Yeni bir açılım sağlayacak mıyız?
ÖZGÜR GÖKMEN
Birikim, “yeniden sosyalizm ve sosyalizmde devrim” için yola koyulduğunda, “bir insan ve dünya görüşü, kavrayış tarzı ve pratik olarak sosyalizmin kaynak, dayanak ve dinamiklerini yeniden belirlemek ve böylece onun ayırdedici çizgilerini netleştirmek için bir çağrı”, “bu hayatî girişime bir katkı” olma amacını taşıyordu. Şimdi, 1989’dan bu yana yaşanan değişimler sonrasında, bize dayatılan hayatı belirleyen, bir üretim tarzı olarak kapitalizmin artık gittikçe belirginleşmeye başlayan yeni biçimi, bu amaca yönelik olarak çalışmayı belki de her zamankinden daha lüzumlu kılıyor.
Doğu Bloku’nun çöküşü ve kapitalizmin 1960’lardan bu yana süregittiğinden bahsedilen krizi, eski toplumsal yapılar çözülürken, bizi bir dizi tehditle yüz yüze bırakıyor. Ama aynı zamanda, yeni bir özgürlük alanı yaratmak ve bu uğurda mücadele etmek için yeni mücadele tarzları geliştirmek şansına da sahip kılıyor.
1960’lar ve 1970’ler boyunca yaşanan işçilerin, kadınların, öğrencilerin, köylülerin ve ekoloji taraftarlarının etkin özneleri olduğu karşı çıkışlar, Keynesçiliğin sonunu belirleyip refah devletinin krizi denen şeyin sadece finansal bir sorun olmadığını ortaya koyunca, kapitalizm, buna cevaben, bugün bir strateji ve ideoloji olarak neo-liberalizmi burnumuza dayıyor. Pazarı kutsuyor ve hükümetleri, bireyleri ve doğayı pazarın taleplerine tâbi kılmaya çalışıyor. Bir yandan da, bu yıllarda yaşanan toplumsal hareketliliğin neden olduğu, yönetilebilirlik ve demokrasi arasında demokrasi lehine bozulan dengeyi yönetilebilirlik lehine tekrar kurmaya çalışıyor.
Tüm bunlar yaşanırken, dünyada neo-liberalizme karşı, kapitalizmin denetim alanı dışına kaçmaya çalışan yeni mücadele tarzları gelişiyor: Sermayenin gücünü odağa alan ortodoks Marksizmin, esasen baskıya karşı tepkisel olan işçilerin (ya da diğer toplumsal öznelerin) devrim için kendilerini harekete geçirecek harici bir güce, bir liderliğe, dolayısıyla belirgin bir hiyerarşik iktidar yapısına ihtiyaç duyduğunu iddia eden tezlerine karşı, kendi güçlerini ön plana çıkaran, sermayeden, sendikalar, siyasî partiler gibi resmî örgütlerden bağımsız, otonom toplumsal özneler tarafından yaratılan mücadele tarzları. Kendi menfaatlerini tanımlama ve bunlar için mücadele etme yetisine sahip olan bu toplumsal özneler, yalnızca ya da basitçe sömürüye karşı tepki göstermiyorlar; eylemleri aynı zamanda, sınıf mücadelesinin yeni biçimini de belirliyor. Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşanan ve devlet güçlerinin 6 Kasım’da ancak şiddet kullanarak, o da şimdilik, bastırabildiği öğrenciler; ya da Güney Kore’dekiler, sadece öğrencilik haklarına yönelik taleplerle mücadele etmiyorlar; ya da Meksika’nın güneydoğusunda yerliler, Kurumsal Devrimci Parti, iktidarı Demokratik Devrimci Parti’ye teslim edince mücadelelerinden vazgeçeceğe benzemiyorlar. Bergamalı köylülerin tek derdi siyanür bile olsa, kendi başlarına bir şey yapıyorlar.
Var olan toplumsal yapının dönüşümüne dair yaklaşımları pek çok benzerlikler gösteren birtakım anarko-komünist ve Marksist gelenekler, eski düşünce tarzlarını sorgulayabilmemiz, bugün yaşananları anlayabilmemiz, yeni bir mücadele tarzı yaratabilmemiz ve sosyalizmin ayırdedici çizgilerini netleştirebilmemiz için önümüzde duruyor. Tüm vaktimizi sermayenin iktidarı üzerine düşünerek harcamak yerine, öncelikle kendi gücümüzü değerlendirip tartarak, sermayenin bu güce nasıl cevap verdiğini anlamaya çalışarak mücadeleye koyulmamız gerektiğini iddia eden; sadece işçilerin kendi eylemliliklerini değil, ama aynı zamanda yeni varoluş tarzlarının yaratılmasını ifade eden autovalorizzazione* kavramını ön plana çıkaran otonomist Marksist gelenek, Kropotkin’in düşüncelerinden beslenen anarşist geleneğe yaklaşıyor. Geleceği bugünde keşfetmek için her iki gelenek de benzer yollara müracaat ediyor.
Birikim Yayınları, 1992 yılında Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi yayımladığında, bu tartışmanın sosyalist literatüre “post-Marksizm tartışması” olarak geçtiğini kaydedip ortodoks konumlardan anarşizan eğilimlere kadar sosyalist düşünce yelpazesinin hemen bütün unsurlarının katıldığı bu tartışmada ortaya sürülen başka görüşleri, eleştirileri de yayımlamayı taahhüt etmişti. Bugün Birikim bir genel kültür dergisine evrilmek yerine, gerçekten bir sosyalist kültür dergisi olarak hayatını sürdürmeyi arzuluyorsa, bundan daha fazlasını yapması gerekiyor. Yeni bir açılım sağlamak için, yeni özgürlük alanlarının yaratılmasına katkıda bulunmak için, “her bir saatte uçan kuşun ve turnaların nereden gelip nereye gittiğini bilmek” için...
Antonio Negri, 1991’de Marx Beyond Marx’la kullandığı bu kavramı, 1960’ların sonları ilâ ‘70’lerin başındaki toplumsal mücadele dalgasının tecrübesiyle önermişti. Kastettiği, devrimci veya “harekete geçen” öznenin kendini değerli kılması; sermayenin değer sürecinden daha ‘kıymetli’ ve etkili bir değer haline getirmesi idi.