Yüz salt rakam olmanın ötesinde bir anlam taşır. Neler yüklemeyiz ki bu sayıya. Onda kimi zaman umutlarımızı görürüz, kimi zaman sayesinde yolumuzu buluruz geçmişin karanlıkları içinde. Herhalde en trajik olanı ise bir insanın 100. yaşgünü kutlaması üzerine düşünmesi olsa gerek. Bu yaşgününü görebilme olasılığının zayıflığı, ulaşılsa bile artık uzatmaların oynandığını bilmek hüznü öne çıkartır. Türkiye’ deki sol dergilerin 100. sayılarını düşünmek de ikircikli duygular yaşamama neden olur. Sevinç ve coşku, kökleri yüzyıl başına kadar giden sol tarihimize rağmen uzun süreli yaşayan dergilere sahip olamamanın burukluğu tarafından gölgelenir. Birikim’in 100. sayısına ulaşmış olması da benzer duygular yaşamama neden oldu. ‘Nice sayılara Birikim’ derken duyguların yanı sıra genel olarak dergilerden beklentilerim üzerine bir kısım düşünce de canlanmadı değil. Önemli bir işleve sahip olduklarını bile bile neden düzenli olarak dergi okumadığımı kendime sordum. Dergi okuyucularının sayısındaki yetersizlik bunun gerekçelerinin bireysel olmadığını göstermekte. Okuyucular arasında yaygın olan tatminsizlik, ülke koşullarının yarattığı olumsuzluklar dışında dergilerin yayın çizgilerine ilişkin sorunların da varolduğunu düşünmeye sevkediyor. Özellikle bu türden sorunların aşılması büyük oranda bizlerin elinde olduğu için yılgınlığı atarak, “yayın politikalarını nasıl gerçekçi bir zemine oturtabiliriz?” sorusunun yanıtını aramalıyız.
İçinde bulunduğumuz dönemin gereklerini kavramadan ortaya konulacak dergi projeleriyle, bireysel ya da grup gereksinimlerimizin ürünü olan, dar kapsamlı yayınlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle bir sol dergiden ne beklendiğini konuşmak, öncelikle Türkiye üzerine düşünmeyi zorunlu kılar. Kısa sayılmayacak sol bir tarihimizin var olmasına rağmen, evrensel sol değerler ve gelecek projeleriyle beslenen teorik bir çerçeve oluşturulabildiğinden gönül rahatlığıyla söz edemiyoruz. Belirli coğrafyalarla sınırlı deneyimleri tarihselliğinden kopartarak teoriyi zenginleştirme girişimleri ise, söylemde farklılıklara yol açmakla birlikte hem teoride hem de pratikte yoksullaşmaya neden oldu. Geçmişi kavrayışımız kadar gelecek projelerimiz hakkında da uzlaşmaz ayrımların olması, bir zenginlikten çok önemli problemlerin varlığına işaret etmektedir. Ülkede geleneksel ilişkilerin yakın zamana kadar canlı bir şekilde varlığını korumasının gerek demokratikleşme bakımından sol kültürü olumsuz etkilemesi, gerekse kitleselleşebilmenin önüne engeller çıkartması sonucu solun gelişiminde ülkeye özgü sorunlar başgöstermeye başladı. Kapitalizmin gelişimindeki özgünlükler sorunları daha da ağırlaştırdı. Türkiye’de sol, içe dönük bir gelişim gösterirken evrensellik ilkesi ihmal edildi. Seçmeci/dışlayıcı bir tarzla ilişki kurulan dünya sol kültürü teorik zenginleşmenin değil, yürütülen tartışmalarda dengeyi bozmanın aracı olarak işlev gördü. Bunun sonucunda, teorik mirasın parçalanması ve tercihe göre bunların herbirinin kutsallaştırılması süreci yaşandı. Pratik, bütünün yerini alan parçayla uyumuna göre değer kazandı. Bu olumsuzlukların aşılabilmesi için gündelik sorunların dayatmasıyla yürüyen teorik mirasın parçalı bir şekilde ele alınması yerine çok daha kapsamlı ve kitleselleşebilen bir tartışmayı yoğun olarak yürütebilmek gerekir.
