Birikim Sosyalist Kültür Dergisi yayın hayatına atılalı yirmi iki yıl olmuş... Sayısız derginin ancak birkaç yıl, hattâ birkaç ay yaşayabildiği bir ülkede kısa bir zaman değil bu. Uzun bir ömür sürmüş, ama pek anlamlı bir hayat yaşayamadığını düşündüğümüz insanlar vardır; Birikim’in uzun ömrü, böyle bir insanın uzun ömrü değil elbette. Tam tersine, çağın her sorununa yetişebilmek için çırpınıp durmuş, her gününü bir tefekkür ve eylem yaşantısına çevirebilmiş, her anını dopdolu yaşamış, çok zengin bir bireyin ömrü gibi, Birikim’in geride kalan yirmi iki yılı. Geniş soluklu bir birey bu, çevresindekilere de geniş soluklar aldırabilen; son otuz yılda yaşanan acıların önümüze gerdiği karamsarlık perdesini bilgece ışığıyla aralayabilen. Bu, her şeyden önce insana gurur veriyor, yalnızca gurur vermiyor, bu ülkenin insanına olan inancımızı da pekiştiriyor. Anlamsız mücadele ve kavgaların bir türlü sona ermediği, “sorun” olmayan sorunlarla uğraşılmasının meslek edinildiği ve hep kof değerlerin teşvik gördüğü bir ortamda böyle bir dergi bu kadar zaman ayakta kaldıysa, gelecekten umudu kesmememiz için haklı bir fikir dayanağımız var demektir.
Bütün bunları düşününce insanın içini bir sevinç dalgası kaplıyor... Ama Birikim’in şimdiye kadar neler yaptığını, nasıl bir Marksist, sosyalist, demokrat ve sivil kimlik ortaya koyduğu konusunu değerlendirmeye kalkınca zorlanıyoruz. Bu konuyu bir çırpıda ele almak, Birikim’in yaptıklarını bir çırpıda sayıp dökmek kolay iş değil çünkü. Dergi koleksiyonunu baştan sona gözden geçirmeyi gerektirir bu. Daha doğrusu, Birikim’in Türk fikir hayatındaki yerini iyice belirtebilmek böyle bir anma yazısının sınırlı sayfaları içinde mümkün değildir. En azından, uzun bir makale yazmak gerekir bunun için... Gene de, Birikim’in “işleri”nden bir bölümünü değerlendirmeye değil ama, hatırlamaya çalışalım.
Birikim’in ’70’li yıllardaki en önemli başarılarından biri Marksizmin öz kaynaklarındaki görüşleri doğru anlamak ve anlatmak olmuştur. ’60’lı ve ’70’li yıllar Marx’ın, Engels’in, Lenin’in bir yandan Türk sosyalist hareketinin acemiliğine bağlanabilecek nedenlerle, bir yandan da kısa vadeli hedefler –“strateji” ve “taktik”ler– uğruna göze alınan çarpıtmalarla son derece yanlış anlaşıldığı ve anlatıldığı yıllardı. İşte Birikim, Marksist klasiklerin işlediği teorileri gündelik kaygıları bir kenara bırakarak, asıl Marksist teorinin gözüyle “okumuş”, yorumlamış ve Marksizm adına öne sürülen o şarlatanlıkların Marksizme büsbütün aykırı ideolojik temellere dayandığını göstermiştir. Birikim’de yayımlanan bu yöndeki incelemelerde, geçmişteki belli bir Marksist görüşü ve uygulamayı bağlamından koparıp dondurmaya çalışan dogmatik yaklaşımların getirebileceği tehlikeler de gene Marksist dayanaklarıyla birlikte gösterilmiştir. Ancak, asıl ilginç olanı, söz konusu incelemelerin, bilinen, olumsuz anlamı dışında, farklı bir “ortodoks Marksist” görüşle, yani teorinin başlangıçtaki, klasiklerde kendini gösteren asıl ilkeleri ışığında yazılmış olmasıdır. Bu yazarlar, bu açıdan yeni bir ortodoks Marksist tanımı vermişlerdir. Böylece, Marksizm adına öne sürülen anti-Marksist teoriler “sapkın” (heretic) “yeni Marksistler”in görüşleriyle değil, bizzat klasiklerin temel ilkeleriyle çürütülmüştür. Bu, çok önemli bir teorik başarıydı.
