Birikim'le Serüvenim

Yüzüncü sayısını çıkarma noktasına gelmiş olan Birikim’in çok önemli işler başardığını biliyorum, buna bizzat tanığım; ancak Birikim’in bu performansının sadece kuru övgülerle değerlendirilmesinin ona yapılacak en büyük haksızlık olduğu kanısındayım.

Bu değerlendirmeye başlangıç olarak, 1980 sonrası Birikim’ini, 15 günlük Yeni Gündem’den, hattâ Gençlik ve Toplum dergisinden, bir ölçüde İletişim Yayınları’ndan, özellikle onun çıkarttığı bazı ansiklopedilerden; ardından Yeni Gündem’in haftalık halinden ve kapanmasından çok da ayrı düşünmemek lazım.

Yine bu sözünü ettiğim yayın faaliyetlerinin şurasında ya da burasında yer almış kişilerin bugün hangi noktalarda olduğunu ve daha önemlisi bugün Birikim’e nasıl baktıklarını bilip öğrenmek de bu değerlendirmelerde ayrı ufuklar açabilir.

Sakın bir “döneklik” edebiyatı yaptığım sanılmasın; bugün dönüp baktığımda Türkiye’de yalnız solun değil, tüm fikir hayatının, hattâ sıradan insanların gündelik hayatı üzerine kafa yormasında, bu sözünü ettiğim çevre(ler)in etkisi muazzam oldu. ’80 başlarında bu yayın organlarında yazılırken dipnotlarla açıklaması verilen “sorunsal, söylem, sivil toplum” gibi kavramlar bugün –çoğunlukla da yanlış kullanılarak– ağızlarda sakız oldu.


Bu tartışmayı burada kesip subjektif bir şeyler yazmak istiyorum. Madem ki Birikim dalya diyor ve ben de onun beş-altı sayısına katkıda bulunmuş insanım ve üstelik bir şeyler yazmam istenmiş, o halde Birikim’le kişisel serüvenime değinmenin tam sırası olabilir.

Ben ilkin, bir dergi olarak Birikim’den değil, bir çevre olarak “Birikimciler”den haberdar oldum. 1970’li yılların sonlarına doğruydu ve dahil olduğum sol çevrede Birikimcilik “teori etmekten pratiğe vakit bulamamak”, diğer bir deyişle “biriktirip durmak” anlamına geliyordu. Sonradan, “devlet” konulu seminerlerimizde bize benimsetilen birçok yaklaşımın Birikimcilerin Türkiye’ye tanıttığı bazı Avrupalı Marksistlerin ürünü olduğunu fark ettik.

Bu arada okul çevresinden bir-iki arkadaşın Birikim çevresine dahil olduğunu öğrendik; aramız kötü değildi, ta ki Ömer Laçiner’in THKP-C değerlendirmesi Birikim’de yayımlanana kadar.

Ne yalan söylemeli, ’80 öncesi Birikim’den okuduğum belki de tek yazı budur. Şu anda neler yazdığını hatırlamıyorum ama, bizleri epey kızdırmıştı ve Birikim’i “hoşgörme” tutumunu bu yüzden terk ettik, en azından ben öyle yaptım. Galiba gözümüzde, sosyalizmin genel meseleleri üzerine teorik hamallık, yapacak bir çevre olarak Birikim belki “kabullenebilinir” bir şeydi, ancak bu çerçevenin dışına çıkması, hele bizlerin “mukaddesatı” üzerine kalem oynatması durumunda işler değişiyordu.


Birikim’in yeniden yayımlanmasının arifesinde Paris’te bir cafede tanıştığım Ömer Laçiner’le yıllar sonra uzun uzun o makalesi etrafında tartıştım. Aslında o zaman da, Laçiner’in ne yazmış olduğunu doğru düzgün hatırlamıyordum, ancak 1970 sonlarının ruh halini, ayrı ayrı solcuların duruşlarını ve o duruşlardan 1990’a girilirken geriye ne kaldığını tartıştık.

Artık 2000’e giriyoruz; 1970’ler epey gerilerde kaldı. Dünya, Türkiye, sol gruplar, tek tek bireyler değişti, hem de bazıları tepeden tırnağa. Ben de değiştim, Birikim de. Öyle ki yaklaşık 20. sayısından itibaren Birikim’de yazılarım da çıkmaya başladı. Hattâ birçoklarının, en çok da eski yol arkadaşlarımın gözünde adım “Birikimci”ye bile çıktı.

Gazetecilikten ve esas olarak da tembellikten vakit bulup bir şeyler yazmaya niyetlendiğimde aklıma ilk olarak Birikim geliyor; sağolsunlar, Birikim’i hazırlayanlar arasından inatla yazı isteyen dostlar da eksik olmuyor, ancak bütün bunlara rağmen Birikim’le olan ilişkimde o ilk tanışıklığın etkisinin hâlâ tam olarak geçmediğinin farkındayım. Zaman zaman küçük tatsızlıklara da neden olan bu etkinin silinmesi için pek bir çaba gösterdiğimi, hattâ bunun silinmesini istediğimi de pek söyleyemeyeceğim.

Zira Laçiner’le Paris’te yaptığımız tartışmanın halen sürdüğünü düşünüyorum. Sorsanız, bu tartışmanın nerede, kimler tarafından yürütüldüğünü, neler etrafında döndüğünü tam olarak tarif edebilecek durumda değilim.

İyice paradoksal olacak ama, bunun aktığı ender mecralardan biri olarak yine 100. sayısına ulaşmış olan Birikim’i birinci sırada sayarım. Çünkü Birikim Türkiye solunda cevap vermekten çok soru sormanın daha önemli olduğunu düşünen veya hisseden kişilerin kendilerini en rahat ve özgürce ifade edebildikleri bir platform.