1975 yılında yayın hayatına atılan ve on üç yıl gibi ciddi bir zaman süresinden beri yayın hayatında olan Birikim’in serüvenini incelerken, 1975-1980 dönemi Türkiye’si ile 1980-1997 Türkiye’sinin özellikle okur profili açılarından bambaşka olduğu bir gerçektir. 1980 sonrası Türkiye’sini karakterize eden en önemli unsur Turgut Özal’la birlikte başlayan liberalizm ve yeni sağ düşüncenin tüm Türk toplumuna, öğrencisinden esnafına ve yazarına kadar nüfuz etmiş olmasıdır.
bakışıyla olayları tahlil eden dergiler dar bir entellektüel çevrenin dışında pek de rağbet görmemekte, bu nedenle yeni çıkan “modern” içerikli bir dergi kısa bir süre zarfında onbinleri bulan bir tirajı yakalamasına rağmen, fikir dergileri birkaç binlik kısa döngüyü kıramamaktaydılar.
1980’li yıllarda başlayan bu durum bugün halen devam etmektedir. Siyasî ortam ne olursa olsun, bireyler artık “light” veya “ultra light” dergileri aramaktadır. Bu dergiler parlak kâğıtlara basılmış ve göz alıcı genç kızların fotograflarıyla bezenmiş olmaları veya günün meselelerine “ultra light” bir yaklaşımla yaklaşmaları satışlarını arttırmaktadır. Dahası bilgilenmek ve düşünmek isteyen okurlar içinde “mecburiyetten değil, keyifle okunacak” dergiler yayın piyasasına sürülmekte ve bu dergiler Birikim’in son yıllardaki tematik dosya yaklaşımına benzer bir şekilde “bilgi bombardımanı altında kalan insanlar”a belli bir konuyla ilgili “neredeyse bir kitabın içereceği kadar bilgiyi bir dergi okuma rahatlığı içinde” sunmayı amaçlamaktadırlar. Türkiye’deki gazetecilik anlayışının da habercilikten ziyade yorumlara dayanması da vasat okuru fikir dergilerine yöneltmekten ziyade onu oralardan uzaklaştırmaktadır. Günlük ilaçlarını almış gibi birkaç köşe yazarının gündemle ilgili yorum/tahlillerini okuyan vasat okur o günlük entellektüel gıdasını alıp memnun bir şekilde işine gitmekte, iş arkadaşlarıyla birlikte öğle yemeğini yediği “pub” veya “restorant”larda veya akşam davet edildiği toplantılarda ayak üstü konuşacağı ve bilge tahlillerde bulunacağı konuşmalar için gerekli entellektüel hammaddesini depolamış olmaktadır.
o sıfatlarından önce kendilerine bir aydın, Avrupa’da yükselen sol dalga ile de sosyal demokrat bir kimliği ve kıyafetini fevkalade yakışır bir şekilde takmış bulunan Türk işadamları ve siyasetçiler bir gazete köşesinden diğerine yazı yetiştirmek, söyleşilerde bulunmak, bir toplantıdan diğerine, bir TV programından diğerine koşuşturmak, genelde her konuda ve bugünlerde ise özellike sol konusunda, fikir beyan etmekle meşguller. Ancak burada anlaşılması oldukça zor olan bir gerçek var. Bu kişiler bu kadar geniş ve yoğun bir entellektüel çaba içindeler iseler, ve dahi kendilerini sosyal demokrat diye tarif edip sol kültüre açık iseler, Birikim ve benzeri dergiler neden iki-üç bin barajını yıkamıyorlar neden beş-yedi bin satmıyor?
mevcuttur: çünkü çağımız “cilalı imaj devri”dir
çabaları çerçevesinde bir süre özellikle sol eğilimli fikir uğraşları günün “in” değerleri arasına girecek, kimbilir belki de Birikim bazı modern bar ve cafe’lerin girişlerinde Havana puroları ve parlak kağıda basılmış diğer dergilerle birlikte satışta görülecek, kimbilir belki şirketlerin yıl sonu hediyeleri arasında Birikim’e bir yıllık abone yaptırma gibi hediyeler ”moda” olacaktır, belki “İstanbul’un Manhattan’ı” diye kamuoyuna sunulan Zincirlikuyu, Maslak bölgesinde yükselmekte olan çepeçevre cam kaplı “gökdelenler’in alttlarındaki gazete “kiosk”larında her ay kırk-elli adet Birikim satılacak, belki üniversite yıllarında ödevleri ve tezleri için Birikim’den faydalanmış bulunan bir zamanların öğrencisi şimdinin genç finans analisti, “broker”ı, reklamcısı, pazarlamacısı “aa ben bir zamanlar bu dergiden epey faydalanmıştım” deyip, dergiyi geçici bir hevesle satın alacaktır, belki akşam davetlerine ve/veya seminerlere kolunun altında bir Birikim’le gitmek çok “in” olacaktır. Ancak yakın ve orta vadede kapitalizm, tüketimcilik ve yüzeysellik galip gelecek bireyler günü geçiştirecekler, kişiler şurdan burdan intihal ettikleri tahlil kırıntılarını ciddi bir şekilde paketleyip kendi tahlilleri gibi sunacaklar dergi ve gazetelerin gündemlerini güncel olaylar işgal edecek, 65 milyonluk bir ülkede 2/3000 kişi dışında bir kitle belki de Birikim ’in adını bile duymamış olacak duyduğunda da başlığının altına bakıp “sosyalist kültür dergisi” yazısını görüp dudak bükecek ve muhtemelen bir “gourmet”, müzik, gezi veya dekorasyon dergisini almayı tercih edecektir.
