Birikim benim gençliğimdi. Charles Aznavour çok ünlü bir şarkısında (la Bohème) “yirmi yaşından genç olanlar bu şarkıda anlattıklarımı bilemezler” der.
Taşınıyordum, o yüzden Abdullah bana ancak, son hafta ulaşabildi. Ama ulaştı ve Birikim’in 100. sayısı için bir yazı istedi. Çok duygulandım. Tabiî, zamanım olsaydı başka türde bir yazı yazmayı denerdim. Ne var ki, ’80 öncesi Birikim’in 61 sayılık koleksiyonu -ki benim Birikim’im asıl o- eski evimde; yeni Birikim’i ise, itiraf edeyim, eskisi gibi izlemedim. Kısacası, dergiler elimin altında değil. Yoksa, bu yazıyı yazmadan önce, hızlı da olsa, onlara yeniden bir göz atmak isterdim. Ama belki de, Abdullah’ın bana verdiği sürede bunu yapamazdım... Seçeneklerim, bu gerekçeyle “yazamam” demekle, çalakalem de olsa anılarımı yazmayı kabullenmekti. İkincisini seçtim.
Çünkü, Birikim, benim gençliğimdi. Bugün 20’sinden, hattâ 30’undan genç olanların anlamakta zorluk çekecekleri bir dönemde yaşanmış gençliğim.
Ben, Birikimcilerin hep yakın dostuydum, ama Birikim’in ancak “marjinal” bir ferdi olabildim. İlk Birikim’e, sadece bir ya da iki uzun makale çevirisiyle katıldım. Hafızam beni yanıltmıyorsa bunlar, M.A. Macciocchi’nin Gramsci üzerine devasa kitabından “hegomonya” kavramıyla ilgili bölümle, G. Therborn’un “demokrasinin biçimsel kuralları” konusunda, New Left Review’da yayımlandığı önemli makaleydi (ki sonradan bu çeviri, başka bir yayınevi tarafından kitapçık olarak yeniden yayımlandı).
Ama kendimi, birinci Birikim’e özgün bir yazıyla katılacak birikimde göremedim, hiç. Henüz öğrenme dönemindeydim.
Ve öğrenmek isteyenler, öğrenmeye açık olanlar için, Birikim, ne kadar değerliydi...
Birikim, o yılların “sol”una egemen olan çeşitli ortodoksluklara, bağnazlıklara karşı çıkan, solda tartışılan tezleri başka dergilere damgasını vuran vurucu, yıkıcı, öldürücü üslûptan çok farklı, yumuşak, adeta “feminin” bir üslûpla gündeme getiren, o yıllarda gözünü “Batı” dışındaki her yöne -Arnavutluğa bile- çevirmiş olan Türkiye solu için, bir yenilik olarak “Batı” solunda -başta NLR olmak üzere- entellektüellerin nelerle uğraştığına ilgi duyan, tartışmalarını aktaran ve Türkiye için yeni sorunsallar öneren -Murat’ın açtığı “Edebiyatta Doğu-Batı sorunsalı” gibi- benzersiz bir dergiydi. Bana ve eminim benim gibi pek çok kişiye yeni ufuklar açtı. Geniş ufuklar...
Murat’ın birçoğu Birikim’de çıkmış edebiyat yazılarını, yıllar sonra Yapı Kredi yayınlarında kitaplaştırılmış şekliyle okuduğumda tuhaf şekilde, hiç eskimediklerini düşünüp şaşırmıştım... Devir değişmiş, biz yaşlanmıştık, ama yazılar eskimemişti!
Hafızamı yokladığımda, gözümün önüne neredeyse bir grafik netliğinde gelen yazılardan birisi de, yine Murat’ın kaleminden çıkma ve bence ilk Birikim’in “simge-fetiş” yazısı olabilecek, işçi bayramı için yapılmış afiş üzerine kısa yazıdır. Murat (ve Birikim) isyan ediyordu: Afişteki işçi (proleter), yani adına devrimin yapılacağı kişi, pazuları güçlü, ama kafası pazularından küçük olarak resmedilmiş, tuhaf bir yaratık, bir ucubeydi. Murat (ve Birikim) isyan etmekte haklıydı. “Profesyonel” olmasına profesyonel, ama başta bilgi olmak üzere birikimi kıt “devrimci”lerin, adına devrim yaptıklarını iddia ettikleri insanı böylesine küçümsemelerine, karikatürleştirmelerine ve giderek “olmayan” kafasına el koymaya kalkışmalarına itiraz etmek gerekiyordu.