Özelikle 1980’de kurulan baskıcı dönemin çözülmeye başlamasıyla yayın dünyasında yaşanan canlanmanın dünya solunun farklı geleneklerinin birikimleriyle tanışmamıza yol açması böylesi bir tartışma sürecini daha da zorunlu hale getirmektedir. Belki tek tek aydınlar bu geleneklerle daha önce tanışmış olabilirler. Fakat bu durum teorik zenginliğin yaratılmasından çok, kitle için ulaşılması güç bilgilere sahip aydınları ortaya çıkarttı. Sol içinde bilginin ayrıcalığına sahip dar bir grubun ve bu olanaktan yoksun büyük bir kitlenin varlığı tablosu oluşurken, solun temel ilkeleriyle çelişen gelişmelerin yolu da açılıyordu. Kapitalizmde bilginin tescillenmesiyle ortaya çıkan ayrıcalıkların aşılması için sol, bilginin kendisi kadar edinilme yollarını da farklılaştırmalı ve kitleselleşmesini amaçlamalı. Böylesi bir amaca ulaşmak daha çok sayıda insanın farklı sol geleneklerle tanışması nedeniyle şimdi daha olanaklı. Soldaki aydınlarla kitle arasındaki açı bu anlamda daralmaya başladı. Bu sürecin tamamlanabilmesi için dergilere önemli görevler düşmektedir. Çünkü, bilginin edinilmesinde ve ortak bilincin gelişiminde tartışmanın azımsanamayacak bir payı bulunmaktadır. Tartışmanın hızı ve geniş katılım için en uygun araç olarak da dergiler öne çıkmaktadır.
Solun yaşadığı sorunlardan bir diğeri, geçmişin değerlendirilmesinin ve gelecek projelerinin tartışılmasının uzun süredir erteleniyor olmasıyla kendini açığa vurur.. Örgütsel olarak aynı çatı altında kalabilme şansının yitirilmesi endişesiyle tartışmaların dondurulması belki bir arada kalabilmek açısından yararlı oldu, fakat, solun kendi geçmişini eleştirel olarak değerlendirmemesi yeni açılımların önünü kapattı. Geçmişi değerlendirmenin nasıl bir gelecek öngördüğümüzle yakından ilişkisi bulunduğundan, önemli toplumsal projeler sunulamadığı sonucu dolaylı olarak ortaya çıkıyor. Gözlerimizi kapatarak gerçeklerden kurtulduğumuzu zannetsek de tartışmaktan kaçarak ancak, geçmişi sorunlarıyla birlikte geleceğe taşırız. Günü kurtarmak için ne geçmişi görmezlikten gelmeye ne de geleceği feda etmeye hakkımız bulunmaktadır. Hata yapmış olmaktan ve bunu itiraf etmekten korkmak ya da, başkalarının hataları üzerinden prim yapmaya çalışmak şeklindeki anlayış terk edilmediği takdirde mevcut sorunları aşmak olanaksızlaşacağı kadar, yol açacağı sonuçlar da genel olarak solun varoluş koşullarını olumsuz yönde etkileyecektir. Tarihsizleşmeye karşı duracak ve geleceği sis perdesinden kurtarma mücadelesine katkı yapacak bir yayın çizgisini koşullar dergilere dayatmaktadır.
Geçmişin değerlendirilmesi sadece sol tarihle sınırlandırılamaz. Ayaklarımızı bastığımız coğrafyanın tarihi üzerine tartışmaların tamamlanamaması ve genel kabul görmüş bir tarih yazımının gerçekleştirilememesi, solun resmî tarihle olumlama ya da olumsuzlama yoluyla bağlantılarının sürmesine neden olmaktadır. Resmî tarih ve ideolojinin kurduğu egemenlik aşındırılmasına rağmen varlığını sürdürmektedir. Solda yer alan tek tek tarihçilerin, aydınların attığı adımlara karşın sol kitle hâlâ resmî tarih ve ideolojinin etki alanı dışına tam olarak çıkamamıştır.
