Türkiye'nin “Birikim“i

“Verba volente scripta manie.”*

Demestan

Sözü düşünce dünyamızın merkezine almak ve onu insanî-toplumsal gerçekliğimizin aslî öğesi olarak dilsel bir dizge içerisinde hayata geçirmek modern dünyada entellektüel praksisin üzerine almış olduğu en önemli görevlerden biridir. Entellektüel praksis üzerine aldığı bu görevi dilin kurgulanmış yapısından yararlanarak merkezî bir tematik üzerinde yerine getirmeye çalışır.

Modernlik öncesi toplumlarda dil özel bir yönetim aygıtının elinde tamamen “güç” ve “fayda” ilişkilerine göre düzenleniyordu. Günümüzde ise dil sembolik dizgelerle donatılmış metaforik bir ağa sahip olarak toplumlar üzerinde tam bir tahakküm ve baskı aygıtına dönüşmüştür. Siyasal iktidarların tasarrufunda bulunan dilin bu pragmatik yönü onu her dönemde toplumları siyasal iktidarlar adına yönetmede en önemli silahlardan biri yapmıştır. Dolayısıyla her dönemde dili yani sözün gücünü elinde bulunduranlar iktidarı da doğal olarak ellerinde tutmuşlardır. Böylece, siyasal iktidarların güç ve mantığı, sözün gücü ve mantığı yerine geçmiştir.

Dil, kendi araçsal konumuna uygun olarak bütüncül bir şekilde biçimsel dizgesiyle “anlam”ı yüklenir. Anlam yüklü dilin ağırlığı gündelik hayatımızdaki sembol yüklü kültürümüz için büyük bir tehdit oluşturur. Farklı boyutlarda yeşeren bu tehdit, modern hayatımızdaki yapıların fetişizminden doğan anlam kümeleriyle çatışma imkânı bulur.

Bu çatışma sonucunda, dilsel alanın bilgisel anlam yükünden kurtulup kendisini olağan olanın kucağına attığı bir dizgesel süreç olan ideoloji ve ideolojik yapılar ortaya çıkar. Anlamdan kendini soyutlayan dil ise modern hayatta çıplak olarak desteksiz kalır. İşte bu noktada, dil ve praksis arasındaki simbiyoz ilişkisi ve bu ilişkinin görece özerk bir sonucu olarak “bilgi” ve “iktidar” arasındaki güç mantığı devreye girer. Bilgi ve iktidar arasındaki devredilemez “güç” hesaplaşması bireyi kollektif kimliğini meşrûlaştıracağı zeminin dışına iter. İnsanlar arasındaki kamusal bilincin şekillenmesini engelleyen bu çatışma, dil ve entellektüel praksis arasındaki ince ilişkiyi daha iyi anlamamıza sebep olur. Çünkü entelektüel praksis bütün yaratıcı ve dönüştürücü gücüyle dil üzerinde nesnel anlam dünyaları kurarak dile gerçek anlamda pratik bir işlev yükler. Kurgusal bir anlam kümesi olmaktan çıkan dil böylece entelektüel praksis sayesinde tam bir “yaşam alanı”na dönüşür.

Bu vesileyle bir soru: Türkiye’de sözün yaratıcı eylemini yadsımayan, sözün içerdiği özgül kapasiteyi dışlamayarak zihinsel dünyamıza yeni perspektifler, yeni anlamlar getiren kaç dergi var? Şüphe yok ki bu soruya verilecek cevap böyle bir derginin bir elin parmaklarından daha az olduğu gerçeğiyle yüz yüze getirecektir bizi.

Evet, Türkiye’de gerçekten bu işi ciddiye alıp, alnının teriyle bu işi omuzlayan şunun şurasında kaç dergimiz var? Kaç dergimiz acaba yılların birikimi ve azmiyle çıkıyor? Kaç dergimiz okuruyla olan ilişkisini bir “aşk” derecesinde sürdürebiliyor? İçtenlikle “bizim dergimiz” diyebileceğimiz kaç dergi var şu ülkede?.. Bu sorulara verilecek cevaplar hiç şüphesiz içimizi karartacak cinstendir.

Ama her şeye rağmen içimizi ferah tutabileceğimiz hattâ umutlu olmamızı teşvik eden güzel gelişmeler de yok değil. İşte Birikim Türkiye’de bahsedebileceğimiz bu güzel gelişmelerin başında geliyor. Türkiye şartlarında teorik bir dergi olarak, üstelik düzenli bir şekilde çıkması Birikim’i Türkiye’deki diğer muadillerinden ayrı bir yere koymayı gerektiriyor.

Türkiye’de yayımcılık özellikle de dergicilik artıları ve eksileriyle beraber düşünüldüğünde gerçekten de zor bir meslek. İşin maddiyata dayanan teknik kısmının yanında sürekliliğin ve kalıcılığın devamı için gösterilen gayret de bir o kadar müşkülata yol açıyor. Yine de bütün bu zorlukları göğüsleyerek bugüne kadar gelen çok az kaliteli dergi var. Birikim bu dergiler içerisinde en müstesna yere sahip olanlardan biri. Bütün bu söylediklerim laf olsun diye söylenmiş şeyler değil.

Biraz daha etraflıca düşünüldüğünde Birikim gerçekten de Türkiye’nin şizofrenik koşullarında zor bir görev icra ediyor. Bütün yapılarıyla çözülen, çürüyen bir sistemde otantik bir “kurucu paradigma”nın sesini yükseltmek, o paradigma adına bir şeyler söyleyebilmek Türkiye konjonktürü gözönüne alındığında kolay gibi görünen şeyler değil. İşte Birikim bunu başarmaya çalışıyor.