Birikim, çok anlamlı teorik tartışmaların yansıdığı bir dergi ve çevre olmuştur hep. Birikim bu teorik tartışma ciddiyeti, disiplini ve hiç abartmadan söyleyelim, o yıllarda dünyada yayımlanan pek çok Marksist yayın organının erişemediği derin, ince Marksist tahlilleri ile dünya sosyalist hareketinin içine düştüğü teorik bunalımı ve pratik çıkmazı çok önceden, yani Gorbaçov’ların filan daha ufukta bile görünmediği bir dönemde, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden tam on yıl önce görebilmiştir. Birikim’i o yıllarda okumamış, okuyamamış olanlar derginin 12 Eylül darbesiyle kapatılmadan önceki sayılarını açıp okusunlar, bunun bir abartma olmadığını göreceklerdir. Bu, derginin –ve tabiî bir yandan da Türk Marksizminin– belki de en çok övünebileceği başarısıdır. Gene abartmadan belirtmek gerekir ki, Birikim’de o yıllarda dünya Marksizmi açısından da anlamlı olan, Marksist görüşe katkı sağlayabilecek değerde birçok makale ve inceleme yayımlanmıştır.
Yerleşik anlamıyla “ortodoks Marksist” tutum, bilgi çerçevesini Marksist öğretinin kendisiyle sınırlandırmıştır. Oysa Marksizm dışı bilim ve araştırma dallarının pratiği içinde gelişen yeni perspektifler de bilime, felsefeye, sanata, dolayısıyla Marksizme taze bir güç kazandırabilir. Önemli olan şey, bu yeni perspektiflerin ve kavramların nasıl temellendirileceği, nasıl açıklanacağı, nasıl uygulamaya konulacağıdır. Söylemeye bile gerek yoktur tabiî, Türk sosyalizmi de Marksizm dışı disiplinlere hep şüpheyle bakmıştır. İşte Birikim, Marksizmin ve sosyalizmin Marksizm dışı alanlardan da beslenebileceği görüşünü Türk sosyalist hareketi içinde ilk kez işleyen dergi olmuş, böylece “aslolan hayattır” önermesini kuru bir laf olmaktan çıkarmıştır. Birikim’in yapısalcı ve yapısalcılık-sonrası düşünürlerin çalışmalarına duyduğu ilgi bu “dışa açık” tutumun örnekleridir.
Birikim Cumhuriyet devletinin kimliği, temel nitelikleri ile ordu-siyasî iktidar ilişkileri konusunda da derin, özgün tahliller yayımlamıştır. 1960 sonrası sol, taleplerinin özü bakımından sivil amaçlı bir hareket olması gerekirken, solun, ne yazık ki, etkili bir kesimi devlet, ordu yahut cunta “kuyrukçusu”ydu. Birikim bu sözde “sol” zihniyeti temelden sorgulayarak solun haysiyetine kavuşmasına katkıda bulunduğu gibi, 1980 darbesinden sonra yaygınlaşan sivil toplum görüşünün de öncülerinden biri olmuştur.