Böylesi bir eleştiri alınma gerekçesi oluştursa da gerçeklerden kaçmakla sadece kendimizi kandırabiliriz. Resmî tarih ve ideolojinin açık etkilerinden kurtulmak söz konusu olsa da en ince ayrıntılara kadar nüfuz eden etkileri yok edilemedikçe teorik arınma süreci tamamlanamayacaktır. Solun tarih üzerine çabaları genel kabul görmüş ve kitleselleşmiş bir tarih oluşturuluncaya kadar sonuçlandırılamayacaktır. Oluşumundan işlevlerine kadar hiçbir düzeyde katılmasının mümkün olmadığı bir tarihi veri kabul ederek gerçekçi açılımlar yaratılamayacağını kabul etmenin ötesine geçecek sol, yarını yaratma mücadelesinde başarılı adımlar atabilir. Geçmişini kuramayanlar geleceklerini de yaratamazlar. Dergiler bu alanda özellikleri gereği çabaların sonuca ulaşması bakımından yetersiz kalacak olsalar da önemli işlevler üstlenebilirler. Tarihin bir tür seçicilik olduğu bilinse de zorunluluklar aşılıp rejimin gereksinimleri doğrultusunda keyfiyete dayalı bir tarih ortaya çıkartıldı. Birçok belge ve bilgi yok sayıldı. Bunların tekrar günışığına çıkartılması ve ilgilenenlere ulaştırılması gerekmektedir. Fakat, böylesi bir amaç güdecek dergilerin uzman kişiler dışındaki meraklılarına da ulaşma yollarını bulmaları gerekir (Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih dergilerinin değerli katkıları yok sayılmıyor) .
Yıllardır yaşadıklarımız göstermiştir ki, gündelik yaşamın karmaşası içinde her an akıntıya kapılmak olasıdır. Kimi zaman olayların tarihsel köklerinden ve birbirinden bağımsız geliştiği görüntüsü ortaya çıkar. Aydınlar bile görüntünün çekiciliğine kapılarak zamanın geçmesiyle kendilerinin de katılmayacağı değerlendirmeler yapabilirler. Birçok kişi gerçekte toplumun falına bakmaya yönelir. Fakat, bunu yapanlar, ‘tescilli bilgi’nin kendilerine tanıdığı ayrıcalığın gücüyle zaman zaman, toplumun önünde duran değişim olasılıklarından değil de hayallerden söz ettiklerinin farkına varmazlar. Bilginin parayla ölçülen değerinin oluşmaya başlaması ise, görünmeyen siparişlere dayalı bilgi üretimini geliştirdi. Gündelik yaşamın bu özellikleri siyasal alanda muhalifler adına önemli sorunlara yol açsa da iktidardakiler için avantaj yaratır. Gündelik bilginin karşısına tarihsel bilgiyi çıkartamadıkça ne değişim olasılıkları kavranılabilir ne de toplumun önüne gelecek projeleri konulabilir. Bu konuda dergiler hassas bir konuma sahiptirler ve güncel olana teslim olmakla ona karşı durmak arasında tercih yapmak durumundadırlar. Olayları tüm etkenlerden bağımsızlaştırarak ele almanın ortaya çıkartacağı tahribatın boyutları iyi hesaplanarak yayın politikası belirlenmeli. Yayımlanan yazılarda tarihsel arkaplan güncel olayların ele alınışında kendini dışa vurabilmeli. 1980’li yıllarda yükselen, olayları tarihsel ve sınıfsal bağlantılarından soyutlayarak değerlendirme anlayışının yol açtığı tahribat hâlâ etkilerini güçlü bir şekilde sürdürmektedir.
Bu anlayışın gündelik tartışmaların seyrini belirliyor olması nedeniyle yapay gündeme bağlı gerilimler ve siyasal mücadele, gerçeğin kendisi gibi algılanmaya başlandı. Siyasal mücadele gündeme müdahale etmeyi gerektirse de, kendi bakış açısını ve kavramlarını kullanamayanlar sadece akıntıya kapılarak sürüklenir. Akıntıya karşı duramayan dergiler, yazı yazanların istihdam alanları olmaktan ileri gidemezler.
