bazı şeyler vardır, size ne kadar uzun süre yaşamış olduğunuzu hatırlatır. mesela doğumunda bulunduğunuz bir çocuk üniversiteye başlamıştır filan. zannederim birikim’in yüzüncü sayısı benim kuşağım için böyle bir şey. birikim ilk yayımlanmaya başladığında bizler de yeni yeni solcu oluyorduk. o zamanlar daha karışık bir yapısı mı vardı? yavuz çizmeci’nin yazdığını bile hatırlıyorum. (hani türkiye işçi partisi, barış derneği, sultanaair hattında seyretmiş bulunan yavuz çizmeci) bir de tarık günersel’in adeta saf zekâdan müteşekkil şiirlerini.
sonraları daha berrak bir çizgisi oldu birikim’in. kendilerini sanki elini kirletmekten çekinmeyip solculuk yapanları “bilinçlendirmek”le memur etmişlerdi. şahsen birikim olmasaydı adını bile duymayacağım bir sürü yazar vardır. mesela toynbee, pek tabiî althusser, muhtelif yapısalcılar... hatıralarımı yokluyorum, birikim’i çıkaranlar her yazısını bastıkları yazarla özdeşleştirilmeleriyle alay ederlerdi. dikkat ederseniz şikayet ederlerdi demiyorum, resmen alay ederlerdi. herkes ne kadar da darkafalıydı, onlar o düşünürleri sadece tanıtmak niyetiyle bu olaylara giriyorlardı, yani hizmet olarak: madem bu iş yapılacaktı, bari bilerek yapılsaydı. hizmette kusur yoktu, dedim ya onlar olmasaydı nereden bilinecekti? ama şimdi geriye dönüp baktığımda tercihlerinin basbayağı bir tercihten kaynaklandığını düşünüyorum. mesela o yıllarda türkiye’de kendi de kıymeti de bilinmeyen ve avrupa marksizmine katkısı müsaade ederseniz inkâr edilemeyecek olan mandel’i “halka sevdirmek” geçmemişti gönüllerinden.
önemli bir şey daha vardı; birikim, çevresinde o aralar çıkan birçok dergi gibi bir grup toparlamamayı vaadediyordu. ya da daha doğru söylemek gerekirse, böyle bir çabadan söz etmiyordu. ama bu gerçek değildi, birçok alanda var olan, politika yapan birikimciler vardı. Karışık bir aidiyetti tabiî onlarınki. benim bu süreçte vahim ve itici bulduğum bu değildir. birikim, sol üzerindeki etkisini, taraftarlar diyebileceğim bu insanlar üzerinden değil, çeşitli sol grupların önde gelen kadrolarıyla kurulmuş, kurulacak ilişkiler üzerinden tasarlıyordu. o kadar çok demokrasiden söz edenler için bilmiyorum ne derece uygundur bu tutum.
sonra zamanlar geçti, 12 eylül geldi. birikim’ciler de hepimiz kadar ve hepimiz gibi yanılmışlardı, ama 12 eylül sonrası değerlendirmelerde en yanlış bulduğum görüşte birikim’in, birikimciliğin çok katkısı olduğu kanaatindeyim. bu görüş kısaca, “yeterince okumadığımız için yenildik”, olarak özetlenebilir. şahsi görüşlerimin özellikle önemli olduğuna inandığım için söylemiyorum ama, bana sorarsanız, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerle, yoksullarla yeterince bağ kuramadığımız, bir yandan sınıfa dayanan, bir yandan da devrimci olabilen politikalar üretemediğimiz için yenilmiştik. ve bu iki eğilimin tam birbirinin zıddı zihinsel beslemelere yol açtığını düşünüyorum. çünkü birikim’in beslediği tespit, bir sol, marksist elit yaratmaya yol açıyordu, buna karşılık sınıf politikası ve buna bağlı olarak değil, ama yine bence önemli olan doğrudan demokrasinin araçları tam da elitlerin dışında oluşacak bir şey.
sonra yıllar yılları kovaladı, bendeniz, kulunuzun da bir tanesiyle bağlantılı olduğu ve yanlış bir biçimde “yeni toplumsal hareketler” tabir edilen bir takım akımlar zuhur etti memleketimizde. feminizm, çevre hareketi filan gibi. birikim, tabiî yine bunların dışında ve daha da önemlisi üzerindeydi. onlar hepimizi engin bilgi birikimleri, soğukkanlı, tarafsız ve dışarıdan bakışlarıyla değerlendiriyorlardı. dışarıdan bakmanın en sevimsiz olduğu alanlardan birisi muhalif politika bence. tarafsızlıklar ise... hayır, allah’tan buna inanmayacak kadar büyümüştük.
şimdi birikim, eskisinden çok farklı bir şey yapmıyor diye düşünüyorum. bütün o tarafsız, taraflar ve konumlar üstü görüntüsünün altında, içinde, her yerinde son derece taraflı. bize belli bir solculuğu anlatıyor. avrupa’da, dünyanın başka yerlerinde daha rahat telaffuz edilen bir eğilim bu. sınıf, hayır, modası geçti. feminizm, ah tabiî neden olmasın, şöyle “şık”, aklı başında versiyonlar yok mu. islâmcılar mı, inanın bizi takip edenleri bile var. yani işçilerden çok bize yakın bir sosyalizm, kadınlardan çok bizim yakınımızda duran bir feminizm. müslümanların ise batı kültürünü takip edebilenleri. biz diye tanımlanan ise, kalan kimsenin aklına gelmeyen bir şeyi akıl ettiğini varsayan nezih bir topluluk. ama birikim’le ilgili söylenecekler şu karamsar satırlardan ibaret değil elbette. birikim, daha sonra defter, biraz da kısa ömürlü akıntıya karşı’nın devam ettirdiği, yalnızca kendi görüşlerini telaffuz etmekle yetinmeyen, gerçekten bilgi de aktaran bir politik kültür dergisi geleneğini başlattı. çevirilerine güvenebileceğiniz, bilgi edinebileceğiniz bir kaynak. birçok kuşağın marksist aydınlar olarak yetişmesinde büyük katkısı oldu. belli bir konuda biraz derin bir şeyler yazmak isteyip herhangi bir yayına aidiyet duymayanların yazdıklarını yayınlatabilecekleri bir yer. ve dolayısıyla her sayısında gerçek bir sürprizle karşılaşabileceğiniz bir dergi ve görüşlerine katılmasam da birçok birikim yazarı, bir süredir unuttuğumuz bir anlamda namuslu kalmayı başardılar. bütün bunlar da az şey değildir diye düşünüyorum. uzun lafın kısası, ömrümün geri kalanında da bütün yukarıdaki itirazlarımı aklımda tutarak birikim okumaya devam edeceğim. sonuç olarak hepimizin akıllanmaya ihtiyacı var.