında herkesin ’acaba’sını saklı tuttuğu durumlarda yüksek sesle ’Acaba!’ diye bağırmaya benzetilebilir. Buna somut bir örnek, derginin ÖDP ile ilgili sayısına bulduğu başlıktır: “ÖDP Bir İmkân?” (Soru işareti tarafımca eklenmiştir).

Buraya kadar Birikim’in tarzına yönelik kimi ’sezgi’lerimi dile getirmeye çalıştım. Bunlar büyük ölçüde hissetmeyle ilgili ve her halûkarda kanıtlanabilir değil, ancak bu söylediklerimden kuşku duyduğum anlamına da gelmemeli. Ayrıca benim yukarıda Birikim’in tarzı dediğim şeyi oluşturan başka boyutlar da vardır mutlaka ve üzerinde düşünülmeyi beklemektedir. Diğer yandan Birikim’in 1989’dan bu yana geliştirdiği bir teorik/politik hattan söz etmek gerekir. Bu hat, yer yer katıldığım ve etimde hissettiğim doğrular barındırsa da esas olarak bana göre doğru bir hat değildir.

Biraz açacak olursak bu hattın 1989’dan bu yana en belirgin özelliği, Kemalizm eleştirisi dolayımıyla dile getirilen otoriter/korparatist bir toplum anlayışına karşı sivil ve yerli bir toplumsal perspektifi geliştirme arayışıdır. Yukarıda cümlede ifade edilen arayış konusunda Birikim’den farklı bir yerde olduğumu söyleyemem, ancak Birikim’in bu arayışını, Hoca’nın ambarda kaybettiği anahtarını sokakta aramasına benzetiyorum. Kuşkusuz bugün Türkiye solunun önündeki en ciddi sorun, otoriter, resmî toplum/devlet anlayışına yerli ve sivil bir toplumsal proje ile karşı çıkmak sorunudur. Üstelik, Türkiye solu bunu başaracak tarihsel bilgi ve deneyimden uzak da değildir. Ancak, Birikim geride bıraktığı sekiz yıllık performans boyunca Türkiye’nin mevcut devlet/toplum anlayışına karşı gelişebilecek sivil bir toplumsal projeksiyon içinde İslâmcı ’muhalefetin’ yerini biraz abartmıştır.

dizgesi bulduğunu sanmıştır. Birikim bunu yaparken, sosyal teorinin günümüzdeki eğilimlerine çok uygun bir biçimde, neredeyse Türkiye toplumunun bütün ’modern’ güçlerine karşı bir yabancılık, otantik olmama eleştirisi geliştirmiştir. Bu teorik duruşun bana göre iki öldürücü zaafiyeti vardır: Birincisi, günümüzdeki İslâmcı hareketin Türkiye toplumunun ’öz’ünden fırlayan ’samimi’ bir arayış olduğu yanılgısıdır. İkincisi, Türkiye solunun da bir parçası olduğu Türkiye modernitesinin bu topraklarda satılmaya çalışılan bir çeşit salyangoz olduğu yanılgısıdır.

Kuşkusuz, sosyalizm fikri jenerik olarak Avrupa kaynaklıdır. Avrupa işçi sınıfının 18. ve 19. yüzyıllarda yaşadığı toplumsal deneyimden beslenmiştir. Türkiye açısından da sosyalizm fikri benzer bir biçimde modernleşme çabalarına koşut bir seyir izlemiştir. Türkiye modernleşmesinin yüzelli yıllık serüveni içinde de bana göre önemli bir mevki işgal etmektedir. Ya da belki net söyleyecek olursak Türkiye modernleşmesi sevabı ve günahıyla Türkiye sosyalizminin öz babası/anasıdır. Yine belirtmek gerekir ki, Türkiye modernliği de bu toprakların öz evladıdır.

Bu ara notu izleyecek olursak, Türkiye’de İslamın geleneksel ve yerli; Kemalizm ve Türkiye sosyalizminin ise modern ve yabancı olduğunu imâ etmek birçok açıdan yanlıştır. Elbette, Türkiye solunun Kemalizmle ilişkisinde ciddi sorunlar mevcuttur, ancak Kemalizm bir devlet ideolojisi olmanın ötesinde popüler yankılara sahiptir ve Türkiye toplumunun özgürlük potansiyeli kısmen yüksek kesimleri arasında biraz da İslamcı hareketin etkisiyle prestijini sürdürmektedir. Ve ayrıca tek bir Kemalizmden de söz edilemez. Türkiye solunun toplumu dönüştürme perspektifinin Kemalizmden ayrışması zorunludur ve aslında bu yönde ciddi mesafeler de alınmıştır, fakat burada kritik nokta Kemalizm ve onun toplumu dönüştürme projesinin yukarıdan aşağıya niteliğinden ayrışırken, Kemalizmi modernleşme perspektifi içerisinde bir demokratik refleks olarak taşıyan toplumsal kesimlerden ayrışmama becerisini gösterebilmektir. Bu ise ’teorik’ olmaktan çok, politik/pragmatik bir alanda kafa yormayı gerektirir.

Aslında Birikim’in İslâmcı harekete yaklaşımının 1989’dan günümüze değişmeyen bir çerçevede kaldığı söylenemez. Özellikle Sivas Yangını ardından çıkan “Türkiye Çözülürken” sayısında utangaç bir geri çekilmeden bile söz edilebilir. Ancak, bu konuda Birikim’in yeni analizleri henüz ortaya çıkmamıştır ve İslâmcı hareketin otoriter potansiyeli ile Birikim henüz hesaplaşmamıştır.

en yüksek kesimi olmuştur.

yönelttiği eleştiri, olgusuna yabancılaşma ile malûldür. Özellikle Ömer Laçiner ve Ahmet İnsel tarafından belirli periyodlarla dile getirilen iktisadî akıl eleştirisi açısından Türkiye toprağı çok verimsizdir. Türkiye solunda ciddi bir ekonomizm hiç bir zaman egemen olmadığı gibi bu yönde tersi vurgu (ekonomizm eleştirisi) neredeyse yeni örgüt kurmanın amentüsü haline gelmiştir. Hattâ birileri Türkiye solu için iradecilik eleştirisi getirse (ben getirmem) yeridir. Bana göre Türkiye solu özellikle 1965-1980 arası dönemde politik düzeyi vurgulayan bir performans sergilemiştir ve bu performans geniş halk kitleleri arasında yankı bulmuştur.

ÖDP’yi çetin işler beklemektedir. Bu işlerin bir kısmının da Birikim’e düştüğünü ve bu işin de, Türkiye solunun yeni teorik atılımını gerçekleştirecekler için “uygun bir direnç noktası” oluşturmak olacağına inanıyorum. Bu vesile ile saygılarımı sunar, Birikim’in 100. sayısını tebrik ederim.