Mesele bir Birikim veya aynı çizgideki dergilerin meselesi değildir. Mesele Türkiye’nin geç yakaladığı ancak tadını çıkara çıkara bir türlü doyamadığı kapitalist tüketim kültürünün tek kıble olarak alındığı bir ortamda ciddi bir fikir birikimine kimsenin ihtiyaç hissetmemesidir. Mesele “imaj”dır, mesele TÜGİAD, TÜSİAD, MÜSİAD, işadamları ve teknokratlar çağında, salt işadamlığı ve teknokratlığın artık soluk bir imaj vermeye başladığı bir ortamda “fikir adamı” gibi görünmektir.
Türkiye’nin sivilleşmesinin ve bu süreç içinde sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerinin ve önemlerinin art(tırıl)masının gerekliliği üzerinde “konuşan bir Türkiye”de aynı sivil toplum kuruluşlarının birçoğunun büyük işadamlarının girişimleri ile de kurulmuş olmaları çok düşündürücüdür. Büyük işadamlarını sosyal demokrat ve hattâ sosyalist görünmeye zorlayan Türkiye’nin şartları karşısında TÜSİAD’ın Prof. Bülent Tanör’e hazırlatmış olduğu “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” raporunun TÜSİAD bünyesi içinde yarattığı ciddi tartışmalar bir yerde işadamlarının turnusol kâğıdı testi oldu ve sihir bozuldu, gerçek görüldü.
işadamları olsun istisnalar hariç, vasatı temsil eden kişilerin fikir jimnastiğine ve tahlile ihtiyaçları yok, vakitleri yok, “aydın” işadamlarının ve üst düzey siyasetçilerinin “personal assistant”larının hazırlayacakları birkaç sayfalık bir yazının bir-iki paragraflık özeti, birkaç yüz sayfalık bir kitabın da birkaç sayfalık özeti o akşam ki kokteyl partide veya TV açık oturumunda bu bilge kişilerin konuşma dağarcıkları için yeter de artar bile... Genç üniversiteliler için de para yönetimi, finansman, bankacılık, işletmecilik gibi “gözde” mesleklerin geçerli olduğu “2000’li yıllara doğru gelişen Türkiyesi”nde siyasal bilgiler, tarih, sosyoloji gibi bilim dalları üniversiteli gençleri cezbetmemekte, herkes en kestirme yoldan “başarı”ya, yani paraya ulaşmayı hayal etmektedir. Ortam böyle olunca kişi ne kadar çırpınsa nafile ve beyhudedir, “tüketici” düşünmek istememekte, “bugün”ü yaşamak istemekte, keyif alma ve güzel görünme peşindedir, fikir dergisine pek rağbet etmemektedir.
1997 Türkiye’sinin bu sıcak Ağustos ayında bireylerin Beyoğlu’nu terk edip Boğaz, Ege ve Akdeniz kıyılarında, Adalar’da, Bodrum’da “keyif alma”yı daha büyük bir hız ve hazla devam ettirirlerken sanırım Türkiye’nin bu tüketim ve modernizm furyasına ve çılgınlığına direnmeye devam eden Birikim yazarları ve iki-üç bin civarındaki sadık okurları, halen her şeyin tükenmediğine bir işarettir, son bir-iki yıldır kitabevlerinin sayılarının artmaları küçük de olsa bir ümittir. Birikim’in on üç yıl boyunca istikrarlı bir düzeyde yerini ve okur sayısını muhafaza etmiş olması da bir ümittir.
Toplumun gelişmişlik düzeyinin kişi başına düşen binek arabası, cep telefonu sayısı ve cep telefonu parkının genişliğiyle olçülmesinin tek ölçü olmayacağı, tüketim sembolleri yerine fikir dergilerinin tirajlarının ölçü olacağı bir Türkiye özlemiyle, nice yüz sayılara Birikim!!