Birikim genç ve acemi Türk sosyalizmi içinde başgösteren hastalıkların sürekli olarak üzerine giden bir dergi ve yayınevi olmuştur. Sözgelimi, özellikle ’60’lı yıllarda, “ortalama militan”ın bilinci ve klasiklerin söylenmesi gereken her şeyi söyledikleri inancı ile, çok kitap okuyanlara, teorik sorunlar üzerinde düşünenlere, bilgi üretimini amaçlayanlara dudak bükülür, böyle kimselere “entellektüel” –o yıllarda bu kelime eylemsiz sosyalist anlamında kullanılırdı– yaftası yapıştırılırdı. Bu “ortalama militan”ı, sosyalist dünya görüşünün her şeyden önce bir kültür dönüşümünü öngördüğü gerçeğini görmezlikten gelerek sanat ile edebiyatı da bir “burjuva lüksü” olarak görürdü. Birikim bu hastalıklarla mücadele etmiştir. Mücadelenin ötesinde, bir yandan, hayatı sınırlandıran, sanatçının elini kolunu bağlayan, kalıplaşmış, eskimiş sanat ve edebiyat teorilerine hiç yüz vermemiş, öte yandan da Marksist düşünce içinde geniş kapsamlı bir sanat ve edebiyat teorisi geliştirilmesi yolunda teorik çaba harcamıştır. En özlü biçimde söylemek gerekirse, Birikim o yıllarda gerçek bir Marksist okuldu.
Birikim 12 Eylül darbesinden bir süre önce sıkıyönetimce kapatıldı. Biraz şaşırtıcı gelecek ama, kapatılması bir bakıma “iyi oldu”. Çünkü kimsenin böyle göz gözü görmez bir ortamda Birikim gibi ciddî bir teori dergisini eskisi gibi heyecanla okuyacak takati kalmamıştı. Bir “tatil”e ihtiyaç vardı... Darbe sonrası ortamın tozu dumanı biraz dağıldıktan sonra İletişim Yayınları’nca önce iki haftalık, sonra haftalık olarak çıkarılan Yeni Gündem adlı siyasî dergi Birikim’in yeterince işleyemeyeceği birçok yeni konuya Birikim’in ilkelerine uygun bir biçimde el attı. Yeni Gündem benzerleri arasında kolaylıkla ayırt edilebilen, gündelik siyasetin nabzının attığı yerleri çok iyi kestirebilen, demokrat, sivil toplumcu, güvenilir, dürüst, ilginç bir siyasî dergi oldu.
Yeni Gündem bir şey daha yaptı. 1980 öncesi solun ve aydının dünyasına girmeyen birçok konuyu ve toplumsal olguyu önemli birer konu ve olgu olarak işledi, bunlar üzerinde düşünülmesini sağladı. 1980 öncesinde, somut gündelik hayat, geniş bir sol kesimin ütopik bir “mutlu gelecek” adına yaşamayı adeta reddettiği, yahut ertelediği bir şeydi. Gündelik hayat konusu aslında Marksist ideolojinin bütün dünyada ihmal ettiği bir konuydu. Böylece gündelik hayatın nasıl yaşandığına ilişkin yeni konular Türk fikir hayatının ilgi alanına girdi. Bu yeni görüş açısı içinde, daha önce ihmale uğrayan, hattâ çok kere ciddiye bile alınmayan feminizm, kadın, eşcinsellik, fahişelik, eğlence, futbol, yemek kültürü vb. gibi konular, popüler kültür konuları, “marjinal” diye küçümsenen konular, insanlar ve toplum kesimleri hayatı anlamaya ve değiştirmeye yönelik bir dünya görüşünün dışlayamayacağı olgular olarak yeni bir gözle ele alındı.
Birikim yayın hayatına dokuz yıl ara verdikten sonra 1989’da yeniden çıkmaya başladı. Artık Sovyet modelinin, daha doğrusu o zamana kadarki sosyalist uygulamanın çöktüğü bir dünya vardı. Marksist ve sosyalist teorilerin büyük bir bunalım geçirmekte olduğu bir dönemde yeniden yayın hayatına atılmak pek kolay bir iş değildi. Ama Birikim’in bu bunalımı çok önceden gördüğünü bir kere daha hatırlatalım. Öte yandan, Birikim’in söyleyecek sözü bitmemişti daha. Hem, insanlığın daha iyi, daha adil, daha mutlu bir dünyaya ihtiyacı varsa, bu arayış hep sürmeliydi...