1980’lerin başlarından bu yana çeşitli yollarla geçmiş yok sayılırken gelecek de elimizden alındı. Şimdiki zamanın öncesi ve sonrasını yok saymak temel değerlerden biri durumuna geldi. Değişim umudu ve projeleri toplum gündeminden düştü. Bireysel kurtuluş çabası akılcılık ve gerçekçilik olarak görülmeye başlandı. Böylesi bir dönemde geleceği tartışmaya açmak zorunluluklardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Belirsiz kavramlar arkasına sığınmak yerine nasıl bir gelecek öngördüğümüzü ve hedeflere ulaşmanın yollarını açıkça sunmalıyız. Kendi samimiyetimizi sınamanın en emin yollarından biri buradan geçer. Geleceğin şekillendirilmesinde ülkenin birikimlerini açık yüreklilikle ortaya koymak ve olumsuzlukları aşma yollarını aramak için geniş katılımlı bir tartışma sürecini başlatmak gerekir. Bugüne kadar yaşanan deneyimleri belirli çevrelerin tekeline bırakmamalı ve onları zenginleştirmenin yolları bulunmalı. Dar bir coğrafyaya ya da sınırlı bir zaman dilimine ait deneyimleri (ülke içi ve dışı) dayatmak yerine, onları yaşanacak yeni deneyimler için zenginleştirici örnekler olarak ele almalı ve bu zemin üzerinde öngördüğümüz geleceğe dair tartışmalar yürütülmeli. Nasıl bir gelecek ve hangi araçlarla? soruları birlikte ele alınmalı. Dergilerin yayın çizgilerinin belirlenmesinde böylesi bir gereksinim ihmal edilemeyecek derecede önem taşır.
Yukarıda, dergilerin dikkate almaları gereken etkenlerden ve çözümlerden söz ederken anlatılardan, ülke içine yönelik bir etkinliğin öngörüldüğü düşüncesine kapılma olasılığına karşı belirtmek gerekirse, artık bu konuda da sınırlamalar aşılmalı. Dışa yönelik yayınların yanı sıra dünya düzeyinde tartışmalara dahil olmanın yolları zorlanmalı.
Böylesi bir açılım yaşanamadıkça, 19 yüzyıl başlarına kadar giden Batılılaşma sürecinin yol açtığı sonuçların benzeri gelişmelerle, edilgen aydın tipi ve yaratıcığı engelleyen kültürel zemin varlığını korumayı sürdürecek. Yaşanan teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklar bu çemberin kırılması için yürütülecek çabaları daha da gerçekçi kılacaktır. Dar coğrafyaları aşan düşünme tarzı ve ilişki biçimi teorik olarak savunulmakla değil, pratik adımlarla gerçeklik kazanabilir. Dergiler bu konuda atılacak ilk adımların yaratıcısı olabilirler.
Buraya kadar anlatılanların tek bir dergi çerçevesini aşacağı ileri sürülebilir ve bunda doğruluk payı da bulunmaktadır. Zaten benim beklentilerim de tek bir dergiye yönelik değil. Dergilerin bu çerçevenin bir parçası olup olmadığı ve neresinde yer aldığıyla ilgilenmekteyim. Bir sol dergi kendini felsefe, bilim, politika, habercilik ya da bir başka konu ile sınırlandırabilir. Fakat, kendini ve/ veya ilgi alanını doğrudan ve dolaylı etkileyen tüm etkenleri dikkate almak zorundadır. Yoksa kendi yerini belirlemeye yönelik niyet beyanından başka solla ilişkisi olmayacaktır.
Genel değerlendirmeler ve beklentilerimden sonra Birikim’in bu çerçeveyle ilişkisini değerlendirmek yerine tekrar, ‘nice sayılara’ diyerek yazıyı noktalıyorum.