Birikim başka birçok konuda da haklıydı. Soldaki kültürsüzlüğü -kültür, önemsiz üst-yapılarla ilgili olduğuna göre, kültürsüzlük adeta teorik olarak doğrulanmaktaydı- ve şematizme -her şey aman fırsat kaçmasın acilciliğiyle düşünüldüğünden şematik olmak strateji haline getirilmişti- karşı çıkmakta haklıydı. Çoğu sol derginin yaptığı gibi, en başta soldaki en yakınını “baş düşman” ilân edip onunla uğraşmak yerine, asıl, 70’lerin ikinci yarısında Türkiye’yi yöneten ve çıkmaza sürükleyen iktidarlara karşı çıkmakta da haklıydı. Bu bağlamda hatırladığım en eli yüzü düzgün ve aydınlatıcı Birikim yazılarından birisi, Kahramanmaraş katliamını ele alan -herhalde Ömer’in yazdığı- yazıdır. ’70’lerin sonlarına doğru Türkiye’nin nerede durduğu, nereye gittiği konusunda yapılmış en doğru tahlillerden biri galiba buydu...
Birikim, solda, profesyonel devrimci kadrolara karşı tabanı, tepeden inmeciliğe karşı sivilliği (yanılmıyorsam ’80 sonrasında çok popülerleşen ve herkesin bilir bilmez sahiplendiği “sivil toplum” kavramı, en azından Gramsci’nin tanımladığı biçimiyle, ilk defa Birikim’de tartışılmış bir kavramdır...), devletin, toplumun, kültürün görece özerkliklerini ve adını tam koymadan da olsa bireyin haklarını savunabilen ender dergilerden biri olmuştur. O anlamda, çağının önünde gitmiş, ’80’li yıllarda toplumun gündemine giren birçok sorunu önceden tartışmaya açmıştır. Ama sesini duyuramamış, sol içinde “marjinal” kalmıştır. Bence bu, çoğu marjinallik gibi, saygı duyulması gereken bir durumdur.
’80 sonrasında eski sol dergilerden, yazı kadrosu, adı, sanı ve üslûbunu değiştirmeden yeniden çıkmayı başarabilen ender dergilerden biri olması da, belki böyle açıklanabilir.
Ben, Birikim yeniden çıkmaya başladığında, artık başka bir sorunsalla ilgileniyordum: Kadınların özgürlük mücadelesi. Nitekim, Birikim’e verdiğim tek özgün yazı bu konudadır (sayı 3). Ama artık yeni dönemde koşullar değişmişti, küçük dergiler dönemi kapanmış, medya dönemine girilmişti. Gündemde demokrasi vardı ve demokrasi, bilindiği gibi sadece “sol”un değil, işçisiyle, işvereniyle, erkeğiyle, kadınıyla, köylüsüyle, kentlisiyle, Türk’üyle, Kürt’üyle, Tanrı’ya iman konumu bakımından birbirinden çok farklı yerlerde duran insanlarıyla her kesimin sorunuydu. Bence Birikim, ikinci döneminde bu genişlemeyi tam yakalayamadı. O yüzden de Birikim’i izlemek bana eski tadı vermez oldu. Ya da ben artık yaşlanmıştım ve Simone Signoret’nin dediği gibi, “Özlemin eski tadı kalmamıştı”. Zaten ben hep kötü bir dergi okuru olmuşumdur. Geçen yıl, 20 yıl abone olduğum bir meslek dergisini artık almamaya karar verdim. Kala kala 25 yıldır her hafta, en azından sayfalarını karıştırdığım Nouvel Observateur -gençlik takıntısı- ile, bana Birikim’in tadını vermese de, okumam gerektiği için okuduğum, feminist Pazartesi kaldı...
Sonuç olarak Birikim, benim için çok özeldir; gençliğimin gömüldüğü hazinedir. Onun için onu kütüphanemde değil, yüreğimde saklıyorum.