Birikim bu ikinci döneminde konularını daha çok “demokrasi” kavramı üzerinde odaklaştırdı. Burada demokrasi fikrinin iki ucu vardı. Birincisi, eski sosyalizmde demokrasi kavramına pek yer verilmemiş olması; ikincisi ise, genel olarak Türkiye’deki demokrasi kavramı ve uygulaması. Birikim bugün öncelikle, her iki bağlamdaki demokrasiyi de içine alan çok geniş kapsamlı bir demokrasi, deyiş yerindeyse, bir “derin demokrasi” fikrini işliyor. Bu fikrin sosyalist ideallerle ilişkisi de çok açık. Öte yandan, Birikim bu ikinci döneminde konularını daha da genişletiyor; hayatı hem daha iyi anlamamızı sağlayacak, hem de onu değiştirmemize yardım edebilecek hemen her ciddî düşünceye, görüşe, yaklaşıma dergide yer veriyor. Konusundaki en özgün incelemeler, en ciddî siyasî yorumlar gene Birikim’de yayımlanıyor. Birikim gene çok seçkin bir dergi. Ama bugün yayın hayatındaki fikir dergileri arasında en kıdemlisi, en tecrübelisi aynı zamanda. İnsan Birikim’i okurken çevremizi saran çorak fikir dünyasının, sorun diye önümüze sürülen sahte sorunlar çemberinin, “sunî gündem”lerin dışına çıkıyor, gerçek bir düşünce zeminine ayak bastığını hissediyor. Tıpkı 1 Mart 1975’te çıkan birinci sayısında olduğu gibi. Birikim gene gerçek bir kaynak.
Birikim taşıdığı bütün bu üstün niteliklere rağmen çok satan bir dergi olmamıştır. Bu da doğaldır. Başka ülkelerde de Birikim gibi seçkin dergiler vardır. Gündelik anlamda siyasî, ideolojik kaygıları ve ticarî beklentileri olmayan, fikir düzeyi yönünden seçkin nitelikteki bu tür dergiler, okur sayısı Türkiye’dekini kat kat aşan başka ülkelerde de çok satan dergiler arasında değildir. Birikim’in her sayısı genellikle 2000-3000 nüsha dolaylarında satılmıştır. Bu rakam zaman zaman, özellikle bazı ilginç güncel konulardaki özel sayılarda çok yükselmiş, ama hiçbir zaman bu rakamın altına düşmemiş, sadık okurlarının sayısı hiç eksilmemiştir. Derginin adını bile duymamış, yahut sadece adını duymuş, ama hiçbir sayısını okumamış birçok “aydın” kişi görmüş, onların bu ilgisizliği karşısında gene de çok kere hayıflanmışızdır. Yanıbaşlarında duran zenginliklerin, güzelliklerin farkına varmadan ömürlerini tamamlayan insanlara benzer böyleleri. Ama dediğimiz gibi, Batı ülkelerindeki benzeri dergiler de aynı durumdadırlar. Birikim’in asıl önemli yanı, sadık bir okur kitlesi bulunması ve okurları üzerindeki etkisinin derin bir etki olmasıdır.
Birikim’i ilk sayısından bugüne kadar sürekli olarak izledik. Ayrıca, bu dergide makaleler yazdık, çeviriler yayımladık. Geride kalan yirmi iki yıla şöyle bir dönüp bakınca, Birikim dergisi de yayınlarının üzerimizde derin bir etkisi olduğunu görmezlikten gelemiyoruz. Hayatı daraltmayıp boyuna genişleten Birikim bizleri uzun yıllar beslemiş, düşüncemizi zenginleştirmiş, zihnimizde bir birikim yaratmış. Birikim’in birer okur ve yazarı olmaya bundan sonra da devam edeceğiz.