Birikim 1980 yılının Nisan’ında kapatılışından dokuz yıl sora Mayıs 1989’da ikinci yayın dönemine başlarken her şeyden önce “öncelikli olarak sosyalizmin kendisini yeniden ele almak” gibi bir misyonla yayımlanmaya başlamıştı.

Aradan geçen bunca zaman Birikim’in bunda ne kadar yol aldığını gösteriyor. Birikim daha o yıllarda “insanî-toplumsal gerçekliğin tüm boyutlarını içeren gerçek bir devrim olarak sosyalizmin var olan sosyalist toplumlar ve mevcut sosyalist örgüt ve hareketlerin şahsında bu kimliğini artık yansıtamadığını” söyleme yürekliliğini gösteriyordu. Sosyalizm adına her şeyin bitmiş gibi göründüğü bir konjonktürde Birikim daha, “sosyalizmin söylenecek çok sözü” olduğuna inanıyordu. Bu inancını da her vesileyle kanıtlamaya çalıştı.

Zira Türkiye sosyalistleri için başlıbaşına devrimci bir bilincin yeniden restore edilmesi için gerekli olan güç ve motivasyonu sağlayacak açılımlara sahipti Birikim. Sosyalist hareketlerin dünya ölçeğinde kriz halini yaşadığı bir dönemde Birikim bu kriz ve yenilgi halinin sosyalizmin kendisinden değil, bizatihi var olan sosyalist toplumlar nezdinde biçimlenmiş egemen sosyalist toplum ve örgütlenme anlayışından kaynaklandığını belirtiyor ve sosyalist hareketin “kendi, aslî özgün kaynağına yeniden dönmesi, kimliğini tazelemesi” gerektiğini dile getiriyordu.

Ancak bizler de biliyorduk ki, vulgarize edilmiş bir sosyalizm anlayışından yola çıkanlar böyle bir dinamiğin karşısında yer alacaklardı. II. Enternasyonal’le sınırları çizilen ve onun kalıpları içerisinde düşünülen bir sosyalizm anlayışından neş’et eden tüm olumsuzluklar gerçek devrimci hareketin filizlenmesinin önündeki en büyük engeli teşkil etmiştir her zaman için. İnsanlık onurunun olmadığı, hiçe sayıldığı bir dizgenin üzerinde yükselen kapitalizmle son tahlilde aynı dili kullanan aynı asimetrik çizgide buluşan geleneksel sosyalizm anlayışı bugün artık miadını doldurmuştur.

Geleneksel sosyalist jargon bugün için artık yüzyılımızın fetişist dini ekonomizmin ve insanı bağlı bulunduğu tüm aslî ögelerine yabancılaştıran kapitalizmin bir alt dili konumuna gelmiştir. Kapitalizmle aynı ortak paydayı paylaşan egemen sosyalizm anlayışı katı bir bürokrat oligarşisine bağlı totaliter ve onursuz bir dile sahiptir. Devletin güç ve mantığıyla konuşan geleneksel sosyalist anlayışlar aynı zamanda ciddi bir etik değer yoksunluğu da içerisindedirler. Bu etik değer yoksunluğu onları fütursuzca davranmaya ve bağlı bulundukları anlam dünyasının devrimci mücadelede içkinleştirdiği insanî-toplumsal değerleri dıştalayan bilinç dışı bir harekete de sevk ettirmektedir.

Bütün bu olumsuzluklar karşısında Birikim her şeye rağmen “teoriye”, “aslî kaynaklara” dönme çağrısı yapıyordu. Aslî kaynaklara bağlı kalınarak yeni bir “sosyalist alternatif” oluşturma çağrısında bulunuyordu. Birikim, her zaman için, yeni sosyalizm anlayışının “yaratıcılığı” en özlü insanî değer olarak kavrayan bir hipotezden yola çıkması gerektiğine değiniyordu. Birikim’in üzerinde önemle durduğu bu “yaratıcı” vasıftan yoksunluk sosyalist hareketin sonun başlangıcındaki yeni bir “diaspora”sı demektir. Her diasporada olduğu gibi bedeli ağır ödenecek bir yenilgi ve parçalanma halinin habercisidir bu da. Yeni bir diaspora yaşamamak için sosyalistlerin ciddi biçimde tarihe sorgulayıcı bir gözle yeniden bakmaları gerekecek. Ama her şeye rağmen, sosyalizmi gerçek anlamda bir etik değer, insanî-toplumsal gerçekliğimize ilişkin anlamlı tek zihniyet dünyası olduğunu düşünenler için henüz hiçbir şey bitmiş değil.

Birikim, böyle bir ortamda sosyalist harekette gerçek bir kurucu dinamiğin öncüsü olacak alternatif bir içerik sunuyor bizlere. Birikim bu ülkede sözünü ettiğimiz o “dilsel praksis”, özgün bir kurucu paradigma olarak kurabilecek tek dergi. Birikim bu ülkede yozlaşan her şeye karşı onurlu bir dünya arayışında olanların tükenmediğini, bütün bu yozlaşmalara rağmen halen daha ayakta olduğumuzu, “tükenmediğimizi” haykıran bir dergi.

“Bilgiye sahip olmak iktidardır” diyor Eygmunt Bauman. O halde gerçek bilgiyi arayalım. Modernitenin dayattığı monistik kalıpları ve metalaştırılmış bilgiyi, bilimsel bilgi paradigmasını içtenlikle reddedelim. Yaşamımıza reel anlamlar katacak olan özlediğimiz bilgiyi aramak için, sözle bilgimizi gerçek bir entelektüel praksise dönüştürecek, yeni anlam dünyaları kuracak olan bilgi için birleşelim. Türkiye’nin Birikim’inde buluşalım. Bu “dünyayı değiştirmek” için...

(*) Söz uçar, yazı kalır.