Başından beri (1980 öncesi değil ama; o sayılarını da sonradan bulup okudum) çok şey öğrenerek okuduğum için bir tür vefa borcum olduğunu düşünüyorum bu dergiye.
Sol hareketin Türkiye’de yediği ağır darbeden sonra her kesim farklı farklı tepkiler verdi (en sinir olduklarım da “solcular” diye konuşmaya başlayanlar). Kimi yenilginin lafını bile ettirmedi, kimi toparlanıp bir daha yenilmemenin yolunu aradı, kimi bir daha toparlanamadı...
Bu darbenin bizde bıraktığı en kalıcı ve berbat iz, dilimizi bozması oldu gibi geliyor bana. Düşmanlarla çevrili bir dünyada yaşayan küçücük bir azınlık olduğumuz hissiyle belki de, başkalarına bir şey anlatma refleksimizi kaybettik. Dil bir anlatım aracı değil, bir şifre, kendi konumunu gösteren bir işaret gibi kullanılır oldu. “Sınıf”, “devrim”, “devrimci demokrat”, “demokrat”, vb. kavramlardan oluşan, ama o kavramları eskiden bildiğimiz anlamda değil, tamamen daraltılmış, kodlara dönüştürmüş bir biçimde kullanan, adeta jargon haline gelmiş bir dil konuşmaya başladık.
Bir sürü hesaplaşmalar, yenilgiler, kopuşlar, tartışmalarla dolu bir tarihe gönderme yapan böylesi bir şifreli dil, ancak o tarihi bizzat yaşamış insanlara bir anlam ifade edebildi - ya da kendini tarihin o anına bir biçimde yerleştiren yeni kuşağa.
Yalnızca başkalarına bir şeyler anlatma yeteneğimizi kaybetmedik, konuşmak bizi birbirimize yakınlaştıracağına, aramızdaki farkların ifadesi haline de geldi.
Zaten sözün hükmünün kalmadığına inanmak için çok fazla sebep olan bir döneme de denk geldi bu. Herkese acayip bir realistlik, bir işbitiricilik, bir projecilik havası çöktü. (Sosyalist parti kuruyoruz diye muhalifler arası bir ittifak oluşturmanın başka ne anlamı var ki?)
Birikim dergisine damgasını vuran, kişiliğini kazandıran yazılar, bu sürecin nasılsa dışında kalabilmiş, tazeliğini, yeniliğini yitirmemiş bir dile sahip oldu hep. Belki o yüzden çok naif göründü, fazla hayalci... Ne diyorsa onu kasteden, kavramları ve sözcükleri bir meseleyi anlatmak için kullanan bir dil.
Belki bu zamanda sözün gücüne inanmanın kendisi hayalciliktir, bilmiyorum; ama insanın habire çiğnenip duran klişeleri, kuramsal tartışma adı altında yürütülen bayat demogojileri, gündelik politik konumlanmaya göre taraftarlıkları, ithal problematikleri kendine layık görmeyip kendi yolunu kendi çizmeye çalışmasında müthiş bir özgüven ve cesaret var. Ki bunun için biraz hayalci olmak gerekir zaten.