Bildiğim, 1989’dan beri yayımlanan Birikim aylık sosyalist kültür dergisi, demirbaş isimlerinin dışında, farklı sayılabilecek görüşlerden insanların yazdığı bir dergi. Yani Birikim var, ama eskisi gibi, “Birikimciler” diye bir şey yok - en azından ben öyle sanıyorum.
Bu “yeni” Birikim ülkedeki, dünyadaki olayları-durumları konu edip bir güzel toparlayıp okur çevreye (solcu olsun olmasın) sunduğu gibi, bazen de gündem yaratan bir dergi. O ay Birikim’in gündemi benim gündemim olmayabiliyor, ama herhangi bir konuda neler tartışılmış diye merak ettiğimde başvurduğum bir kaynak.
Eski Birikim’leri okumamış olmama çok hayıflanıyorum. 12 Eylül öncesinde kendilerinden okuma listesi istediğim benden büyük, eski solcu arkadaşlarıma göre, Birikimciler akıllı, bilgili, birikimli fakat maalesef eylemsiz, pasif(ist), hımbıl insanlardı... Yol arkadaşlarımın bu referansları merakımı öldürdü. Müsebbib aradığımdan söylemiyorum bunu. Elbette kaynağı bende; seçkinlerlerden korkumda (hâlâ da seçkin bilinenlerden arkama bakmadan kaçarım) ve o zamanlar hemen devirip-kurma heveslilerinden olmam da. Neyse, geç olsun güç olmasın hesabı, 1975-80 arasındaki sayılarını da bulup okumaya ahdettim. Keşke bugün devirme-kurma niyetindeki hızlılar da okusa...
İlk kez, Devin’in yazması planlanan bir yazı yerine yazmakla başladı Birikim’le okurluk dışındaki ilişkim. İlk yazılarım feminizm hakkındaydı. Feministlerin sözlerine sayfa veren kaç yayın vardı ki o günlerde... “Sivil toplumcu” olmakla suçlanan çizgisinden olmalı, şiddet karşıtı, anti-militarist yazılarımın da yer almasını istediğim bir yayın oldu Birikim. Çocuk hakları ha keza. Birikim, solun eleştirilebildiği sol bir dergi olduğundan ve Birikimciler diye bir şey olmadığından şimdi bu yazımın neresine tepki duyarlar da basmak istemezler diye bir endişe duymuyorum, yazmayı istediğim diğer bazı yayınlara kıyasla. Belki de benim sol anlayışım pek keskin olmadığından...
Uzun vadeli, ciddi bir tartışma açılmasını istiyorsan Birikim bunun için ideal bir yer diye isabetli bir değerlendirmede bulunmuşum zamanında. Nitekim Etnik Kimlik ve Azınlıklar özel sayısının 3. baskısını yapmasından gurur duyuyorum doğrusu. İşte güzellemeye son verip memnuniyetsizliğimi ifade etmenin fırsatı.
Mart-Nisan 1995’te yayımlanan Etnik Kimlik ve Azınlıklar özel sayısında “Daha öğreneceğimiz çok şey var” derken, sayısı ne olursa olsun, hangi dinden olursa olsun Yahudileri de, Kürtleri de, Türkleri de, Çingeneleri de etnik grup olarak gördüğümü belirtmiştim. Bu bakımdan o sayı için topladığım yazılardan özellikle Kürtler ve Zazalar hakkında olanların dışarıda bırakılması benim anlayışımla çelişti... Çerkes’in, Gürcü’nün, Laz’ın olduğu yerde, etnik mozayiğin elden geldiğince yansıtılmaya çalışıldığı bir yerde sözünü ettiğim gruplara yer verilmeyişine benim gibi öküz altında buzağı arayanlar tarafından kötü anlamlar yüklenmesi çok mümkün. O yazı için elde edemediklerim ve elde edip de yayımlanmayanlarla sonuçta Türkiye solunda yaygın olan bir hataya düşmüş olduk: Türkler ve Kürtler ulustur, bir de ötekiler vardır... Sıcak politika yaparken esas olarak Türkler ve Kürtler vardır; etnik gruplar, çokkültürlülük falan muhabbeti yaparken gayrımüslim, azınlık, Ermeni gibi kavramları hatırlarız. (Her zaman beğeniyle izlediğim, ÖDP’nin Fenerbahçe stadyumundaki demokrasi şenliğinde daha önce kapalı salonlarda, dar mekânlarda mesela Ermenice söylerken de izlediğim grubun, burada repertuvarlarını sadece Türkçe ve Kürtçe’yle sınırlı tutmalarında da benzer bir yaklaşım olduğu şüphesi düştü içime. Üniversite salonlarında, İHD’nin Azınlık Hakları İzleme Komisyonu’nun Kardeş Türküler konserinde Ermeni, Yahudi müziklerinden örnekler sunmuşken, onbinlerin katıldığı stadyumdaki şenlikte neden böylesi bir tercihte bulunmuştu grup? Bizim binlerimiz henüz buna hazır olmadığı için mi?..)
“Etnik Kimlik ve Azınlıklar” sayısı yayıma hazırlanırken bugünkü aklım olsaydı, Müslüman olanlar-olmayanlar diye sınıflandırma yapılmasında ısrarcı olurdum. Çünkü Türkiye’deki ırkçılığın ana hammaddelerinden biri din. Egemen olan sadece Türklük değil, belki ondan da eski, ondan da çok Müslümanlık... Müslüman olmayanlara ve sayılmayanlara başka türlü bir ayrımcılık var; daha yaygın, daha gizli. Aslında gizli değil de, sözü edilmeyen.
Etnik mozayiği yansıtacak ölçüde yazılar elde edilemediğinden, yayımlanamadığından, yayımlananları bölümlendirmediğimizden, sonuçta, benim niyet ettiğim “etnik kimlik” dosyası değil de, adı Etnik Kimlik ve Azınlıklar olan “ötekiler” dosyası denebilecek bir şey çıktı ortaya. (Bir ilk olmasının dezavantajını da unutmuyorum.)
Kendimizi bilgi havuzuna atmak; kendinizi tanıtmak, haklılığımızı anlatmaya çalışmak oluyor sadece. Ve bu anlaşmak demek olmuyor.
Sonuç olarak Birikim’e diyorum ki, bu özel sayının varlığı hâlâ çok önemli, eksikliklerine rağmen çok değerli. Ama daha ötesini, “ee sonra?”yı tartışan, devam niteliğinde yeni özel sayı(lar) öneriyorum. Mesela tarihî bilgi birikimini bize aktaracak insanlarla bir oturum düzenlense, tartışmaları bu dergide yayımlanmak üzere. Bir TV kanalında Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan ve Kürşat Bumin’in yaptıkları program gibi bir şey yani. Ne dersiniz?