Yakın zamanlarda oldukça ciddi ve iddialı bir çağdaşlaşmacı devrimin başarıldığı söylenilen ülkemizde aslında her şey o kadar birbirine benzemekte ve işte bu iddialı devrim tafrasına karşıt her şey o denli tarihin, tarihimizin baskısı altında güdülenmektedir ki... doğrusu bu abartılı iddiaların yalnızca biçimsel değişimleri bile ciddi bir kopuş olarak takdimlerine bakıp da: Bu ülkede gerçekte ne değişti? Okullar mı, şehirler mi, uygarca davranışlar mı, okur sayısının niceliği ve niteliği mi...? diye sormamak elde değil. Elbet matbaalar harıl harıl çalışıyor, kimse bilgisayarın şeytan icadı olduğunu savunmuyor, sokaklarımız otomobillerden geçilmiyor, tanıdıklarımız ise iç düşmanlarımıza karşı ve millî güvenlik konseptimize uygun bir tarzda caddelerimizde yürüyor. İşin en kötüsü de, tüm bunlara karşın, bunların farkında olması gereken aydınlarımızın, aslında her şeyin derin köklerle birbirine bağlı olduğunu hissetmesi, bilmesi gereken aydınlarımızın yıllarca karşıt kamplarda, sistemin zulmünü pekiştiren bir aymazlıkla birbirlerine küfretmeleri, kendi çevrelerine ördükleri duvarların içerisinde diyalogsuzluğun verdiği bir öfkeyle asla birbirlerini anlamamaya, dinlememeye çalışmalarıdır. Oysa suratlarındaki maskeleri indirdiğinizde, o incecik entellektüel örüntüyü kazıdığımızda hep aynı yüzlerle karşılaşacaksınızdır. Tıpkı M. Kemal’in çağdaş profilinin arkasında duran Osmanlı paşası tandansı gibi.
Elbette ki, her şey bundan ibaret değil. Tüm olumsuzluklara rağmen bu ülkede hâlâ aydın olma onuru, sorumluluğu ve haysiyetine sahip çevreler bulunmakta; ülkenin tüm kaynakları kurumuş, kurutulmuş değil. Nitekim Birikim dergisi, herkesin kendi kulvarında koştuğu bir atmosferde sayfalarını köklü bir diyaloğa ihtiyaç duyan, ama bunu yaparken de nitelikten ve düzeylilikten asla taviz vermeyen bir sürece, bir anlama ve anlaşma sürecine çok önemli katkılar sağlayacak, tıpkı Mekke cahiliyesinin zulmü altında bulunan, aralarında Muhammed (a.s.)’ın da olduğu bir grup Faziletliler Sözleşmesi benzeri bir zeminin oluşmasında önemli adımlar attı ve bu alanda önemli bir misyon yüklendi. Sayfalarını söylenecek önemli ve düzeyli sözleri, düşünceleri olan sol, liberal, İslâm tandanslı tüm aydınlara açtı. Belki kıyıcı eleştirilere de yer verdi. Ama kışkırtıcı, suçlayıcı ve düzeysiz bir dili kullanmadan. Eleştiriler ve hattâ kavgaları ise hep ikiyüzlülükler ve samimiyetsizliklerin açığa çıkarılması içindi. O nedenle ülke çapında en yoğun tahriklerin yaşandığı zamanlarda bile Birikim bu ilke ve inançlarını ve diyalog çabaları zeminini korumaya çalıştı. Aykırı anlayışlara sahip olanlar ise zaten Birikim’in bu yürüyüşüne adımlarını uyduramayacak olanlardır. Birikim ise, ülkemizdeki genel dogmatik, ideolojizmin aksine hem mevcut sosyalist ve sol anlayışları sorgularken hem de bu yönlü anlayışların derinleştirilerek tarihsel ve felsefi kökenlerine ilişkin aydınlatıcı yönelimler ortaya koydu. Bir yönden kendi içerisinde bulunduğu sol anlayışa karşı eleştiriler yürütürken özellikle Avrupa solunun önemli çağdaş aydınlarının, sözgelimi Gramsci, Althusser, Balibar gibi aydınların tartışmalarını ülkemizin kamuoyuna malederken öte yandan ülke gerçekliğinden de kopmadı. Kürt sorunu çevresinde çabaları bir yana, özellikle Müslüman aydınlarla yürütülen diyalog çabası, herkesin görünmeyen düşmanlık duvarlarıyla izole edilmeye çalışıldığı, herkesin biribirleri hakkındaki derin bilgisizlikleriyle kör kılınmaya çalışıldığı ve iktidarın geleneksel olarak kendisini bir körler kavgasının üstünde kutsallaştırdığı ve muktedirliğini böylesi bir körlük-bilisizlik zemininde sorunsuzlaştırmaya çalıştığı bir ülkede Birikim, tıpkı rahmetli Cemil Meriç’in dediği gibi “Göller bölgesinde bir ada”; ama kuşkusuz ki adalardan yalnızca biri değil. Ve dileğimiz bu adaların sayısının artması. İdeolojik yönelimleri ne olursa olsun, özellikle sorumluluk sahibi, fıtratının salim niteliği bozulmamış, haysiyetini yitirmemiş, kafasını ve entellektüel birikimini bir yerlere kiralamamış olan aydınlarımızın bir Faziletliler Sözleşmesi ekseninde bu makûs körlüğü ve bu körlük üzerine bina edilmeye çalışılan düşmanlıkları aşma girişimleri ve çabaları sığınabileceğimiz ve tutunabileceğimiz yegâne umut.
Solun Kemalizmle özdeşleştiği, sağın ise giderek yozlaştığı ve kendine olan güvenini yitirdiği bir ülkede bu umut bile yüreğimizi diriltmekte ve ruhumuzu yatıştırmaktadır. Bu ülkenin ise gerçekte her çevrenin birbirini yok etmeden de iddia ve projelerini hayata geçirebileceği devasa bir tarihsel ve kültürel birikime ve her yüreği kucaklayabilecek bir enginliğe sahip olduğuna inanıyor, inanmak istiyoruz. Önemli her uygarlık projesinin ise her şeyden önce özgürlüklerin mümkün zemininde ve tarafların, karşıt iddiaların da bir yaşama hakkı ve gayesine sahip olduğu düşüncesinin pratiği içerisinde mayalanabileceği; aksinin ise, karşıtını tüketmek isteyen her çabanın o ölçüde kendisini de tüketeceği, tüm devrimci ve değişimci potansiyelini sakatlayacağı ve kendisini derin bir yalnızlığa, bir zorbanın kıyıcı yalnızlığına mahkûmluk olacağı, kendi yakın tarihimizin de ortaya koyduğu apaçık bir gerçekliktir.